Tanrıların Yiyeceği – Zalim Bir Sınama – Pelops ve Hippodameia – Arabacı Myrtilos – Lanetler
TANTALOS ve OĞLU
“Gölgeler Ülkesi hayalcilerin cennetidir.” Immanuel Kant sözleridir bunlar. Gerçekten de tüm zamanların romantikleri daima gölgelerle ilgilenmiş, karanlığın kendilerini çektiğini hissetmişlerdi. Fakat Gölgeler Ülkesi aynı zamanda korkuların da kaynağıdır. Hıristiyanlık dininin cehennem haline soktuğu bu ülke, kutsal Roma’nın en yağlı kazanç kapılarından birisi olmuştur.
Kralının adı olan Hades’le anılan Gölgeler Ülkesi’nde, bazı kahramanlara özel muamele yapılmamış değildir. Bu kahramanlara örnek olarak Sisyphos’u verebiliriz. Adı bugün bir kavram olmuştur. Ağır bir kayayı dik bir dağm tepesine itmek zorundaydı, fakat kaya dağın tepesine vardığında öbür taraftan aşağı yuvarlanıyordu, o da kayayı tekrar tepeye itiyor, fakat kaya bir kez daha aşağı yuvarlanıyor ve böylece sonsuzluğa dek sürüp gidiyordu. Kendisini bir eyleme mecbur hisseden nörotik tipin ilk örneğidir.
Gerdek gecelerinde uzun iğnelerle kocalarının kalplerini delen elli kadın olan Danaos Kızları da oradadır.
Dibi delik testilerle taşıdıkları suyu bir havuza doldurmak zorundaydılar. Hedefe ulaştıkları anda tüm su akıp testiler boşaldığı için, bir kez daha baştan başlamak zorunda kalıyorlardı.
Bu iş belki zor değil, fakat anlamsızdır, absürddür.
Anlamsızlık Eski Yunanlılar için cehennem kavramını ifade ediyordu. Bugünkü sıradan bir fabrikaya girip etraflarına şöyle bir bakınsalar bilmem ne derlerdi? Acaba orada yapılan işler onlara Hades’teki işkenceleri anımsatır mıydı?
Sisyphos haricinde Hades’te işkence gören en kalburüstü simalardan biri de Tantalos’dur. Çektiği acılar bugüne dek hatıralardan silinmemiş ve “Tantalos işkencesi” bir deyim olarak yerleşmiştir. Onu görüyoruz: Kalçalarına dek yükselen suyun içinde duruyor, korkunç derecede susamış. Sudan içmek için öne eğildiğinde, su bir anda toprak tarafından emilip yok oluyor. Karnı son derece aç, ellerinin üzerindeki dallar en iyi yemişlerle dolu. Fakat onlara uzandığı anda esen sert bir rüzgâr, dalları kendisinden uzaklaştırıyor.
Tüm zamanlar boyunca sürecek -burada eklemek gerekir ki, Tantalos ölümsüzdür- böylesine korkunç bir cezayı hak etmek için Tantalos ne gibi bir suç işlemişti acaba? Diğer gölgeler zamanla silikleşir, başka bir deyişle, durumlarının bilincini yitirirler. Tantalos ise her zaman açılarıyla karşı karşıyadır.
Tantalos, Zeus’un oğullarından biridir. Zeus onu çok sevdiği için, küçükken onun diğer tanrılarla beraber Olimpos sofrasma oturmasına izin veriyordu. Böylece tanrıların konuşmalarına kulak misafiri oluyordu ve denildiğine göre tanrıların konuşmalarına kulak misafiri olan kimse, ölümsüz olurmuş. Tantalos bundan başka nektar içmiş ve ambrosia yemişti.
Fakat günün birinde bir suç işledi – daha doğrusu tanrıların gözünde suç olan bir şey yaptı: Onların konukseverliğini kendi çıkarları için kullanmıştı. Kendisine tanrıların sofrasında oturmak gibi çok özel bir lütuf bahşedilmişti ve Tantalos dünyadaki arkadaşlarına bununla caka satmak istiyordu. Bu nedenle tanrısal yiyeceklerden bir kısmını cebine doldurmak suretiyle aşırıveriyordu. Tantalos çok zengindi, herkes onu yemeğe davet ediyor ve değerli hediyeler veriyordu, çünkü herkes onunla arkadaş olmayı istemekteydi. O da bundan gurur duyuyor ve arkadaşlarına ziyafet veriyordu. Verdiği ziyafetlerde konuklarına tanrıların sofrasından aşırdığı nektar ve ambrosia yı ikram ediyordu.
Birgün tanrıların kendisinden şüphelendikleri hissine kapıldı ve şöyle düşündü: “Eğer tanrıları kendi evime davet edecek olursam, belki kalplerini yumuşatabilir ve yaptığım küçük hırsızlığı affetmelerini sağlayabilirim. Ne de olsa ben Zeus’un oğluyum.”
Böylece tamdan kendi dünyevi evine davet etti. Gerçekten de tanrıların tümü davetine icabet etmişti.
Ansızın Tantalos evinde yeteri kadar yiyecek olmadığını fark etti! Tantalos iştahı küçümsemiş, gereken hazırlığı yapmamıştı. Çok utanıyordu. Duyduğu bu utanç, onun sonu felaketle bitecek bir fantezisini körüklemişti.
Gerçekten de böyledir: İnsan bir hata yaparsa, yaptığı hatayı tamir etmeye çalışacağı yerde, aklına sürüyle yeni hatalar gelir ve bu hatalardan hiç olmazsa birini gerçekleştirmek için dayanılmaz bir istek duyar. İşte bunu yaşamıştı Tantalos. Tanrıları sınamak istemişti. Onların Olimpos dışında da bu kadar kudretli varlıklar olup olmadıklarını, onlarm gerçekten de her şeyi bilip bilmediklerini öğrenmek istemişti.
Ve affedilmez bir suç işledi: Oğlu Pelops’u oracıkta boğazladı, onu parçalara ayırarak bir kazana attı, pişirdi ve tanrıların önüne yemek olarak koydu.
Avusturyalı bir şairin en sevdiği deyimi kullanmak gerekirse – tanrılar doğaları gereği her şeyi bilirler. Büyük bir iğrenme duygusuyla önlerine konulan yemeğe ellerini bile sürmediler. Sadece Demeter, Pelops’un sol omzundan bir parça yedi. Aklı biraz karışıktı; düşünceleri kısa bir süre önce Hades tarafından kaçırılan kızı Persephone’ye takılmıştı.
Tanrılar Tantalos’un evini terk ettiler ve ona lanet okudular. İçinde Pelops’un etinden yapılan yemeğin bulunduğu kazanı da yanlarında götürmüşlerdi. Hermes, babası Zeus’tan Pelops’u eski haline getirmesi emrini aldı. Onun omzundan bir parça yemiş olan Demeter, yediği parça yerine fildişinden bir yenisini yaptı. Pelops böylece tanrısal reçeteye göre bir kez daha imal edildi ve Tantalos’un kazanından önceki halinden daha da yakışıklı olarak çıktı.
Poseidon oracıkta vurulmuştu Pelops’un güzelliğine.
Ona denizin üstünde uçan meşhur atlarından hediye etti ve onu kendisine yatak arkadaşı yaptı.
Tantalos ise cehenneme, Tartaros’un en derin noktasına gönderildi. Denilene göre burası yerin o kadar altındaymış ki, bu mesafe gökle yer arasındaki mesafenin iki katından fazlaymış. Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Tantalos oğlunu canavarca öldürdüğü için değil, sadece tanrıları sınadığı için, onların gerçekten her şeyi bilip bilmediklerini öğrenmek istediği için cezalandırılmıştı!
Pelops babasının efsanevi servetine sahip olmuştu. Bütün bir ada ona aitti. Bu ada bugün bile onun ismini taşımaktadır: Peloppones – Pelops’un adası.
Bütün bu olanlardan sonra, Pelops kendisinin bir daha tanrıların lanetine uğramayacağını düşünüyordu elbette. Fakat insanın başına neler geleceği hiç belli olmaz.
Pelops yanılmıştı.
Tantalos oğlu Pelops’un sol omzunda beyaz bir leke vardı. Bu leke, ona takılan fildişi kemiğin parıltısıydı.
Onun soyundan gelen herkeste aynı leke vardı ve bu şekilde diğer insanlardan kolaylıkla ayırt edilebiliyorlardı.
Ve hepsi de lanetliydi.
Pelops günün birinde Kral Oinomaos’un kızı Hippodameia’ya âşık oldu. Poseidon çok hoşlandığı bu genç
adamın bir kadına gönül vermesinden pek hoşlanmayabilirdi belki, fakat bu duruma ses çıkarmamasından, onun Pelops’tan yavaş yavaş bıkmakta olduğunu düşünebiliriz. Tanrılar bizim zamanımızın dışında yaşarlar, maceraları bir an veya sonsuzluk boyunca sürebilir.
Kral Oinomaos kızım kimseye vermek istemiyordu, onu evlendirmek niyetinde değildi. Bazı hikâyeler der ki, bir kâhin krala damadının kendisini öldüreceğini söylemiş, başka bir tanesi de kralın kendi kızına âşık olduğunu iddia etmektedir.
Hippodameia’nın birçok talibi vardı. Kız çok güzeldi ve herkes ona değerli hediyeler getiriyordu. Oinomaos önce bu hediyeleri kabul ediyor, sonra da şartlarını sıralıyordu. Bu damat adaylarından çok akıllı veya çok korkak olan bazıları, şehre yaklaşırken bu işe kalkışmakla doğru yapıp yapmadıkları konusunda şüpheye düşüyordu.
Çünkü surların üzerine dikilmiş mızraklara takılmış olan kesik başlar ve kesik eller ta uzaklardan bile görülebiliyordu. Bu kesik başlar ve eller, Prenses Hippodameia’mn amacına ulaşamamış taliplerine aitti.
Onları babası öldürtmüştü. Oinomos kafasmda kurnazca bir plan yapmıştı.
Kızım istemek için kendisine başvuran taliplere şöyle diyordu: “Kızımı almak isteyen onu alsın. Fakat onu ülkemden kaçırması gerekir. Ben onu kimseye vermeyeceğim. Kim kızımı kaçırmayı başarırsa, onunla birlikte tüm krallığıma da sahip olacak.
Damat adayı kızımı alıp arabasına bindirsin, atları kamçılasın ve buradan uzaklaşsın. Ben ona yarım saat mühlet verecek, sonra da peşinden geleceğim. Eğer ülkemin sınırlarına ulaşmadan yakalayabilirsem, sırtına mızrağımı saplayacağım. Yok eğer ona yetişemezsem ve kızımı ülkemin sınırlarına kadar kaçırmayı başarırsa, o zaman kızım ona ait olacak.”
Bu işteki çapanoğlu şuydu: Oinomaos, Savaş Tanrısı Ares’in atlarına sahipti ve bu atlarla herkesi güle oynaya
yakalayabilirdi.
Pelops bunu biliyordu. Kendisini önceden uyardıkları için, arabasıyla şehre yaklaşırken bir plan yapmıştı. Sadece güç kullanarak bir şey elde edemeyeceğini biliyordu. Gerçi kendisi Poseidon’un atlarına sahipti, fakat bu atların tek özellikleri suyun üstünde uçabilmeleriydi, karada diğer atlardan farklı değillerdi. Hele Savaş Tanrısı Ares’in atlarına karşı hiç mi hiç şansları yoktu.
Pelops’un şansı, Hippodameia’nm ona sırılsıklam âşık olmasıydı. Kız ona birtakım faydalı öğütler vermişti.
Babasının arabacısını satın almasını söylemişti ona.
Myrtilos isimli arabacı herkesçe tanınmıştı ve bir tanrının, Hermes’in oğluydu! Bir tanrınm oğlunu mu satm alacaktı Pelops? Bunu nasıl yapacağın, demişti Hippodameia, senin sorunun.
Pelops babasından miras olarak onun kötü taraflarmı da almıştı. Bu yüzden, Myrtilos’u çok rezil bir şekilde kandırmayı başardı. Bir gece onu tenha bir köşeye çekti:
“Balmumundan yapılmış dingiller hazırladım. Sen efendinin arabasındaki demir dingilleri söküp yerine balmumundan yapılmış olanları takacaksın.”
Myrtilos şöyle cevap verdi: “Böyle bir şeyi bana nasıl teklif edersin! Ben efendime hizmet ediyorum. Tam aksine, şimdi gidip seni ihbar edeceğim, seni gidi budala!”
“Dinle” dedi Pelops. “Bu araba yarışını kazanırsam, tüm ülkeyi ve kadım kazanacağım. Onları seninle paylaşmaya hazırım. Ülkenin yarısını sana vereceğim ve kadınla ilk geceyi sen geçireceksin. İyi düşün.”
Evet, Myrtilos düşündü, düşünmesi de pek uzun sürmedi. Kendisi bir tamı oğluydu, buna rağmen efendisi tarafından hakir görülüyor ve sürekli dayak yiyordu. Niye ona sadık kalsın ki? “Pekâlâ” diye cevap verdi Pelops’a, “dediğini yapacağım.”
Myrtilos demir dingilleri gizlice balmumu olanları ile değiştirdi. Sonra yarış başladı. Pelops kralın söz verdiği gibi yarım saat önce yola çıktı. Fakat arabasım sadece ilk dönemece kadar sürdü ve Hippodameia ile orada beklemeye başladı. Hippodameia onun tarafmdaydı, babasımn başına neler geleceğini biliyordu. Küçüklüğünden beri kendisine kastı olan babasından nefret ediyordu. Gün, intikam günüydü.
Gerçekten de yarım saat soma Oinomaos’un arabası tozu dumana katarak şehirden çıktı. Daha ilk virajda arabanın dingilleri o kadar yumuşamıştı ki, araba olduğu yerde parçalamverdi. Fakat Ares’in atları korkunç bir hızla ilerlemeye devam ettiler ve Pelops’un kralın sürüklenerek ölmesini seyretmekten başka yapacağı bir şey kalmamıştı.
Böylece yarışmayı kazanmış oldu.
Paha biçilmez hazinelerle birlikte koskoca krallığı ele geçirmişti. Vakit geçirmeden Oinomaos’un kızı ile evlendi.
“Nasıl bir balayı seyahati yapmak istersin?” diye sordu ona.
Hippodameia cevap verdi: “Denizin üzerinde uçabilen atlarınla güzel Akdeniz’in üzerinde gezinmeyi çok isterdim.”
“Hiç sorun değil” dedi Pelops.
Bu anda Myrtilos araya girdi ve dedi ki: “Bu geziye ben de katılmak istiyorum.”
“Peki” dedi Pelops, “arabaya sen de bin.”
Ve Akdeniz üzerinde uçmaya başladılar.
Soma bir adaya indiler. Hippodameia susamıştı. Kocasına içecek bir şeyler getirmesini söyledi.
Pelops çok sakindi: ‘Teki, hemen getireyim.”
Bir kaynağa giderek miğferini suyla doldurdu. Geri döndüğü zaman karısmm ağlayarak ve Myrtilos’un kendisine tecavüz etmek istediğini haykırarak kendisine doğru koştuğunu gördü.
Pelops bir şey söylemedi. Onlara arabaya binmelerini emretti ve iyice yükseğe çıktıkları zaman Myrtilos’a tekmeyi bastı.
Myrtilos aşağı düşerken babası Hermes’e seslenerek intikammı almasını diledi ve Pelops’u lanetleyerek şöyle bağırdı: “Benim lanetim ve Tantalos’un laneti senin ve tüm zürriyetinin üzerine gelsin! Oğulların dünyaya gözlerini açar açmaz birbirlerinden nefret etsinler ve bu nefret ölene dek onların yakasını bırakmasın.”
Myrtilos böyle bir lanet etmişti işte. Tam suya düşecekken babası Hermes yetişti ve onu kucakladı, fakat oraya ulaşmak için iyice hız almış olduğundan oğlunu gökyüzüne fırlatıverdi. Myrtilos arabacı takımyıldızı olarak gökyüzünde asılıp kalmıştı.
Pelops ve Hippodameia’nm birçok çocuğu olmuştu.
Oğullarından sadece bir tanesi, Chrysippos, evlenmeyip bekâr kalmıştı. Chrysippos ileride Ödipus’un babası Laios’un sevgilisi olmuştu. Burada bizi ilgilendiren oğulları Atreus ne Thyestes’tir. Arabacı Myrtilos’un laneti en ağır biçimde onların üzerine çökmüştür.
PERİLERİN Ş A R K I S I
MICHAEL KÖHLMEIER
mitolojinin öyküsü
Çeviri: Atilla Dirim
Yurt Kitap-Yayın



