Tokyo Hikayesi: Çocukların Bencilliği ve Yıkılan Evin Huzuru
Jungish
Ey okur! Şu Japonya diyarının o zarif dert anlatıcısı Yasujirō Ozu‘nun çektiği “Tokyo Hikayesi” (Tōkyō Monogatari) filmi, bize sadece bir ailenin dramını değil, aynı zamanda tüm modern dünyanın o huzursuz, bencil ruhunu anlatır. Bu, aile denen kutsal yapının nasıl sessizce içten içe çürüdüğünü gösteren, ibretlik bir tablodur.
1. 🚶♂️ Yaşlılığın Yükü ve Çocukların Kaçışı
Filmin merkezinde, yaşlı Bay ve Bayan Hirayama çifti vardır. Bunlar, uzakta yaşayan çocuklarını görmek için, ta kırsaldaki Onomichi kasabasından kalkıp hareketli Tokyo’ya gelirler.
- Büyük Beklenti: Yaşlı çift, çocuklarının onlara ilgi, sevgi ve vakit ayırmasını bekler. Oysa modern hayatın hızına ve hırsına kapılmış olan çocuklar, annelerine ve babalarına sadece bir yük olarak bakarlar.
- Gündelik Utanç: En büyük oğul Kōichi, bir doktordur ve sürekli meşgul olduğunu bahane eder. Kızları Shige, bir güzellik salonu sahibidir ve çocukları için bir gezi ayarlayarak başlarından savmaya çalışır. Torunlar bile, büyükannelerinin ve büyükbabalarının varlığından sıkılırlar.
- Mesele: Bu, Batı’dan Doğu’ya her yerde aynıdır. Çocukların bencilliği, maddi başarıyı manevi bağların önüne koyan modern zamanların en büyük marazıdır.
2. 💔 Kayınvalide/Gelin Farkı: Gerçek Sevgi Nerede?
Filmdeki en dokunaklı ve psikodinamik açıdan çarpıcı nokta, gerçek şefkatin nerede bulunduğu sorusudur. Yaşlı çifte en çok ilgi gösteren kişi, ölen oğullarının dul karısı olan Noriko’dur.
- Noriko: Biyolojik bağı olmamasına rağmen, Noriko, en samimi ilgiyi, vakti ve huzuru sunar. O, toplumsal görev değil, içsel vicdanı temsil eder.
- Eleştiri: Bu durum, Ozu’nun toplumsal yapısının ne kadar çürümüş olduğunu gösterir. Kan bağıyla yükümlü olan öz evlatlar kaçarken, dışarıdan gelen bir yabancı, hakiki sevginin ne olduğunu hatırlatır. Oğlu ölmüş olsa bile, Noriko, ailenin kayıp Anima’sını (şefkatli, besleyici dişil enerji) taşır.
3. ⏳ Sonuç: Yıkılan Yuva ve Kaçınılmaz Ayrılık
Çocuklar, ebeveynlerini kaplıcalara göndererek (başlarından atarak) rahat bir nefes almayı umarlar. Lakin, tatil yerinde bile huzur bulamayan yaşlı çift, evlerine dönmeye karar verir. Kısa süre sonra, anne hastalanır ve ölür.
- Büyük Ders: Annenin ölümü, çocukları geçici bir suçluluk ve pişmanlık hissiyle bir araya getirir. Lakin, cenaze bittikten sonra, herkes kendi hırslı, bencil hayatına hızla geri döner.
- Babanın Yalnızlığı: Baba, geride tek başına ve yalnız kalır. O, artık kendi ölümlülüğüyle ve hayatının anlamsızlığıyla yüzleşmek zorundadır. Yazar Ozu, bu sessiz sahneyle, modern toplumda bireyselleşmenin sadece yalnızlık ve kayıp anlamına geldiğini göstermiştir.
Netice-i kelam, ey okur: “Tokyo Hikayesi,” bize sevginin ertelemesi olmadığını, zamanın ve vefanın parayla satın alınamayacağını haykırır. Ebeveynlere gösterilmeyen sevgi, ruhumuzun en büyük vicdan azabı olarak kalacaktır.
Selametle…


