Türk Edebiyatının Aydınlık Yüzü: Sabahattin Ali

sabahattin aliSabahattin Ali bir subay çocuğudur. 1907 yılında babasının görevle gittiği Bulgaristan’ın Gümülcine Sancağı’na bağlı Eğridere ilçesinde doğdu ve çocukluğu Birinci Paylaşım Savaşı’nın zor koşullarında geçti. Babasının görevi nedeniyle, öğrencilik yaşamını da farklı şehirlerde sürdürdü. Okumayı seven, edebiyata düşkün bir çocuk olduğu çevresindekilerin dikkatini çekiyordu. Ailesi, özellikle de babası, bu alanda çocuklarını destekliyor, teşvik ediyordu. İlk yazı denemelerini öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla çıkardıkları gazetede, şiir ve öyküler yazarak yaptı.

Öğretmenlik yaptığı yıllarda, yabancı dil öğretmeni açığını kapatabilmek için, devletin yurt dışına öğretmen okulu mezunlarını gönderdiğini öğrendi. Seçme sınavına girdi, kazandı. Böylece Almanya yolculuğu başladı. Dört yıllığına gittiği Almanya’da ancak iki yıl kalabildi. Bu kısa dönemde önemli birikimler elde etti. İyi derecede Almanca öğrenerek Batı edebiyatını tanıdı, Rus yazarları daha yakından takip etmeye başladı, şiir ve öykülerini geliştirdi.

Türkiye’ye dönünce öğretmenliğe devam etti. Bir dönem de Tercüme Bürosu’nda ve Türk Dil Kurumu’nda çalıştı.

Çeşitli dönemlerde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılandı, tutuklandı ve hapis yattı. Sağcı çevrelerin ve özellikle Nihal Atsız’ın kendisini hedef alması, vatan hainliği ile suçlaması sürecinde, politik tavrı daha da netleşti, mücadelesi sertleşti. Tarihe ‘Tan Olayları’ olarak geçen günlerde, çalıştığı ve kurucusu olduğu Yeni Dünya Gazetesi basıldı, çalışamaz duruma getirildi. Eleştirilerini ve sert muhalefetini ‘Sırça Köşk’teki öykülerinde dile getirmeye devam etti. 1946 yılında, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la birlikte çıkarttıkları Marko Paşa dergisinin başyazarlığını üstlendi. Derginin kapatılmasına Malum Paşa ve Ali Baba gibi yeni isimlerle yayına devam ederek direndiler.

Bütün bu baskılar ve engellemeler Sabahattin Ali’nin Türk yazınında önemli ve öncü yazarlardan biri haline gelmesini engelleyemedi. Onca yıldan sonra, her yıl yüzbinlerce yeni okura ulaşan, güncelliğini koruyan en önemli yazarlarından biri olarak edebiyat dünyamızdaki varlığını sürdürüyor.

DOĞRU YAŞAMAK, GÜZEL YAZMAK

Sabahattin Ali, özellikle kısa öykü türünde bir yol açan, bir tarz geliştiren büyük edebiyatçı olarak dikkat çekiyor. Diyebiliriz ki, yazmanın ve karşılık görmenin çok zor olduğu kısa öykü türünün yaratıcılarından biridir. Kısa öyküye saygınlık kazandırmıştır. Hem en kısa hem de eksiksiz biçimde konularını işlerken hikayelerini melankoliye kaptırmaz.

Büyük yazarı, kendisinin de dediği gibi, “ezilenlerin, hor görülenlerin, paçası çamurluların, çıplak ayaklarıyla bozkırı arşınlayanların, okul sonraları ‘arabalar beş kuruş’ diye çığırarak para kazanmak zorunda kalan çocukların” öykülerini yazdığı için, bizi hem tarihimizle, hem de bu günümüzle yüzleştirdiği için seviyoruz…

Sabahattin Ali’yi dönemin diğer öykücülerinden ayıran neydi? Daha doğrusu, Cumhuriyet’in ilk on yıllarından itibaren günümüze kadar birçok öykücüyü, onca genç yazarı etkileyen, yüz binlerce okurun duygularına dokunan bu büyük yazarın ayırt edici özelliği neydi? Julio Cortazar’ın kısa öykü hakkındaki düşünceleri bu soruya yanıt gibi okuyabiliriz:

“…görünen içeriğin sadeliği ve metnin kısalığı kuşku duyulmayan bir güçlükle bizi etkiler. Ve belli bir zamanda bir konu seçen ve ondan bir öykü çıkaran kişinin bu seçimi, küçük olandan büyük olana, bireysel ve dar kapsamlı olandan insan ruhunun özüne olan masalsı açılımı içeriyorsa, o büyük bir öykü yazarıdır…”

Sabahattin Ali’yi, kuşkusuz, öykülerindeki biçim ve dil açısından da ele almak gerekir. Asım Bezirci’nin araştırmasına göre, öykülerinde Türkçe sözcük kullanım oranı %82 gibi oldukça yüksek bir orandır. Çünkü anlaşılmayı önemseyen, hayata müdahale etmeyi dert edinen bir yazardır Sabahattin Ali. Anlatımda yerel, bölgesel şivelere genellikle kapalıdır, tümceler çoğunlukla kısadır, betimlemeler ise oldukça sınırlıdır.

Öykülerinde politik taşlamayı, zaman zaman kara mizahı, masalımsı bir anlatım tarzıyla ortaya çıkarmaktadır. Anlattığı olay ve olguların çarpıcılığı ile iletilerindeki toplumsal derinlik, okura bir yandan geniş bir bakış açısı sunarken bir yandan da kapsamlı yorumlamaları gerekli kılmaktadır.

Sabahattin Ali’deki anlaşılmak kaygısı ve kolay okunan metinler amaçlaması, hiçbir şekilde tekdüze yapıtlar üretmesi sonucuna neden olmaz. Toplumsal bir durumu, ezilen, hor görülen bir kişinin duygu dünyasındaki bir yarayı, uzun uzun tarif etmeye kalkışmadan, büyük edebiyatçılara özgü o dokunuşlarla, bazen küçük bir hareketle, bazen kıpırtı düzeyinde davranışla anlatır. Okurun içinde fırtınalar koparan, bazen yalın bir cümlede dile getirilen kahramanın basit bir tavrıdır. Apartman öyküsünün son bölümünde bu özelliğini rahatlıkla görebiliriz. Çocuğunu okuldan aldıktan sonra hamallık yaptırmak zorunda kalan inşaat işçisinin, çocuğuna yaşatılan ağır haksızlığı gördüğü halde müdahale edememesini ve yaşama tutunamayacak kadar derin yaşadığı üzüntüsünü, bakınız nasıl anlatır:

“Çatıdaki adam gözlerinin büsbütün karardığını ve güneş vurmuş gibi beyninin içinde gürültüler olduğunu hissetti. Çatının kenarına dayanan ayakları titriyordu. Yavaş yavaş dizlerinin gevşemeye ve bükülmeye başladığını fark ederek, elleriyle başının üst tarafındaki tahtalara tutunmak istedi. Fakat parmakları da gevşemişti ve hiçbir şeye sıkıca yapışamıyordu. Vücudu yaş tahtaların üstünde hafif bir gıcırtı çıkararak ağır ağır kaydı. Çatının kenarına kadar gelip orada bir an takılır gibi olduktan sonra, aşağıya, sokağın ortasına, içi toprak dolu bir çuval gibi boğuk bir ses çıkararak düştü…”

Yapıtlarındaki konu ve kişi seçimleri sahicidir, yaşamanın içindendir. Öykülerinde aşkı, köyü ve köylüleri, işçileri, hastane ve doktorları, hapishane ve mahpusları, düşkün kadınları, aydınları, yöneticileri ve çocukları daha çok işlemiştir. Aşk konusunu işlediği öykülerindeki aşk, genellikle bir feda, bir gözden çıkarma ile birlikte anlatılır. Kadınları güçlü, inançlı, tutarlı ve karakterli; erkeklerinin çoğu ise iradesiz, pısırık ve basiretsizdir.

ROMANLA, OYUNLA, ŞİİRLE… HAYATA MÜDAHALE

‘Kuyucaklı Yusuf’, ‘İçimizdeki Şeytan’ ve ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı üç romanı var.

‘Kuyucaklı Yusuf’, aşk temasının öne çıktığı romanıdır. Romanda, evlilik ve aşk konusunun iç içe geçtiği Anadolu’nun küçük bir kasabasındaki insan ilişkilerini, sosyal, kültürel, ekonomik ve toplumsal boyutlarıyla işler.

‘İçimizdeki Şeytan’ ve ‘Kürk Mantolu Madonna’ romanlarında ise mutsuz evlilikleri, yasak ilişkileri ve toplumsal yozlaşmaları ele alır.

Üç perdeden oluşan ‘Esirler’ adlı bir tiyatro oyunu yazmıştır. Oyunda olaylar, M.S. 7. Yüzyılda Çin’in baş kentlerinden birisi olan Si-Gan-Fu kentinde geçer. Çinlilerle yapılan savaşta yenilen Türklerin esir edilerek anavatanlarından koparılışı ve bunlardan biri olan Kürşat’ın ilginç yükselişi anlatılır.

Yazdığı şiirlerin toplamı, yeni bulunanlarla birlikte 76’dır. Bu şiirlerin 28’i yazarın sağlığında ‘Dağlar’ ve ‘Rüzgar’ adıyla yayımlanır. Daha sonra Asım Bezirci 1973 yılında yeniden basımını gerçekleştirir. Bunun diğer baskılardan farkı, yazarın tüm şiirlerini kapsamasıdır. Kitap; Dağlar ve Rüzgar, Kurbağanın Serenadı, Öteki Şiirler olarak üç bölüm halinde düzenlenmiştir.

Sabahattin Ali’nin ilk öykü kitabı Değirmen’de 16 öykü bulunmaktadır. Kağnı’da 13, Ses’te 5, Yeni Dünya’da 13 veSırça Köşk adlı yapıtında 13 öykü olmak üzere toplamda 60 öyküsü yayımlandı.. Sonradan eklenen 4 öyküyle bu sayı64’e çıktı.

Ayrıca, birçok derlemesi ve çevirileri yayımlandı.

Aldırma Gönül, Dağlar ve Leylim Ley başta olmak üzere onlarca şiiri bestelenmiş ve Zülfü Livaneli, Edip Akbayram, Ahmet Kaya, Sezen Aksu, Volkan Konak gibi ünlü sanatçılarımız tarafından seslendirilmiştir.

Romancı, öykücü, şair, öğretmen, gazeteci… Türk Edebiyatının ünlü yazarlarından Sabahattin Ali, 1948 yılında cezaevinden çıktıktan sonra işsiz kaldı, yazacak yer bulamadı, çok zor günler yaşamaya başladı. Bütün bu olumsuzlukların yarattığı yaşam zorluğu ve hayati tehlike nedeniyle, yurt dışına gitmek istedi. Ancak pasaport alamadı ve yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı bulamadı. Ve zorunlu olarak Bulgaristan sınırından kaçak çıkmaya karar verdi. Bu girişimi sırasında, hâlâ tam olarak aydınlatılamayan vahşi bir cinayete kurban gitti.

Zaman zaman Sabahattin Ali’nin gerçek katilinin bulunması yönünde meclise soru önergeleri gelse de üstüne ciddiyetle gidilmedi. Ölümü fail-i meçhul bir cinayet olarak kaldı.

Bir mezarı bile yoktur. Kızı Filiz Ali, babası için, öldürüldüğü yer olan Istranca Dağları’nda temsili bir mezar taşı yaptırdı. Mezar taşında da Sabahattin Ali’nin Dağlar şiirinden iki mısra yer alıyor:

“Başım dağ, saçlarım kardır,
Benim meskenim dağlardır.“

SELMA SAYAR
17.06.2016 http://kitapeki.com/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir