Yunus Emre, Hegel, Heidegger, Parmenides ve Platon’un varlığın ve yokluğun doğası konusunda felsefi tartışması

Yunus Emre, Hegel, Heidegger, Parmenides ve Platon’un Felsefi Tartışması

Bir sonbahar akşamı, eski bir kütüphanenin loş ışıkları altında, ahşap bir masa etrafında beş bilge toplanır: Yunus Emre, Hegel, Heidegger, Parmenides ve Platon. Yunus, elinde bağlamasıyla bir türkü mırıldanırken, diğerleri derin bir tartışmaya dalar. Konu, varlığın ve yokluğun doğasıdır. Her biri, kendi felsefi geleneğinden yola çıkarak hakikati arar.


Platon: (Eline bir kalem alarak) Dostlar, varlık dediğimiz şey, idea’ların âleminde saklıdır. Bu masa, bu ışık, Yunus’un sazı… Hepsi, kusursuz formların gölgesidir. Gerçek varlık, duyularla değil, akılla kavranır. Yokluk ise, bu formların eksikliği midir?

Parmenides: (Sert bir ifadeyle) Yanılıyorsun, Platon. Varlık, mutlak ve değişmez bir bütündür. “Var olan vardır, yok olan yoktur.” Yokluğu düşünmek bile mümkün değildir, zira düşünmek var olmaktır. Bu âlemde değişim, yokluk, eksiklik… Bunlar birer yanılsamadır.

Yunus Emre: (Bağlamasından bir nağme çalarak, gülümser) Üstadlar, sözleriniz güzel, lakin gönlüm başka söyler. Varlıkta yokluk, yoklukta varlık vardır. Ben derim ki, her şey Hakk’ın nurundan bir yansımadır. Varlık, O’nun tecellisidir; yokluk ise bizim O’nu göremeyişimiz. Nefsimizi yok ettiğimizde, asıl varlığı buluruz.

Hegel: (Düşünceli, sakalını sıvazlar) Yunus, sözlerin derin bir hakikate işaret ediyor. Varlık ve yokluk, birbirine zıt gibi görünse de, diyalektik bir süreçte birleşir. Varlık, yoklukla karşılaşır ve bu karşılaşma “oluş”u doğurur. Her şey, mutlak ruhun kendini açığa vurduğu bir süreçtir. Varlık ve yokluk, birbirini tamamlar; zıtlık, bir senteze ulaşmak içindir.

Heidegger: (Masaya eğilerek, ciddi bir tonda) Hegel, senin diyalektiğin tarihsel bir süreç sunuyor, ama ben varlığın daha temel bir sorusunu sorarım: “Niçin varlık var, neden yokluk değil?” Yokluk, varlığın anlamını açığa çıkarır. Yunus’un dediği gibi, yoklukta bir varlık gizlidir. İnsan, yoklukla yüzleştiğinde –mesela ölümün kaçınılmazlığıyla– varlığın kıymetini anlar. Varlık, bir olaydır; yokluk ise onun zeminidir.

Platon: (Başını sallar) Heidegger, yokluğun varlığın zemin olduğunu söylüyorsun, ama ben hâlâ idea’ların âlemine işaret ederim. Varlık, ebedi ve değişmezdir. Yokluk, yalnızca duyular âlemindeki bir eksikliktir. Yunus’un aşkı, belki bu idea’lara duyulan özlemdir.

Yunus Emre: (Sözü alır, sazını bir kenara koyar) Üstadlar, idea’lar, diyalektik, yokluk… Hepsi hakikatin birer parçası olabilir. Ama ben, gönlümle bilirim: Âlem, Hakk’ın aynasıdır. Varlık, O’nun sıfatlarının görünüşü; yokluk, bizim bu sıfatları göremeyişimizdir. Aşk ile bakarsak, her şeyde O’nu görürüz. Varlık da, yokluk da O’nda birleşir.

Parmenides: (Kaşlarını çatar) Yunus, senin aşkın mantığı aşar. Varlık tektir, değişmezdir. Aşk, bir yanılsama olabilir; hakikat, yalnızca akılla kavranır.

Hegel: (Parmenides’e dönerek) Hayır, Parmenides. Senin mutlak varlığın statiktir, ama hakikat dinamiktir. Varlık, yoklukla birleştiğinde tarihsel bir süreç başlar. Yunus’un aşkı, bu sürecin bir parçasıdır. Aşk, mutlak olanı sezmenin bir yoludur.

Heidegger: (Derin bir nefes alır) Yunus’un aşkı, varlığın açığa çıkmasının bir biçimidir. Varlık, kendini gizler ve açığa vurur. Aşk, bu açığa çıkışın bir yoludur; akıl ise bir diğer yol. Hepimiz, aynı hakikate farklı yollardan yürüyoruz.

Yunus Emre: (Gülümser, sazını tekrar eline alır) Öyleyse, üstadlar, bir türkü söyleyeyim. Belki nağmelerim, akılla aşkı birleştirir. “Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni…”

Yunus’un türküsü, odanın içinde yankılanır. Beş bilge, bir anlık sessizlikte hakikatin farklı yüzlerini düşünür. Varlık ve yokluk, aşk ve akıl, idea ve oluş… Hepsi, o an, bir nağmede birleşir.