Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi – Orhan Kurmuş

Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, ülke kaderi üzerinde belirleyici bir etkide bulunan emperyalizme bağımlılığın tarihsel köklerine eğiliyor.
Dr. Orhan Kurmuş’un İngiltere’de yıllar süren bir arşiv çalışmasıyla elde ettiği veri ve bulgular ışığında oluşturduğu eser, bir öncü çalışma olarak Osmanlı tarihinin pek çok yönüne ışık tutuyor.
Kitap, İngiliz sermayesinin ve giderek İngiliz emperyalizminin Türkiye’ye girme sürecini inceliyor, emperyalizmin yörüngesinde Türkiye’nin kapitalist gelişme sürecinin ilk döneminin ana çizgilerini ortaya koyuyor.
Zaman kesiti olarak seçilen 1850-1913 yılları arasında, İngiliz şirketlerinin ve İngiliz devletinin liman kenti İzmir ve Batı Anadolu’daki ticari etkinlikleri, doğrudan sermaye yatırımları, İzmir-Aydın demiryolu ayrıntılarıyla inceleniyor. Bu ilişkinin, tarımda ve sanayide yarattığı gelişmeler ama öte yandan Osmanlı ekonomisinin tek yönlü gelişmesi ve uydulaşmasına yol açan karakteri analiz ediliyor.

Birinci basımı 1974 yılında yapılan kitap, ilk kez kullanılan arşiv belgeleri ve ortaya çıkardığı zengin verileriyle alanındaki en önemli başvuru kaynaklarından birisi olarak anti-emperyalist yükseliş yıllarının tartışma ortamına büyük katkı sağladı.
Türkiye’de olduğu kadar birçok yabancı ülke üniversitesinde de temel kaynak olarak gösterildi. Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, emperyalizme bağımlılığın derinleştiği günümüzde güncel ve temel bir eser olma özelliğini koruyor.

?Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye?ye girişini kolaylaştıracak faydalı bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz. Hepinizin bildiği gibi Türkiye?nin yeniden canlandırılmasında Avrupa?nın her zamankinden daha çok çıkarı vardır. Batı uygarlığı Levant kapılarına geldi dayandı. Şimdiye kadar geçmeyi pek başaramadığımız bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda, zor kullanarak, bu kapıları açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce, hatta daha fazlasına sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim.
Türkiye?nin damarlarına yeni ve taze kan aşılayacak olan bu demiryolu gibi üretken girişimleri desteklemek, hükümetimizin en başta gelen görevleri arasındadır.?
İngiltere?nin İstanbul Büyükelçisi Lord Stratford de Redcliffe?in Alsancak istasyonunun temel atma töreninde yaptığı konuşmadan. Times, 16 Kasım 1858

I
GİRİŞ

Emperyalizmin Türkiye?ye girmesi süreci ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan ilişkiler bütünü, özellikle 1960?lardan sonra, birçok tartışmaya konu oldu. Bu süreci ve ilişkileri açıklamak amacını güden çalışmalar sorunun ana çizgilerini ortaya koymayı başardılarsa da, emperyalizmin geri ülkelerdeki ?birisi yıkmak diğeri yapmak? olan ikili rolünü gerektiği kadar vurgulamadılar. Osmanlı sanayisinin çözülme sürecinin emperyalizmin etkisi altında hızlanması, dış borçlar ve sonraları Düyunu Umumiye ile Osmanlı maliyesinin Avrupa ülkelerinin tam denetimi altına girmesi, yabancı şirketlere verilen kamu hizmeti, demiryolu, madencilik imtiyazları ile dış kaynaklara bağlanma olguları, yani madalyonun bir yüzü, enine boyuna incelendi. Ama, emperyalizmin etkisi altında doğrudan yatırımlar yoluyla sanayinin ve madenciliğin gelişmesi, tarımda kapitalist ilişkilerin giderek hızlanması ve Avrupa pazarlarındaki değişmelere bağlı olarak Osmanlı dış ticaretinin değişmeler göstermesi olguları, yani madalyonun öteki yüzü, göreli olarak ihmal edildi.
Bu çalışmanın konusu, yeni veri ve bulguların ışığı altında İngiliz sermayesinin ve giderek İngiliz emperyalizminin Türkiye?ye girme sürecidir. Amacım, emperyalizmin yörünge sinde Türkiye?nin kapitalist gelişme sürecinin ilk döneminin ana çizgilerini ortaya koymaktır.
Zaman kesiti olarak seçtiğimiz 1850 ve 1913 yılları arası, kapitalizmin gelişme tarihinde, bitiş ve başlangıç devreleri birbirine geçmiş, önemli iki aşamanın belirli dönemlerini içermektedir.
Bunların ilki, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan ve 1870?lerde hızını yitiren serbest rekabetçi kapitalizm aşamasıdır: İkincisi ise, 1860?larda belli belirsiz ortaya çıktığı görülen, 1873 büyük dünya bunalımından sonra belirginleşip, 1900-1903 bunalımıyla yaygınlaşan tekelci kapitalizm, yani emperyalizm aşamasıdır.
19. yüzyılın en gelişmiş kapitalist ülkesi olan İngiltere?nin geri ülkelerle olan ilişkileri, öz aynı kalmakla birlikte, bu aşamalara göre değişmiş ve özellikle Hindistan?da en belirgin biçimini almıştır.
Ekonomik bağımsızlığının yanı sıra politik bağımsızlığını da İngiltere?ye kaptıran Hindistan tam bir sömürgedir. Arjantin, Portekiz, Osmanlı İmparatorluğu gibi, politik bağımsızlıklarını, biçimsel olarak bile olsa, koruyabilen, fakat ekonomik olarak büyük ölçüde sömürgeci-emperyalist ülkelere bağlanan yarısömürgelerde de ilişkiler benzer bir gelişme göstermiştir(1).

İNGİLİZ SÖMÜRGECİLİĞİ: HİNDİSTAN ÖRNEĞİ
Bütün 18. yüzyıl boyunca İngiltere?nin Hindistan ile olan ilişkileri tek taraflı diyebileceğimiz bir biçimde gelişti.
İngiltere?de iktidarın, büyük ölçüde, plütokrasi ve aristokrasinin elinde olduğu bu devirde Hindistan, İngiltere tarafından görülmemiş bir biçimde sömürüldü ve talan edildi. 1793 yılında köylülerin topraklarından atılmasını amaçlayan Zamindarî ve 1818 yılında Ryotvari sistemlerinin uygulamaya konulmasıyla, Hindistan?ın hızla çözülmekte olan geleneksel toprak mülkiyeti biçimlerine son yıkıcı darbe vurulmuş oldu. İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan?daki uygulayıcısı Doğu Hindistan Şirketi (East India Company) aracılığıyla, İngiltere ve Hindistan egemen sınıfları arasındaki gerici ortaklık pekiştirildi. Henüz po litik iktidara ağırlığını koyamamış olan, fakat gittikçe gelişen İngiltere sanayi burjuvazisi, kendi mamullerini satabilmek için, İngiltere ve Avrupa pazarlarını Hindistan?ın geleneksel ihraç malı olan pamuklu kumaşlara kapatmak yolunda çaba gösterdi ve bunda başarıya ulaştı. Daha sonraları ise Hindistan?a pamuk ipliği ve pamuklu kumaş ihraç ederek yerli pamuklu sanayisini yıktı. 19. yüzyıl başladığı zaman İngiltere?nin Hindistan?daki iki yönlü görevinin birinci yönü, yani geleneksel yapıyı yıkmak, bütün hızıyla devam ediyordu.
Bu arada İngiltere?nin kendi içinde de sanayi burjuvazisinin gelişmesi sonucu güçler dengesinde değişmeler oldu. İngiliz plütokrasi ve aristokrasisinin kendi çıkarlarını korumak için koyduğu kısıtlayıcı ekonomik ve politik tedbirler sanayi burjuvazisinin  çıkarlarına aykırıydı. Manchesterli fabrika sahiplerinin önayak olduğu serbest ticaret hareketi, ticarete konulan kısıtlamaların kaldırılması yönünde çaba harcarken, parlamentoya yalnız plütokrasi ve aristokrasinin temsilcilerinin girmesini sağlayan seçim sisteminin değiştirilmesi için de mücadeleye başlandı. Bu mücadele Hindistan?a da yansıdı ve Hindistan, Marx?ın deyimiyle; İngiltere egemen sınıfları çıkarlarının bir ?savaş alanı? oldu(2).
1813 yılında Doğu Hindistan Şirketi, Hindistan ticareti üzerinde 1600 yılından beri koruduğu, tekelci durumunu yitirdi. Bu, sanayi burjuvazisinin bir zaferiydi. İngiltere?nin sanayi ürünleri artık Hindistan?da söz konusu şirketin denetimi olmadan satılabilecekti. İngiltere?de sanayi burjuvazisinin proletarya ve küçük burjuvazinin etkin desteğiyle yürüttüğü demokratik mücadele, 1832 yılında meyvelerini verdi ve seçim yasasında yapılan değişikliklerle sanayiciler parlamentoda temsil edilme olanağı buldu. Daha sonra, 1846 yılında, tahıl ithalatından yüksek gümrük vergisi alınmasını öngören ve dolayısıyla sınaî maliyetleri artıran yasaların kaldırılmasıyla sanayi burjuvazisi bir zafer daha kazandı.
Bu ve buna benzer değişiklikler sonucu Hindistan ticare tinin niteliği de değişti. O zamana dek Hindistan, İngiltere?ye ihracat yapan bir ülke görünümündeydi. Örneğin, 1780 yılında Hindistan?ın İngiltere?ye ihracatı 13 milyon sterline yakınken İngiltere?den ithalatı ancak 400.000 sterlin kadardı. Hindistan pazarının hiçbir kısıtlama olmaksızın İngiliz sanayi burjuvazisine açılmasıyla birlikte, Hindistan?ın İngiltere?den ithal ettiği mamul malların değeri giderek artmaya başladı. 1850 yılında 8 milyon sterline ulaşan ithalatın 5 milyon sterlinlik büyük bölümünü, serbest ticaretin öncüleri Manchesterli fabrikatörlerin pamuklu kumaşları meydana getiriyordu.
Plütokrasi ve aristokrasinin Hindistan?ı insafsızca talan etme istekleri artarken, İngiltere sanayi burjuvazisi, iki ülke arasındaki eşit olmayan değişim sonucu Hindistan?ın gittikçe yoksullaştığını ve giderek İngiltere?nin mamul mallarını satın alamayacak duruma geldiğini görüyordu. Hindistan?ın bir hammadde kaynağı olarak geliştirilmesinin çok önemsenmediği ve sermayenin ilkel birikiminin talan ve yağmayla gerçekleştirildiği bu dönem kapanmalı ve İngiltere?nin ?yapıcı? görevi başlamalıydı.
Gelişimin özünü kavramış gözlemciler 1853 yılında bu yeni dönemin başladığını ve elde edilecek sonuçların çok büyük değer taşıyacağını söylüyorlardı.(3) Böylece Hindistan, İngiltere sanayi burjuvazisinin istekleri yönünde, demiryolları ve sulama tesisleriyle donatılmaya başlandı. 1853 yılında ancak 20 mil uzunlukta olan demiryolları 1867 yılında 3.936 mil, 1900 yılında 24.760 mile erişti. Bu demiryolları, Hindistan üzerindeki politik denetimi kolaylaştırdığı gibi, hammaddelerin İngiltere?ye ulaştırılmasını ve İngiliz sanayi mallarının ülkenin en uzak köşelerine kadar girmesini de sağladı. İngiltere sanayisinin gereksinimlerini karşılamak üzere çivit, çay, kahve ve kauçuk plantasyonlarının teşvik edildiği görüldü. Jüt sanayisinin geliştirilmesi sonucu 1859 yılında 102 olan tezgâh sayısı 1890 yılında 15.213?e yükseldi(4).
Hindistan halkının bu gelişmelerden ne ölçüde yararlandığı sorusunu cevaplamak için sözü Marx?a bırakalım:
?İngiltere?deki yeni egemen sınıfl arın yerini sanayi proletaryası alıncaya, veya Hintliler İngiliz boyunduruğundan kendileri kurtulacak kadar güçleninceye dek, Hindistan halkı, İngiliz burjuvazisinin ektiği bu yeni toplum tohumlarının meyvelerini  toplayamayacak.?(5)
Kapitalist üretim biçiminin İngilizlerin istediği yönde ve biçimde geliştirilmesi, Hindistan halkının daha katmerli sömürülmesine yol açtı. Avrupa feodalizmindeki serfl erin bütün yükümlülüklerini fazlasıyla taşıyan, fakat serfl ere tanınan en basit haklara bile sahip olmayan köylüler feodal toprak sahiplerinin ve tefecilerin elinde daha da derin bir yoksulluğa düştüler. Ortalama % 600 faizle aldıkları borçları ödeyemeyen köylülerin çocuklarını satışa çıkarıp, yığınlar halinde köylerini bıraktıkları ve sık sık açlıktan öldükleri görüldü. İngiliz sanayi mallarının Hindistan pazarına egemen olmasıyla işlerini kaybeden zanaatkârların ve
topraksız köylülerin katıldığı ve çoğunlukla başını çektiği büyük halk ayaklanmaları başladı. 1857 yılındaki büyük ?isyan? kanlı biçimde bastırıldı, ama etkileri çok uzun süre duyuldu.
Tekeller öncesi İngiliz kapitalizminin Hindistan?ı sömürme sürecini şöyle özetleyebiliriz: Plütokrasi ve aristokrasinin gözü dönmüş sömürü biçimlerinin üzerine, İngiltere?de politik iktidara ağırlığını koyan sanayi burjuvazisinin istekleri doğrultusunda geliştirilen bir kapitalist yapının getirdiği sömürü eklenince, Hindistan ekonomisi bütün iç dinamiğini, dolayısıyla da bağımsız gelişme olanaklarını yitirdi. Tümüyle sömürgen ülkenin çıkarları doğrultusunda geliştirilen kapitalizm, İngiltere sanayi burjuvazisinin çizdiği sınırlar dışına çıkamadı. Hindistan?daki üretken güçleri kendi çıkarlarının elverdiği ölçüde geliştiren İngiltere, daha ileri gidebilecek bir süreci bilinçli olarak engelledi.
Böylece, Hindistan, çarpıtılmış ekonomik gelişmesinin gereği olarak, İngiliz sanayi malları için bir pazar ve çok zengin bir hammadde kaynağı durumuna düştü.
Ekonomik sömürünün yoğunlaştırılması ve ekonomik gelişmenin bu derece çarpıtılması, kuşkusuz, İngiltere?nin Hindistan üzerinde çok sıkı bir politik denetim kurabilmiş olması sayesin deydi. Sömürgelerden başka ülkelerde böyle bir mutlak politik denetim mekanizması kurulamayacağı için bu ülkelerin sömürülmesi, Hindistan örneğinde olduğu gibi haydutça ve apaçık olamazdı. Arjantin?e, Portekiz?e, Mısır?a, İran?a, Balkan ülkelerine, Osmanlı İmparatorluğu?na emperyalist sermayenin girmesi, önceleri ?serbest ticaret ilkeleri? sonraları ise ?normal ekonomik ilişkiler? çerçevesinde fabrika kurmak, demiryolu yapmak, maden işlemek gibi yollarla olacaktı.

EMPERYALİZM
Bilim, emperyalizmi ?kapitalizmin en yüksek aşaması, tekelci kapitalizm? diye tanımlar. Bilimsel incelemeler, emperyalizmin, kişilerin veya sınıfl arın seçişi dışında, kapitalizmin gelişmesinin  gereği olarak, varılması zorunlu bir aşama olduğunu gösteriyor.
Kapitalizmin eşit olmayan gelişmesi yasası uyarınca, bu aşamaya değişik ülkelerde değişik zamanlarda varıldı. İngiltere, kapitalist gelişmesini en önce tamamlamış olması sonucu, teknolojisini yeni koşullara göre yenileyemediği ve fazla sermayesini kolaylıkla ihraç edebileceği bir sömürge imparatorluğuna sahip olduğu için, tekelleşmenin ABD ve Almanya?ya göre daha yavaş meydana geldiği bir ülkeydi. Kapitalist gelişmesini daha geç tamamlayan ABD ve Almanya ise, çok daha modern teknoloji ile başlamak durumunda kaldıklarından, daha hızlı bir tekelleşme sürecine girdiler(6).
?Tefeci emperyalizmi? biçiminde gelişen Fransız tekelci kapitalizmi ise, ülke içindeki ekonomik gelişmeyi yavaşlattığı için, emperyalist kampa yukarıdaki üç ülkeden daha geç katıldı(7).
Rekabetçi kapitalizmden emperyalizme geçişi belirleyen koşullar, üretimin yoğunlaşması ve sermayenin merkezileşmesidir.
Kendi durumunu korumak veya iyileştirmek isteyen kapitalistlerin giriştiği rekabet, üretim tekniklerinin gelişmesi sonucu bu teknik ilerlemeye ayak uyduramayan kapitalistleri safdışı bırakırken, fiyatları düşürme yoluyla rakiplerini ifl asa sürükleyen güçlü bir kapitalistler grubu ortaya çıkarır. Teknik gelişme, fab rikaların büyümesini, işçi başına düşen makine ve araç sayısının artmasını gerektirir. Böylece üretim daha büyük ve daha modern işletmelerde yoğunlaşır.
Sermayenin merkezileşmesi ise kapitalist yarışma süreci içinde çok sayıda işletmenin daha az sayıda kapitalistler tarafından yutulması demektir. Böylece küçük işletmelerin sermayeleri, giderek, büyük şirketlerde merkezileşmeye başlar. Bir tek büyük şirketin yüzlerce daha küçük şirketi tamamıyla kontrol altına aldığı görülür.
Bu süreci kolaylaştıran ve hızlandıran önemli bir etken finansman ve kredi sisteminin gelişmesidir. Rekabetçi kapitalizm devrinde küçük kişisel işletmelerin, genişleme veya yeni teknoloji uygulama çabaları için gerekli olan sermaye, genellikle şirketlerin kendi kaynaklarından sağlanabiliyordu. 19. yüzyıl ortalarından sonra ise, pazarda tutunabilmek için eskisinden daha yüksek bir kâr oranına sahip olmak gerekti. Daha büyük ölçekte üretim yoluyla maliyetleri azaltmak kişisel kaynakların finanse edebileceği bir iş olmaktan çıktı. Kapitalistlerin sermayelerini ve ?küçük tasarruf sahipleri?nin kaynaklarını bir araya toplayarak daha geniş yatırımlara yönelten anonim şirketlerin kurulduğu ve sayılarının hızla arttığı görüldü. Dünya ekonomisinin bir bütün haline gelmesiyle pazarlar daha genişledi. Bu büyük pazarlar için yapılan üretim de o zamana kadar olduğundan daha geniş ölçekte olmak zorundaydı. Ölçek büyüdükçe ve bu ölçeği kârlı yapabilecek teknoloji gereksinimleri arttıkça finansman sorunları çok büyük önem kazandı. Kimya, elektrik, demir-çelik sanayisi gibi, hem modern teknoloji, hem de büyük ölçek gerektiren üretim dallarındaki yeni yatırımları, artık ne kişisel kaynaklar ne de tek bir anonim şirket finanse edebiliyordu.
Bu tür yatırımlar ancak bir bankanın veya bankalar grubunun açtığı kredilerle gerçekleştirilebiliyordu. İleri kapitalist ülkelerde sanayi sermayesi ve malî sermaye böyle ayrılmaz bir biçimde birbirine kenetlenirken, bankaların ve diğer kredi kurumlarının sermayelerinin merkezileştiği görüldü. Sanayideki tekelleşmenin yanı sıra meydana gelen bu oluşum içinde, daha çok banka sermayesi giderek daha az sayıda banka tarafından
kontrol edilmeye başlandı.
Karteller, tröstler ve sendikalar biçiminde gelişmeye başlayan tekeller için hammadde kaynakları yaşamsal bir önem taşıyordu. Hammadde kaynaklarını tekeline alan bir kartel, diğer kartellere karşı çok önemli bir avantaja sahip olabildiği gibi, tekelleşmemiş olan sanayi kuruluşlarını da baskı altına alabiliyordu. Üretim sürecinin hammadde kaynaklarından dağıtıma kadar her aşamasının, az sayıda bir tekelci grup tarafından kontrol edilmesi, kapitalizmin çelişkilerini keskinleştirdi.
Üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının kişisel mülkiyetinin yarattığı çelişki iyice belirginleşti.
Kapitalist üretim biçiminin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan tekelci kapitalizm, rekabeti ortadan kaldırmadı.
Tersine daha kuvvetlendirdi. Ne var ki, rekabetin en can alıcı biçimi, artık sayısız küçük işletme arasında değil, dev tekelci şirketler arasındaydı. Bu artış başarılı olanlar için ödül, daha önceleri olduğu gibi bir ihaleyi kazanmak veya pazarın biraz daha büyük bir payını ele geçirmek değil, bir veya birkaç üretim dalının tümüne yakın bir bölümüne veya bir ülkenin tüm hammadde kaynaklarına egemen olmak biçiminde beliriyordu.
Kendi ülkelerinin pazarlarını aralarında paylaşan tekeller gelişmelerinin yeni aşamasında, sermaye ihracı veya daha önce kazandıkları etki bölgeleri yoluyla, fiilen veya birbirleriyle anlaşarak dünya pazarını paylaştılar. Petrol, demir-çelik, elektrik ve gemicilik tekelleri daha 20. yüzyıl başlarında dünyayı ekonomik olarak aralarında paylaşmış bulunuyorlardı.
Uluslararası tekellerin bu ekonomik paylaşımının yanı sıra onların iktidarları altındaki emperyalist ülkeler, tekellerin çıkarları gereği, dünyayı politik olarak bölüşme yarışına girdiler.

Sömürge imparatorlukları kurmak ve yarı-sömürge ülkeleri etki alanları yoluyla paylaşmak, tekellerin iki önemli ekonomik gereksinimine aynı zamanda cevap veriyordu. Bunlardan birincisi sermaye ihracıydı. Rekabetçi kapitalizm devrinde meta ihracı büyük öneme sahipken tekelci kapitalizmin en belirgin ekonomik özelliği sermaye ihraç etmek oldu. Kapitalizmin ulaştığı bu son aşamada emperyalist metropollerde bir sermaye fazlası ortaya çıktı. Metropol ülkelerde yapılan yatırımların artması, sermayenin organik bileşimini yükselteceği ve dolayısıyla da kâr oranını düşüreceği için tekeller, belirli bir düzeye erişmiş olan kâr oranlarını korumak veya yükseltmek yolunda, fazla sermayelerini, sermayenin kıt, kâr oranlarının yüksek olduğu alanlara yönelttiler. Sömürge ve yarı-sömürge ülkeler bu iş için biçilmiş kaftandı. Doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve devlet borçları biçiminde gelişen sermaye ihracı, bu ülkelerdeki hammadde kaynakları üzerinde yoğunlaştı. Böylece, metropollerde yüksek kâr getirmeyecek sermaye fazlalarını ihraç eden tekeller, aynı zamanda, en önemli sorunlarından biri olan hammadde gereksinimlerine de bir çözüm bulmuş oluyorlardı.
İncelediğimiz sürenin son yılı olan 1913?te, dünyada, tekeller ve emperyalist güçler tarafından şu veya bu biçimde paylaşılamayan ?sahipsiz? ülke kalmamıştı. Artık ?kaçınılmaz? olan tek yol, dünyayı yeni baştan paylaşmaktı.
Bu dönem için de Hindistan örneğini incelemeye devam edersek, İngiliz tekellerinin Hindistan?da kârlı bir biçimde çalışabilmeleri için gerekli olan bütün koşulların serbest ticaret döneminde hazırlandığını görürüz. Söz konusu koşullardan en önemlisi kuşkusuz demiryollarıdır. Hindistan?da kurulan sömürge hükümetinin kendi çabaları ve İngiltere hükümetinin desteklediği özel şirketlerin faaliyetleri sonucu kurulan demiryolları, sermaye ihracını gerçekleştirdiği gibi, Hindistan pazarını, en ücra köşelere dek, İngiliz sermayesine açtı. 1867 yılına gelindiği zaman Hindistan?da demiryolu yapan ve işleten İngiliz şirketlerinin toplam yatırımları 75 milyon sterline ulaşmıştı.
Bir taraftan sömürge hükümetinin, diğer taraftan özel şirketlerin çabalarıyla gerçekleşen bu yatırımların % 5 kâr getirmeleri İngiltere hükümeti tarafından garanti edilmişti. Eğer yıllık ortalama kâr bu oranın altına düşerse hükümet şirketlere ödeme yaparak % 5 kâr oranını gerçekleştiriyordu.
Para-meta ilişkilerini geliştiren ve dünya pazarı için hammadde üretimini teşvik eden demiryolu yapımı Hindistan?ın çeşitli bölgelerini belirli ürünler üzerinde uzmanlaşmaya itti.
Pencap buğday, Bengal jüt, Maharaştra pamuk, Assam çay, Madras kök bitkiler üretiminde uzmanlaştı. Demiryollarının, kaçınılmaz olarak yerli sanayinin gelişmesini teşvik edeceğini gören İngilizler, bu gelişmeyi başlamadan köreltmek için karmaşık bir tarife sistemi uygulamaya başladılar. Limanlar ile üretim ve yerleşme merkezleri arasında taşınan mallardan daha az taşıma ücreti alınırken, ülkenin kendi ürünlerini merkezler arasında taşıyan demiryollarında çok yüksek ücretler uygulandı. Limanları hammadde kaynaklarına bağlayan ana demiryollarının standart genişlikte olmasına karşılık iç ulaşımı sağlayan ikincil yollar çeşitli genişlikte yapılmıştı. Bu demiryollarının kesiştiği noktalarda, bir trenden diğer trene aktarma yapmak çok pahalıya mal oluyordu. (Çeşitli hatların bilinçli olarak değişik genişlikte yapılması, ihracata yönelik olmayan doğal kaynakların geliştirilmesini önledi.) Sonuç olarak ihracat veya ithalat malları hiç aktarma yapmadan limanlara veya yerleşme merkezlerine ulaşırken, iç tüketim için bir kentten diğer kente buğday veya pamuk büyük harcamalar gerektiriyor ve büyük zaman kaybına yol açıyordu. O kadar ki, zengin kömür yataklarına sahip Raniganj?dan komşu eyaletlere kömür götürmek, İngiltere?den kömür ithal etmekten daha pahalı oluyordu.
Amerikalı bir gözlemcinin dediği gibi:
?Demiryolları, Hindistan?ın doğal kaynaklarını dünya pazarına açtı ve İngiltere’nin Hindistan için mal üreten bir ülke olmasını sağladı; ama Hindistan’ın da kendisi için mal üreten bir ülke olmasını önledi.?(8)
20. yüzyıl başladığı zaman İngiltere’nin Hindistan’daki toplam demiryolu yatırımları 227 milyon sterline ulaşmıştı. 1913 yılına kadar yapılan 34.600 mil uzunluğundaki demiryollarının 17.600 mili geniş hat, 14.400 mili standart hat, geriye kalan 2. 600 mili ise dar hat olarak yapılmıştı(9).
Tekellerin yüksek bir kâr oranı elde etmesini kolaylaştıran ikinci önemli altyapı yatırımı türü sulama tesisleriydi.
1903 yılında 174 milyon dönümlük bir alana yayılan sulama  işleri, Hindistan?ın bir hammadde kaynağı haline gelmesini daha kolaylaştırdı. Sulanan topraklarda üretimin hızla artması, sömürge hükümetine yüksek vergi kaynakları sağladı.

Köylülerden alınan sulama ücretleri, bu tesisleri çok kârlı yapıyordu.
Örneğin, Pencap?taki sulama tesisleri her yıl net % 10,5 kâr getiriyordu. Hindistan?in para birimi Rupi?nin, İngiliz emperyalizminin istekleri doğrultusunda, hiç gereği yokken revalüe edilmesi, para piyasasının bu isteklere göre düzenlenmesi ve İngiliz sermayesi ile çalışan işletmelere kredi alanında ayrıcalıklar sağlanması, hep tekellerin ekmeğine yağ süren gelişmelerdi.
Gerekli altyapı ve üstyapı değişikliklerinin tamamlanmasından sonra İngiltere?nin Hindistan?a giderek artan bir biçimde sermaye ihraç ettiği görüldü. 1898 ve 1913 yılları arasında İngiltere?nin Hindistan?da, toplam 2 milyar sterlin yatırım yaptığı tahmin ediliyor. 1915 yılında, demiryolları, makine fabrikaları, dökümhaneler ve jüt fabrikaları dışında 10 sınaî üretim dalında 1.114 işletmede çalışan 772.600 işçinin 460.000?i İngilizlere ait işletmelerde çalışıyordu. Hemen hemen tümü İngilizlere ait olan diğer işletmeler (demiryolları, jüt fabrikaları vb.) buna eklenirse, Hindistan ekonomisinin ne denli İngilizlerin kontrolü
altında olduğu anlaşılır(10).
İngiltere tekellerinin Hindistan?daki çıkarları, Doğu Hindistan Şirketi?nin dağılmasıyla her yerde mantar gibi türeyen ticaretevlerinin öz ve biçim değiştirmesiyle ortaya çıkan ve yönetici acente (managing agency) diye tanınan şirketler tarafından korunuyordu.
İngiliz tekellerinin sermayesiyle kurulan Hint bankalarının yönetimine kesin bir biçimde egemen olan bu acenteler, kredi ve finansman işlerini denetledikleri gibi, yeni şirketlerin nerede, ne zaman ve ne kadar sermayeyle kurulacaklarına da karar veriyorlardı.
Emperyalizmin ne demek olduğunu en somut biçimde yansıtan yönetici acentelerin, Hindistan ekonomisine nasıl egemen olduğunu görmek için bir örnek yeter: 1930 yılında jüt, çay, elektrik, yapım, ulaşım, şeker ve kömür dallarında üretimin tümünü yapan 375 şirketin bütün sermayesi 25 yönetici acenteye aitti. Bu yönetici acentelerden birisi olan Shaw, Wallace ve Ort., 5 kömür şirketi, 1 kalay, 3 gübre, 16 çay, 8 sigorta, 2 gemicilik ve 6 diğer şirkete; bir diğer yönetici acente olan Gillanders, Arbuthnot ve Ort. ise 45 şirkete egemendi(11).
Tekellerin egemenliği ve sermaye ihracı yönleri ile rekabetçi kapitalizm döneminden ayrılan emperyalizm çağında, sömürünün özü aynı kalmakla birlikte biçimi değişti. Geri kalmış ülkelerin sömürüsünde en büyük rolü, metropol ülkelerde egemenliğini kuran dev tekellerin uzantıları olan şirketler üstlendi. Bu şirketler kendi ülkelerinde elde edebileceklerinden daha yüksek kârlar sağlıyorlardı. Örneğin 1878 yılında Fransa?da ülke içinde faaliyet gösteren şirketlerin ortalama % 4,1 kâr dağıtmasına karşılık yabancı ülkelerde yatırım yapan Fransız şirketleri ortalama % 5,5 kâr dağıtıyorlardı. 1903 yılında bu oranlar % 3,1 ve % 4,2, 1911 yılında ise % 3,4 ve % 4,6 idi. İngiltere?de ise İngiliz demiryolu şirketleri ortalama % 4,7 kâr dağıtırken, yabancı ülkelerde yatırım yapan İngiliz şirketlerinin dağıttığı kâr % 5?in altına düşmüyordu(12). Anonim şirketler yolu ile yabancı ülkelere ihraç edilen sermaye, devlet maliyesinden plantasyonlara kadar çok geniş bir alanda kullanılıyordu.
Bütün 19. yüzyıl boyunca İngiltere en çok sermaye ihraç eden ülke görünümünde idi. Bu sermaye ihracı, önceleri diğer devletlere borç vermek biçiminde geliştiyse de sonraları demiryolları ve madenlere yapılan yatırımlar daha büyük önem kazandı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere?nin yabancı ülkeler demiryollarında 1,5 milyar sterlin, madenlerde 273 milyon sterlin, ticarî şirketlerde ise 150 milyon sterlinlik yatırım yapmış olduğu tahmin ediliyor(13).
İngiliz yatırımcılarının coğrafî dağılışı bu sermaye hareketinin özellikle 1880?lerden sonra İngiliz İmparatorluğu ülkelerine yöneldiğini göstermektedir. Bunun yanı sıra, ABD, Rusya, Mısır ve Latin Amerika ülkeleri de İngiliz sermayesinin bol olarak aktığı ülkeler arasındadır.
Osmanlı İmparatorluğu?na gelince; Osmanlı İmparatorluğu?ndaki İngiliz yatırımlarının miktarı hakkında birçok tahmin vardır. Tahminlerin değişik olmasının nedeni Osmanlı İmparatorluğu olarak tanımlanan alanın sürekli değişiklikler göstermesine ve değişik tahmin yöntemleri kullanılmasına bağlanabilir.
Birinci Dünya Savaşı?ndan önce Türkiye?deki İngiliz yatırımlarının 32 milyon sterlin ve 18,7 milyon sterlin olduğunu ileri süren iki tahminin yanı sıra(14), H. Feis ve V. Eldem?in tahminleri 24 milyon sterlin üzerinde birleşiyorlar(15). Bu 24 milyonun 10 milyonunun Osmanlı borçlarının ödenmeyen bölümü, 5 milyonunun demiryolları yatırımı, kalanının ise bankacılık, madencilik, tarım ve sanayi yatırımı olduğu söyleniyor.
Osmanlı İmparatorluğu?nun Avrupa banka sermayesiyle olan ilişkileri, yani Osmanlı borçları konusu, değişik yazarlar tarafından enine boyuna incelendiği halde(16) Türkiye?deki özel İngiliz sermayesi hakkında yapılmış sistematik bir çalışma yok.
Bu tür yatırımların miktarını kesin olarak saptamak olanağına sahip değilsek de, Türkiye?de ticaret yapmak, fabrika açmak, maden işletmek gibi amaçlarla Londra?da kurulmuş olan İngiliz şirketlerinin sayısı ve sermaye durumu bize bu konuda kabataslak bir fikir verebilir. İngiltere Ticaret Dairesi (Board of Trade) arşivlerine göre 1850-1913 yıllarında bu amaçlarla kurulan şirketlerin sayısı en az 166?dır ve sermayeleri 10.000 sterlin ile 1.000.000 sterlin arasında değişmektedir.
Bu şirketlerin sayısı en az 166?dır diyoruz; çünkü kanunlara göre tescil edilen ve sonradan faaliyetlerini durdurup evraklarını Ticaret Dairesine devreden şirketleri gösteren indekste 700.000?e 70 Orhan Kurmuş yakın şirketin adı vardır(17). Bu adları tek tek kontrol etmek ve Türkiye?de faaliyet gösterip göstermediklerini saptamak imkânsız olduğu için şu yolu izledik: Türkiye?de sermaye yatırımı yapan şirketlerin Türkiye ile iş yaptıklarını göstermek amacı ile şirketin adına bu olguyu yansıtacak kelimeler koyacağını varsayarak ?Asia Minor?, ?Anatolia?, ?Constantinople?, ?Smyrna?, ?Ottoman?, ?Turkish? gibi alfabetik bölümleri inceledik. Bu yolla bulunan şirketlerin sayısı 166?dır. Bu yöntem, Türkiye?de yatırım yapması muhtemel olan ve adında ?Anglo-Eastern?, ?Levant?, ?Oriental? vb. kelimeler bulunan şirketleri dikkate almadığı gibi kurucularının veya ortaklarının adlarını taşıyan şirketleri de, örneğin T. Bowen and Co. Ltd., MacAndrew and Forbes Ltd., Abbot?s Emery Mines Ltd., kapsam dışı bırakmaktadır. Bu şirketlerden başka, Türkiye?de yatırım yapan, fakat faaliyetlerini sürdürdüğü için Ticaret Dairesi arşivinde dosyası olmayan şirketlerin yanı sıra, İngiltere veya Türkiye?de İngiliz sermayesi ile kurulan ve tescil edilmeyen ortaklık biçimindeki şirketlerin sayısı da göz önüne alınırsa, Türkiye?deki İngiliz özel sermayesinin önemi belirmiş olur.

ULUSLARARASI POLİTİKA SORUNLARI
Osmanlı İmparatorluğu?nun hızla dağılması ve bu dağılma sonunda İmparatorluktan kopan parçaların hangi Avrupa devleti tarafından yutulacağı sorunu, ?Doğu Sorunu? denen ünlü uluslararası politika oyununun özünü oluşturur. Bütün 19. yüzyıl boyunca bu dağılmayı kendi çıkarlarına göre biçimlendirmek işini üstlenen ülkeler değişen koşullara bağlı olarak değişmiş, Osmanlı İmparatorluğu?ndan en büyük payı alacağını uman bir ülke, belirli bir dönemde dağılmanın en büyük destekleyicisi gibi görünürken, bir başka dönemde, değişen koşulların sonucu, Osmanlı İmparatorluğu?nun ?birliğini? koruma çabalarının en büyük yardımcısı olmuştur. Emperyalist ülkeler arası çelişkilerden yararlanarak İmparatorluğun kaderini bu çelişkilere bağlayan bir denge politikası gütmeye çalışan Osmanlı yöneticilerinin ne denli başarısız olduğunu tarih göstermiştir.
Bu oyunun belli başlı aktörlerinden birisi İngiltere?dir. İngiltere, genel olarak, Osmanlı İmparatorluğu?nun dağılmasını istemez görünür. Diğer ülkelerin, özellikle Çarlık Rusyası?nın, topraklarını genişletmesini istemediği için ve Osmanlı pazarını bu ülkelere kaptırmak işine gelmediğinden, dağılma süreci yavaşlatılmış,
İngiltere ile ekonomik ve siyasal bağları güçlendirilmiş bir Osmanlı İmparatorluğu arzular İngiltere. Ama Osmanlı İmparatorluğu?nu dağıtmadan, ayakta tutarak sömürmek için yapılması gereken işler vardır(18). Temelinde, İngiltere ile olan ilişkilerin daha geniş çaplı ve daha düzenli olmasını sağlamaya yönelik işlerin yapılmasını teşvik eden ve adına genellikle ?reform hareketi? denen tedbirlerle Osmanlı devletinin parçalanması, İngiltere?nin istediği yönde ve ölçüde, durdurulmaya veya kontrol edilmeye çalışılmıştır. Bu oluşumun kaçınılmaz bir sonucu olarak Türkiye?de kapitalist ilişkiler gelişmiş ve ülke her şeyiyle dışa bağlanmıştır.
Sonraları Osmanlı İmparatorluğu?ndaki başarılı hizmetlerinden ötürü Lord Stratford de Redcliffe unvanını alan Stratford Canning 1842 yılında İngiltere büyükelçisi olarak İstanbul?a gönderildiği zaman, asıl görevi bir reform hareketini başlatmak ve geliştirmek olarak saptanmıştı. Diplomatik dille söylenirse, İngiltere?nin varsayımı şu idi: Yönetsel ve parasal olarak İngiltere?nin istediği kadar güçlü bir Osmanlı devleti, içten ve dıştan gelen tehlikelere karşı bütünlüğünü daha iyi koruyabilir.
Osmanlı malî sisteminde yapılması düşünülen reformlar, mülkiyet hakkının garanti edilmesi, yabancıların taşınmaz mal edinmelerini sağlayan yasalar, ulaşım olanaklarının artırılması gibi tedbirler hep bu amaca yönelmişti.
Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasındaki ilişkiler bu süreç içinde öyle bir biçimde gelişti ki, Türkiye, 1870?lerin sonuna doğru, bir İngiliz yazarının Türkiye: Koruyuculuğunu Yaptığımız Yeni Bir Ülke adı altında kitap yazabileceği ölçüde İngiltere?nin politik ve ekonomik denetimi altına girdi.
Türkiye?nin Osmanlı Hükümeti tarafından mı, yoksa kendisine Elçi Sultan denilen Stratford Canning tarafından Tarabya?daki İngiltere Büyükelçiliği?nden mi yönetildiği bile tartışılır oldu. Yüksek rütbeli bir Osmanlı yöneticisinin yerinden alınması için İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarının ?Şu Namık Paşa?yı yerinden kaydıralım, kendisi çok zararlı bir kişi? diye kısa bir not yazması, buna cevap olarak da Dışişleri Bakanı?nın ?Stuart?a yaz, yerine Tevfik Paşa?yı getirtsin? demesi yetiyordu.(19)
İngiltere?ye karşı, değil düşmanlık göstermek, İngilizlerin iyi niyetinden kuşkulanmak bile vatan hainliği sayılabiliyordu. Padişahın özel sekreterliği görevinden alınıp Ankara?ya sürülen Sait Paşa, İngiliz büyükelçisi A. H. Layard?a yazdığı bir mektupta şöyle diyor:
?Türkiye?nin güçlü ve bağımsız bir imparatorluk olarak devam etmesinde yalnız İngiltere’nin çıkarı olduğu konusunda Ekselânslarının görüşüne tümüyle katılıyorum… Anlayamadığım şey şu: Acaba nasıl oluyor da bazı bakanlarımız İngiltere’nin iyi niyetinden ve içtenliğinden kuşkulanabiliyorlar?
Gerçek şu ki, bu adamların cahilliği, onları vatanlarının düşmanı yapabiliyor.?(20)
Yüksek yöneticiler arasında İngiltere?ye bağlılık o kerteye varmıştı ki imzasını ?İngiltereli? diye atan bir yüksek memur, belki de bir bakan, Bakanlar Kurulu görüşmelerinin en gizli noktalarını bile düzenli raporlarla İngiltere büyükelçisine bildirmekte bir sakınca görmüyor(21) ve bu davranışına şu gerekçeyi gösteriyordu: ?Osmanlı devletinin çıkarlarını gerektiği gibi koruyabilmesi için İngiltere, devlet sırları da dahil, her şeyi bilmek zorundadır.?
Bu açıdan bakıldığı zaman ?Emperyalizm Türkiye?ye kendisi mi geldi, yoksa biz mi davet ettik? tartışması hiçbir anlam taşımadığı gibi, tarihin akışı içinde, koşullara göre kaçınılmaz bir sürecin sorumluluğunu şu veya bu paşaya yüklemek de yanlış olur. Çünkü, emperyalizm bir seçiş değil bir süreçtir. O zamanki dünya koşulları çerçevesinde, kapitalizmin uzandığı her yerde emperyalizmin dolaylı veya dolaysız etkisini duymamak olanağı yoktu.
Reform hareketlerinin yalnız dış etkenlere bağlı olarak ve onların seçimleri sonucu uygulandığını söylemek hem yanıltıcı hem de yanlıştır. Avrupa, özellikle de İngiliz kapitalizminin, reform tasarıları ve uygulamaları üzerinde belirli bir etkisi olduğunda kimsenin kuşkusu yoktur. Ama esas sorun, Osmanlı toplumunun bu değişiklikleri gerektirecek bir gelişme düzeyine erişip erişmediğidir. Unutmamak gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu, iç dinamiği Hindistan gibi körletilmiş bir ülke değildir.
Bu konuda ikinci bir yanlış görüş de, reform hareketinin yalnız yasal değişiklikler gibi üstyapı düzenlemelerinden oluştuğunu iddia etmek olarak beliriyor. Bu yanılgının kaynağı, reform hareketini dar anlamıyla almak ve 1830?lardan 1870?lere kadar uzanan  bir süre içinde olan gelişmeleri ihmal etmek anlamına gelir.

İNGİLTERE KAPİTALİZMİ VE OSMANLI İMPARATORLUĞU:
BATI ANADOLU?NUN ÖNEMİ

İngiliz sermayesinin Türkiye?ye nasıl girdiğini ve ne tür bir ilişkiler bütünü yarattığını bütün ayrıntıları ile inceleme olanağı yok. Bilimsel olarak ortaya konduğu gibi, ?Kapitalizm, yağmacı niteliğinin bütün görüntülerine, ulusal ve tarihsel gelişmesinin en ince ayrıntılarına kadar tümüyle, hiçbir zaman incelenemez?(22).
Tarihsel verilerin yetersizliğinin yanı sıra, böyle bir inceleme, ayrıntılar arasında kalıp asıl canalıcı gelişmeleri gözden kaçırma tehlikesini yaratır. Bu yüzden araştırmamızın coğrafi alanını daraltıp, bölge olarak emperyalizmin ilk ilişki kurduğu Batı Anadolu bölgesini incelemeyi seçtik. Kapsam olarak ise önemli gördüğümüz ekonomik faaliyet dallarını inceledik.
Biraz ileride de değineceğimiz gibi, Batı Anadolu bölgesi, İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ticaretin en yoğun olduğu bölgelerden biriydi. Kökü çok eskilere giden iç ve dış ticaret sayesinde, bölgede, para-meta ilişkileri, İmparatorluğun diğer bölgelerine göre daha gelişmiş bir görünümdeydi. Ekilebilir verimli toprakların geniş bir alan kapladığı Batı Anadolu, İmparatorluğun diğer kentleri ve dış dünya ile olan ilişkilerini fırtınalara kapalı bir limana sahip olan İzmir aracılığıyla yürütüyordu.
İzmir, aynı zamanda, antik çağlardan beri, Akdeniz ile Anadolu?yu birleştiren kervan yolunun başlangıç noktasıydı.
Kısaca, Batı Anadolu, 19. yüzyılda İngiliz kapitalizminin rahatlıkla sızabileceği bir bölge olarak görünüyordu.
Bu çalışmada Batı Anadolu bölgesini, İzmir?deki İngiltere Başkonsolosluğu?nun diplomatik anlaşmalarla saptanmış çalışma bölgesi olarak tanımlıyoruz. 19. yüzyılda bu bölgenin içine Aydın vilayetinin tümü, Hüdavendigâr vilayetinin güney ucu ve Konya vilayetinin güney-batı kesimleri giriyordu. Bugünkü yönetsel sınırlara göre bu alan, İzmir, Aydın, Manisa, Uşak, Muğla, Burdur ve Denizli illerinin tümünü, Antalya, Isparta, Afyonkarahisar, Balıkesir ve Kütahya illerinin bazı bölümlerini kapsamaktadır.

OSMANLI İMPARATORLUĞU?NUN
SERBEST TİCARETE AÇILMASI: İLK AŞAMA

İngiltere?nin Hindistan?la olan ticaretini 1600 yılından beri tekelinde tutan Doğu Hindistan Şirketi?nin, 19. yüzyılın ilk çeyreği içinde, serbest rekabet sloganıyla ortaya çıkan sanayi burjuvazisinin çabaları sonunda nasıl yıkıldığını daha önce gördük.
1581 yılında kraliçe Elizabeth I tarafından verilen ve daha sonraları sürekli olarak yenilenen bir berat sayesinde İngiltere?nin bugünkü Doğu Akdeniz olarak tanımlayabileceğimiz Levant ile olan ticaretini ele geçiren Levant Şirketi (Levant Company) de gittikçe kabaran serbest ticaret dalgası karşısında adım adım gerileyerek imtiyazlarından vazgeçmek zorunda kaldı.
İstanbul, Halep ve İzmir?de olmak üzere üç önemli merkeze sahip olan Levant Şirketi, İngiltere ve İngiliz sömürgelerinin Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bütün ticareti tekeline almıştı. Şirket üyesi olmayan tüccarların Doğu Akdeniz ile ticaret yapmaları kesin olarak yasaklandığı gibi üye tüccarların ticareti de şirket yönetim kurulu tarafından sıkı bir biçimde denetleniyordu(23).
Ticaretin hiçbir kısıtlamaya bağlı olmadan geliştirilmesini savunan İngiltere sanayi burjuvazisi, hücumlarını Levant Şirketine de yöneltmekte gecikmedi. Şirketin tekelci imtiyazının kaldırılması ve Osmanlı pazarının kendine güvenen herkese açık tutulması yolunda yoğun bir propaganda kampanyası başlatıldı. Bir İngiliz gözlemciye göre:
?Eski düzenin yeni baştan kurulması gerektiği gerçeği apaçık ortaya çıktı. Politik atmosfer serbest ticaret fikirleriyle doluydu. Bir seçkinler kulübü olarak gelişen, aristokratik görünümlü Türkiye Tüccarları Şirketi (Levant Şirketi) bu isteklere boyun eğmek zorundaydı.?(24)
Şirketin imtiyazının geri alınması yolunda baskılar, 1820 yılında iyice yoğunlaşır. Şirket, Osmanlı İmparatorluğu ile ticaretini gayet kârlı bir biçimde yürütüyor ve geliştiriyordu. Örneğin 1822 yılında 972.477 sterlin olan ihracat, 1824 yılında 1.397.509 sterline yükselmişti. İthalat da buna benzer bir gelişme gösteriyordu.
1822 yılında, 1.380 ton kuru üzüm ithalatı, 1824 yılında 4.004 tona yükseldiği gibi, afyon, ipek, moher, kökboya ithalatı bu süre içinde iki misline, palamut ithalatı ise beş misline çıkmıştı. Ne var ki, bu kârlı ticaret, Şirket üyesi birkaç tüccarın elindeydi ve herkesin pay almasına izin verilmiyordu.
İmtiyazın Parlamento tarafından yenilenme zamanı yaklaştıkça propaganda çalışmaları da arttı. Gizli veya açık biçimlerde, Şirket?e, imtiyaz süresini uzatmaya çalışmaktan vazgeçmesi gerektiği ve eğer bu işe gönüllü olarak razı olmazsa Parlamento?nun imtiyazı uzatmayacağı tehditleri savrulmaya başlandı. Bu çabalar sonucunu verdi ve 1825 yılında yapılan genel kurul toplantısında Şirket kendi kendini feshetti. Şirket yöneticilerinin gösterdiği gerekçe şuydu:
?İmtiyazı aldığımız tarihten bu yana çok şey değişti. O zamanlar ülkemizin ticarî çıkarlarını yücelten tedbirlerin şimdi bu çıkarlara çok zarar verdiğini görüyoruz.?(25)
Gerçekten de çok şey değişmiş, 17. ve 18. yüzyılların zayıf sanayi burjuvazisi güçlenerek politik iktidara ağırlığını koymuş ve İngiltere ekonomik ve sosyal yaşamımızın her cephesine damgasını vurmuştu. Levant Şirketi?nin feshiyle özgürleştirilen ticareti, sanayi burjuvazisinin ilkeleri çerçevesinde yürütmek için 2 milyon sterlin sermayeli Yeni Levant Serbest Ticaret Şirketi (New Levant Free Trading Company) kuruldu(26). Bu şirket başarılı olamadı ve kısa sürede dağıldı. Başarısızlığın nedeni İngiltere?de değil Türkiye?de yatıyordu. Doğu Akdeniz ticaretindeki tekelin kalkmasıyla bütün yükümlülüklerinden kurtulan Türkiye?deki İngiliz tüccarları, şirketten boşalan yeri doldurmak için hemen işe girişmişler ve kurdukları aile şirketleriyle İngiltere?nin Osmanlı İmparatorluğu ile olan ticaretine egemen olmuşlardı(27). 1810 yılına kadar İngiliz gemilerinin ticaretine açılmayan Karadeniz kıyılarında İngiliz tüccarlarının örgütlenmeleri uzunca bir zaman aldı. Fakat İstanbul, Halep ve İzmir gibi kentlerde birkaç yıl içinde birçok şirketin kurulduğu ve geliştiği görüldü.
Bunlar arasında en önemli olan Whittall ve Ortakları şirketi idi. 1811 yılında İzmir?e yerleşen Charlton Whittall tarafından kurulan bu şirket, Lee ve Barker ailelerinin kurdukları ticaretevleri ile birlikte İzmir?in İngiltere ile olan ticaretini yürütmeye başladı(28). 1827 yılında, Fransa?dan gelen Charnaud ve La Fontaine aileleri İzmir?e yerleştiler. İngiltere Parlamentosu özel bir yasa ile bu iki ailenin bireylerini İngiliz vatandaşlığına kabul etti(29). Levant Şirketi artıklarından olan Hayes ve Ortakları şirketinin küçük birer ortağı olarak işe başlayan Charnaud ve La Fontaine aileleri(30), Whittall, Lee ve Barker aileleriyle karışarak kısa sürede güçlü bir ticaret ağı kurdular(31). 1840 yılında, İzmir?deki İngiliz ticaretevlerinin sayısı 35?e yükseldi(32).
İstanbul?da da bir şubesi bulunan Whittall şirketi bunların en güçlüsüydü. Daha sonra değineceğimiz gibi, giderek gelişen ve İmparatorluk içinde bir imparatorluk haline gelen bu şirketin, 20. yüzyıl başlarında Anadolu?nun çeşitli köşelerinde 48 şubesi vardı.
İzmir?deki İngiliz ticaretevleri, faaliyetlerini Rum, Ermeni ve Yahudi komisyoncular aracılığıyla yürütüyorlardı. İleride tekrar döneceğimiz bu konuya burada kısaca değinmekte yarar görüyoruz.

AZINLIKLARIN YERİ
Emperyalizmin Batı Anadolu?ya girme sürecini bu bölgedeki etnik grupların, özellikle Rum ve Ermenilerin ekonomik ve sosyal gelişme süreçlerinden ayrı olarak inceleyemeyiz. Daha sonra da görüleceği gibi Rumlar ve Ermeniler Avrupa sermayesinin Batı Anadolu?ya girmesi ve yerleşmesi sürecinde önemli bir rol oynadılar. Bölgeyi ve gelenek göreneklerini yakından tanımaları, ticaret ilişkilerinde bulundukları Türk halkının dilini bilmeleri, ticarî deneyim ve becerileri onları Avrupalılar için vazgeçilmez, doğal bir ortak niteliğine yükseltti. İzmir?deki ticaret kolonisi ile bölgenin içerilerindeki üreticiler arasındaki tek bağ Rum ve Ermenilerdi. Onlar olmadan ithal edilen Avrupa malları satılamayacağı gibi, Batı Anadolu?nun ihraç malları da üreticilerden toplanıp İzmir?e, oradan da Avrupa pazarlarına gönderilemezdi.
Bütün Osmanlı İmparatorluğu?nda İstanbul?dan sonra en kozmopolitan bölge Batı Anadolu idi. İzmir?de ve daha içerilerde yerleşmiş Rum, Ermeni ve Yahudi toplumları olduğu gibi, çeşitli Avrupa uluslarının temsilcileri de İzmir?de ticaret kolonileri kurmuştu.
İzmir şehri ise ekonomik ve sosyal yönden birbirinden büyük farklılıklar gösteren dört alana bölünmüş durumda idi.
Avrupalılar şehrin batısında, deniz ile Ermeni mahallesi arasında kalan lüks ve bayındır Frenk mahallesinde oturuyorlar, Rumlar ise şehrin kuzeyinde yerleşmiş bulunuyorlardı. Yahudiler Frenk mahallesinin güney sınırları ile Ermeni mahallesi arasına sıkışmışlardı.
Türkler ise şehrin en güneyinde yaşıyorlardı(33). Uzun yıllar boyu Türklerin sayısı şehir nüfusunun üçte birini geçmediği için İzmir, İmparatorluk halkı tarafından ?Gâvur İzmir? diye adlandırılmıştı.
İzmir nüfusunun büyük çoğunluğunu ve içerideki kentler nüfusunun % 25 – % 85?ini meydana getiren Rum, Ermeni ve Yahudiler ekonomik bakımdan son derece güçlüydüler. Küçük ticaret ve sanayi, bankacılık ve kıyı ticareti hemen hemen tümüyle onların elindeydi(34). Yahudiler daha çok parasal işlerle uğraşırken, en ücra köşelerdeki bakkal dükkânları bile Rumların veya Ermenilerin konrolü altındaydı. Rumlar aynı zamanda sokak satıcılığından nalbantlığa, değirmencilikten kahveciliğe kadar her tür işle uğraşıyordu. En başarılı oldukları alan ticaret, özellikle komisyonculuk idi. Kısaca söylemek gerekirse canalıcı birçok ekonomik faaliyete azınlıklar hâkimdi(35).
Bu etnik gruplar arasındaki ekonomik ve sosyal ilişkilerin ardında çok yoğun bir yarışma, kıskançlık ve zaman zaman kanlı çatışmalarla sonuçlanan bir düşmanlık ve nefret havası vardı. Yahudiler hem Rum ve Ermenilere hem de Avrupalılara düşmandılar. Türkler ise genellikle Yahudilerle iyi geçiniyorlar, Yahudileri Rum ve Ermenilere karşı koruyorlar, hatta Yahudilerle birlikte Rum ve Ermenilere karşı tertiplere girişiyorlardı.
Ermeni ve Rum toplumlarıyla yakın ilişkiye giren Yahudilerin, Yahudi toplumu tarafından ?aforoz? edildiği sık sık görülüyordu(36). Etnik grupların üyeleri arasında hemen hemen günün her saatinde görülen bireysel kavga ve münakaşaların ötesinde sık sık Yahudilerin aleyhinde tertipler görülüyor ve Yahudi dükkânları ve evleri yağma edilerek Yahudiler öldürülüyordu. Örneğin 1872 Mayıs ve Haziran aylarında Rumlar ve Ermeniler birlikte Yahudi mahallesine saldırdılar ve geniş tahribatta bulundular. Daha sonra da Yahudi mahallesini 57 gün sürecek olan bir kuşatma altına aldılar. Kuşatma sırasında Avrupa?dan gelen para ve erzak yardımına rağmen yüzlerce Yahudinin açlıktan öldüğü bildirildi(37). Kökeni çeşitli etnik gruplar arasındaki ekonomik çelişkide yatan bu olaylarda Türkler hemen her zaman Yahudilerin tarafını tutuyordu.
Yahudilerin neden İzmir?in Yunanlılar tarafından işgaline karşı çıktığını ve Kurtuluş Savaşı?nda Türklerin yanında dövüştüğünü böylece daha kolay anlamak mümkün olmaktadır(38).
Rum toplumunun ekonomik ve sosyal gelişmesi diğer etnik grupların gelişmesinden çok daha hızlıydı. 1864 ve 1890 yılları arasında İzmir?deki Osmanlı ve Yunan uyruklu Rumların sayısı 75.000?den 107.000?e yükseldi. İçerilerdeki Rumların sayısının 168.000 olduğu tahmin ediliyor. Halbuki bu süre içinde İzmir?deki Türk nüfusu ancak 43.000?den 52.000?e çıkmıştı.
Yahudi nüfusunun artışı 6.000, Ermeni nüfusununki ise 4.200 idi. Rum nüfus artışının yanı sıra Ortodoks kiliselerinin sayısının 7?den 12?ye, Rum okullarının 12?den 28?e ve bu okullardaki öğrencilerin 2.550?den 8.110?a yükseldiği görüldü(39).

UYRUK DEĞİŞTİRENLER
İngiliz sermayesinin Türkiye?ye ihraç edilmesinde en etkin rolü oynayan anonim şirketlerin yanı sıra, Levant şirketinin dağılmasından sonra İzmir?i kendine vatan edinen veya sonradan İngiltere?den İzmir?e göç eden İngilizlerin rolünü de küçümsememek gerekir(40). Bu ikinci grup daha çok toprak spekülasyonu, madencilik imtiyazları, aile şirketleri biçiminde sanayi işletmeleri ve ticaret alanında faaliyet gösteriyordu. Bunların yanı sıra İngiltere?de kurulan ve Türkiye?de iş yapan şirketlerin sermayesinin oluşmasına az da olsa bir katkıda bulunuyorlardı.
Bu grubun üyeleri çoğunlukla doğma büyüme İngiliz değildiler. Aralarında uyruklarını değiştirerek İngiliz vatandaşı olmuş Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve hatta Türkler bulunuyordu. Uyruğunu değiştirip İngiliz vatandaşı olan Osmanlı vatandaşları genellikle adlarını da değiştirdikleri için (örneğin Kosti Stefan, Charles Stevens oluyor) bunların sayısını kesinlikle bilmek olanağı yok. Bulabildiğimiz kadarıyla, 1844 ve 1913 yılları
arasında 700?den fazla İzmirli Osmanlı vatandaşının İngiliz uyruğuna geçtiğini öğreniyoruz(41). Bu şekilde uyruk değiştirmiş olanların sayısı İngiliz Konsolosluğu kayıtlarına göre 1901 yılında 209 idi. En aşağı bir bu kadarının daha konsolosluğa kayıt olmadığı da bildiriliyordu(42). Bu sayıya, Yunanistan?da iken İngiliz vatandaşlığına geçip sonra lzmir?e göç eden (örneğin İzmir?in en büyük makine imalathanesinin sahibi D. Issigonis gibi) Rumlar dahil değildir.

AYDIN DEMİRYOLU?NUN YERİ
Demiryollarının, Hindistan gibi tam sömürge bir ülkede ne amaçlara hizmet ettiğine yukarıda değinmiştik. Burada kısa olarak Aydın Demiryolu?ndan bahsedeceğiz.
İzmir-Aydın Demiryolu Anadolu?da yapılan ilk demiryoludur. Aydın Demiryolu o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu?nda görülmemiş ölçekte bir yatırım olmasının yanı sıra çağının en modern teknolojisini de temsil ediyordu. İzmir?i zengin hinterlandına bağladığı, ihraç edilen tarımsal ürünlerin üretimini artırdığı, tarımsal işgücünün üretim alanları arasındaki akışkanlığını kolaylaştırdığı için Batı Anadolu?da kapitalizmin gelişmesi için gerekli bir ön şartı yerine getirmiş oluyordu. Aydın Demiryolunun etkileri, İzmir limanının yapılmasıyla daha da kuvvetlendiği zaman ekonomik gelişmenin hızı da buna bağlı olarak arttı.
Aydın Demiryolu?ndan başka Mersin?Adana ve Haydarpaşa?İzmit demiryolları da İngilizler tarafından yapıldığı halde bunlar yapımı biter bitmez Fransızlara satılmıştı. Bu yüzden İngilizlerin gerçekten yönetimi altında olan tek demiryolu Aydın hattı idi.
Belki de bu yüzden, İngilizler, ne Çukurova?da ne de Kocaeli?nde, Batı Anadolu?da giriştiklerine uzaktan yakından benzer işlere girişmediler. Aydın Demiryolu?nun teknik mükemmelliği ve etkinliği ile övünüyorlar, onu İngiliz İmparatorluğu?nun ?cahil ve geri? doğu ülkelerine olan ?üstünlüğünün? simgesi olarak görüyorlardı.
Aydın Demiryolu?ndan bahsederken onu her zaman ?büyük girişimimiz? veya ?İngiliz deha ve becerisinin bu büyük yapıtı? diye nitelendiriyorlardı. İngiltere?nin dış ticaretine yaptığı hizmetlerden dolayı ?Sir? unvanı verilen(43) ve İzmir?deki İngiliz kolonisinin en seçkin kişisi olan James Whittall demiryolu yapımı hakkında şunları söylüyordu:
?… ilk adım demiryolları yapmak olmalı. Bu demiryolları İngilizler tarafından yapılacak, İngilizler tarafından işletilecek ve İngilizlerin malı olacak. Çok kârlı olacaklar ve şimdiye kadar tarıma açılmamış bölgeleri çok verimli yapacaklar. Demiryolu şirketleri küçük muhtar cumhuriyetler biçiminde gelişecek.?(44)
J. Whittall’un, bu öngörüsü Aydın Demiryolu ile gerçekleşti.
Yönetiminde tümüyle bağımsız olan Aydın Demiryolu şirketi gerçekten ?küçük bir cumhuriyet? oldu. Osmanlı Hükümetini hiçbir işine karıştırmadığı gibi kanunsuz birçok isteklerini de hükümete kolaylıkla kabul ettirdi. İzmir?deki şirket yöneticileri Türk mahkemelerinin yetkisini kabul etmediği gibi ticarî ve cezaî konulardaki davalarının İzmir ve İstanbul?daki İngiliz Konsolosluk mahkemelerinde görülmesi hakkını elde ettiler.
Örneğin, yöneticiler Türk mahkemelerinde yargılanan ve suçlu bulunan demiryolu personelini polise teslim etmeyi her zaman reddettiler. Bazı olaylarda Türk yetkililer demiryolu yöneticilerinin bu şımarıklığını onur konusu yapıyorlar ve suçlunun zorla tutuklanmasını emrediyorlardı. Böyle durumlarda, yöneticiler, suçlunun cezasını hapishanede değil de İzmir?deki İngiliz Konsolosluğu?nun özel ?tutuk odasında? çekmesini sağlayacak girişimlerde bulunuyor ve genellikle başarı kazanıyorlardı. Bir defasında Maltalı bir lokomotif makinisti bir kadını öldürmek suçundan Denizli Mahkemesinde yargılandığı zaman yargıç üzerine yapılan baskı sonucu altı ay hapis ile yakayı kurtardı. Demiryolu yöneticileri, sanığın beraat etmesini istemelerine karşın altı ay cezaya çarptırılmasını protesto etmek amacıyla suçluyu polise teslim etmeyeceklerini açıkça ilan ettiler. Denizli?de halk ayaklandı ve demiryolu tesislerini tahrip etmek üzere harekete geçti. Bunun üzerine demiryolu yöneticileri suçluyu hapishaneye göndermeye razı oldular, ama bir koşulları vardı: Suçlu cezasını demiryolu şirketinin dayayıp döşeyeceği özel bir odada çekecekti. Ve bu istekleri kabul edildi(45).
Eğer Aydın Demiryolu başka bir emperyalist ülkenin yönetiminde olsaydı, İzmir?deki İngiliz tüccarları kuşkusuz gene benzer ekonomik avantajlar elde edecekti. Ama kendilerinin de açıkça belirttiği gibi, Aydın hattının İngilizler tarafından işletilmesi sonucu elde ettikleri ekonomik ve sosyal prestijden yoksun kalacaklardı. İşte bu yüzdendir ki 1899 yılında, Osmanlı Hükümeti, hattın Anadolu Demiryolu Kumpanyası?na satılması için şirkete baskı yaptığı zaman İzmir?deki İngiliz kolonisi egemen durumunu Almanlara kaptıracağı düşüncesiyle ayaklandı. Akla gelebilecek her kişiye ve kuruma protesto dilekçeleri göndererek bu işe asla razı olamayacaklarını bildirdiler(46). Hem bu protesto kampanyası, hem de İngiliz hükümetinin Aydın Demiryolu?nun Almanlara devredilmesi karşılığı Bağdat Demiryolu yapımına çok sınırlı biçimde katılma hakkı elde etmeyi çıkarlarına uygun bulmaması sonucu proje gerçekleşmedi.

İ Ç İNDEK İ L E R
ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
I GİRİŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57
İngiliz Sömürgeciliği: Hindistan Örneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58
Emperyalizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 62
Uluslararası Politika Sorunları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 70
İngiltere Kapitalizmi ve Osmanlı İmparatorluğu:
Batı Anadolu?nun Önemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 73
Osmanlı İmparatorluğu?nun Serbest Ticarete Açılması: İlk Aşama . . . . . . . 74
Azınlıkların Yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 77
Uyruk Değiştirenler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79
Aydın Demiryolu?nun Yeri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80
Kaynaklar Hakkında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83
II OSMANLI İMPARATORLUĞU?NUN DIŞ TİCARETİ VE İZMİR . . . . . . 85
1827 ? 1850 Dönemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86
Osmanlı İmparatorluğu?nun Dış Ticaretinde İzmir?in Önemi . . . . . . . . . . . . 87
III İZMİR ? AYDIN DEMİRYOLU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
İmtiyazın Alınması ve Aydın Demiryolu Şirketinin Kurulması . . . . . . . . . . 100
Şirketin Sermayesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 101
Borçlanma Yoluyla Para Bulma Çabaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103
Yeni İmtiyaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 105
Aydın Demiryolu?nun Yapımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107
Osmanlı Hükümetinin Yakın İlgisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 112
Aydın Demiryolu Şirketinin İlk Yıllardaki Durumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 114
Aydın Demiryolu?nun Uzatılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 116
Şirketin Para Transferleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
IV İNGİLİZ SERMAYESİ VE BATI ANADOLU TARIMINDA
KAPİTALİZMİN GELİŞMESİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 123
Batı Anadolu?da Pamuk Üretimini Canlandırma Çabaları . . . . . . . . . . . . . . . 125
Çabaların Sonuçları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 132
Banka ve Sigorta Şirketlerinin Gelişmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 136
Diğer Gelişmeler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 137
Feodalizmden Kapitalizme Geçiş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 140
Kırsal Nüfus Değişikliklerinin Etkisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 141
Batı Anadolu?da Köle Ticareti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 143
İngilizlerin Batı Anadolu?da Toprak Sahibi Olmaları Süreci . . . . . . . . . . . . . 146
Geçiş Dönemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 150
İngiliz Çift liklerinin Kapitalist Yönde Gelişmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 153
İngiliz Çift çiler ve Tarımsal Kredi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 157
Tarım Teknolojisinin Gelişmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 158
Tarımda Kapitalist Şirketler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 166
V SANAYİDE İNGİLİZ SERMAYESİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 169
Avrupa Modeli ile Olan Benzerlik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 169
Halıcılıkta Kapitalist İlişkilerin Gelişmesi:
Devrimci Olmayan Yol Örneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 174
Pamuk İşleme Sanayisinin Gelişmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 181
Meyan Balı Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 186
İç Pazara Dönük Üretimin Gelişmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 190
Yağ ve Sabun Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 192
Palamut Özü Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 197
Yünlü Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 198
Makine ve Motor Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 200
VI İNGİLİZ EMPERYALİZMİ VE BATI ANADOLU MADENLERİ . . . . . . . 205
Kömür, Manganez ve Antimuan Madenciliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 210
Zımpara Taşı Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 213
Krom Üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 221
Emperyalizmin Talanı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 227
VII EMPERYALİST GÜÇLER ARASI ÇATIŞMALAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 229
İngiltere?nin Dünya Egemenliğini Yitirmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 229
İşbirlikçi Burjuvazi – İngiliz Emperyalizmi İlişkileri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 231
Gümrük Tarifeleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 242
Fransız Oyunları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 245
Alman Emperyalizminin Üstünlüğü Ele Geçirmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 248
VIII SONUÇ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 257
Emperyalizmin Etkisi Altında Ekonominin Tek Yönlü Gelişmesi . . . . . . . 257
Avrupa Pazarlarına Bağımlılığın Sonuçları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 260
İngilizler Talandan Neler Elde Etti? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 267
Sonsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 271
KAYNAKLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 277

NEVZAT EVRİM ÖNAL, İnternet Günlük Sol Gazetesi, 31 Mayıs 2008 / sayı: 744
Kapitalizm, Osmanlı Anadolusu?nda, Birinci Paylaşım Savaşı öncesi emperyalist yayılmacılığın gölgesinde boy atmaya başlamıştı. Bu süreç, bir yandan emperyalizmin doğası gereği, diğer yandan da emperyalist ülkeler arasındaki rekabetin dönemsel olarak çok şiddetli yaşanıyor olması nedeniyle hayli eşitsiz biçimde yaşanmış; bilhassa büyük liman kentleriyle bağlantılı olan kimi bölgeler hızla dünya pazarına eklemlenirken, bu bağlantılardan yoksun olan bölgelerde kapitalizm öncesi üretim biçimleri varlıklarını sürdürmüştü.

Orhan Kurmuş?un Yordam Kitap?tan çıkan Emperyalizmin Türkiye?ye Girişi isimli çalışması, tam olarak bu dönemde, Batı Anadolu?da, İngiliz emperyalizminin gölgesinde, İngilizler tarafından yapılan İzmir-Aydın Demiryolu çevresinde kapitalizmin nasıl geliştiğini inceliyor.

Yazarın Londra Üniversitesi?nde 1974 yılı başında tamamladığı doktora çalışmasının kitaplaştırılmış hali olan çalışma, daha önce 1974 ve 1977?de Bilim Yayınları, 1982?de ise Savaş Yayınları tarafından basılmıştı. Kitabın inceleyeceğimiz baskısında aynı zamanda yazarın yeni kaleme aldığı ve gerek ODTÜ?deki üniversite eğitimi, gerekse Londra?da yaptığı doktora çalışması sırasında edindiği tecrübeleri aktardığı bir önsöz bulunuyor.

Tarihe bilimsel bakış
1850 yılından 1913 yılına kadar olan dönemde Batı Anadolu?da kapitalizmin gelişmesini inceleyen eserin en önemli özelliklerinden biri, araştırmanın neredeyse tamamen birincil kaynaklara dayandırılmış olması. İngiliz Devleti Arşivi?nde bulunan Dışişleri Bakanlığı ve Ticaret Dairesi belgelerinin yanı sıra, British Museum?da bulunan kimi özel arşivlerde yıllar süren bir araştırma sonucunda ortaya çıkan çalışma, okuyucuya olağan koşullarda ulaşması imkansız olan pek çok tarihsel bilgi sunuyor. Kitap, yalnız bu özelliğiyle dahi, Türkiye?nin ekonomi tarihi ile ilgilenen herkes için çok önemli bir kaynak teşkil ediyor.

Diğer yandan kitap, Türkiye Cumhuriyeti?nin Osmanlı?dan devralacağı ekonomik yapının hangi koşullar altında ve nasıl geliştiğine ışık tutarak çok önemli saptamalar sunuyor. Bir yanda sömürge imparatorluklarının varlığının sürdüğü, diğer yanda emperyalist sermaye ihracının giderek dünya kapitalizminin baskın karakteri haline geldiği çok kritik bir tarihsel kesitte, Anadolu?nun en yoğun yabancı sermaye girişinin yaşandığı bölgesini inceleyen kitap; İngiliz emperyalizminin, yarı sömürge durumundaki Osmanlı coğrafyası ile tam anlamıyla sömürge olan Hindistan?da nasıl davranışlar sergilediğini karşılaştırarak çarpıcı paralellikleri gün ışığına çıkartıyor.

Yazar bu konuları incelerken, yukarıda değindiğimiz değerli arşiv çalışmasında elde ettiği belgelere, aynı derecede değerli bir bilimsel netlik ile yaklaşıyor. İngiliz emperyalizminin Türkiye?ye İzmir konsolosluğu ve İzmir-Aydın Demiryolu vasıtasıyla nasıl girdiğine yönelik incelemenin ilk iki teorik referansını, Marx?ın İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan?a etkilerini irdelediği makaleleri(1) ve Lenin?in emperyalizm teorisi(2) oluşturuyor.

Emperyalist etkinin başlıkları ve eserin güncelliği
Kitapta ilk üç bölümde teorik çerçeve ve tarihsel ardplan oluşturuluyor. Bu kısımda İzmir-Aydın Demiryolu?nun nasıl inşa edildiği detaylı biçimde inceleniyor ve bu vesilyle Osmanlı tahtı ile İngiliz sermayesi arasındaki ilişkilerin nasıl yürüdüğü konusunda da önemli ipuçları bulgulanıyor.

Bunların ardından, İngiliz sermayesinin Batı Anadolu?da kapitalizmin gelişmesine nasıl etki ettiği inceleniyor. Bu kısımda sırayla tarım, sanayi ve yeraltı kaynakları konusunda İngiliz emperyalizminin Batı Anadolu?daki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin ilgili başlıklarda nasıl dönüşümler yarattığı detaylı bulgulara dayandırılarak irdeleniyor. Bu kısımda sunulan bulgular; tarımsal dönüşüm, yabancıların taşınmaz mülk edinmeleri, ulusal sanayiinin aşırı uzmanlaşmış ve kendine yetersiz biçimde gelişmesi, yeraltı kaynaklarının yabancı sermaye tarafından sömürülmesi gibi, bugün halen güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş sorunların geçmişinin yaklaşık yüz elli yıl öncesine, emperyalizmin Osmanlı?nın üzerinde kurduğu tahakküme kadar dayandığını gösteriyor.

Bu bölümlerin ardından, ticaret konusunda tamamen emperyalist ülkelere bağımlı hale gelmiş Batı Anadolu?nun, emperyalist ülkelerin bunalımları ve bu ülkeler arasındaki gerilimlerden nasıl etkilendiği inceleniyor.

Kitabın sonuç bölümünde ise, emperyalizmin 1850-1913 yılları arasında Batı Anadolu?yu nasıl sömürdüğü ve bu sömürünün verdiği zararlar inceleniyor. Ekonominin tek yönlü gelişmesi ve emperyalist Avrupa pazarına bağımlılığın yarattığı bozuklukların yanı sıra, İngiliz emperyalizminin parasal anlamda ne elde ettiğine dair bulgular da bu bölümde sunuluyor.

Çalışmanın değeri
Eserin kuşkusuz en güçlü yanı, ilk kez kitaplaştırıldığı 1974 yılından bu yana geçen otuz dört yılda güncelliğini yitirmemiş olması. Öyle ki, İngiliz sermayedarları ve devlet görevlileri ile Osmanlı devleti arasındaki ilişkiler, günümüzde emperyalist merkezler ile AKP iktidarı arasındaki ilişkilere insanı hayrete düşürecek boyutta benziyor.

Dolayısıyla kitap, yalnızca son dönem Osmanlı tarihi ve ekonomisi konusunda çok önemli bir kaynak kitap(3) olmakla kalmıyor; aynı zamanda emperyalizmin Anadolu üzerindeki tahakkümünün, kimi kesintiler yaşanmış olsa da Osmanlı?nın son döneminden günümüze kadar uzanan bir sürekliliğe sahip olduğunu gösteriyor.

Yordam Kitap tarafından, çok isabetli bir zamanlamayla basılan bu kitabın okunmasının, pek çok güncel sorun konusunda aydınlatıcı olacağını düşünüyoruz.

(1) Karl Marx ve Friedrich Engels, Sömürgecilik Üzerine, Sol Yayınları, Ankara

(2) V.I.Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, Ankara

(3) Bu konuda bir diğer önemli kaynak: Lothar Rathmann, Alman Emperyalizminin Türkiye?ye Girişi, Belge Yayınları, İstanbul

Kitabın Künyesi
Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi
Yazar: Orhan Kurmuş
Yayınevi: Yordam Yayınları
Mart 2008
Sayfa Sayısı: 303

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir