Gölge/si… – Nejdet Evren

?Özgürlük Anıtı? dendiğinde kulağa çok hoş gelir; duyguları okşar ve insanın kendine olan inancını, güvenini tazeler. Toplumsal tüm kaotik ortamların , kargaşanın içinde birey omla hak ve bilincine erişimin ayrıcalığını sunar insana. Düş ve gerçeğin cisim ve gölge gibi gün-eşin karşısında eriyip yok olması gibi, karışıp kaynaşması gibi… Söylemin çağrıştırdığı duygular, tüm özgürlüklerin sınırsız ve duvarsız bir ortamda yaşandığı, yaşatıldığı bir yer/zamanın – ütopik bir dünyanın- çağrışımlarını yapar. Oysaki özgürlük tutkusu bir heykeltıraşın çekicinden değil de bir şairin dizelerinde dile geldiğine ?Paul Eluard- anıtın kolalarına değil, kralların tacına işlenir.

Özgürlük denen olgu ne menem bir şeydi ki, yaşam denilen değere eşitleniyor ve onun önüne geçiyordu. İnsanı dürtükleyen tüm yer/zamanın arzulananı olan özgürlük hem aranılıyor hem de tanımlanarak yaşanılır kılınmaya çalışılıyordu…Önce ortasına-çağın bir karanlık tanımı konulmuş ve daha sonra aklın egemen olduğu aydınlık bir zaman dilimine geçilmişti; öğretiler oryentalist bakışta böyle dile gelmişti…Paylaşılabilir olanların arttırılarak yaşamın anlam kazanacağını, sosyolojik olarak bireyin paylaştıkça insanlaşabileceğini, insanlaştıkça özgürleşeceğini unutan öğretiler bir ?ben? olgusunu yerleştirmekte geri kalmadılar. Özgürlük ?ben? üzerinden somutlaştırılmak istenirken dokusundan ayrıştı ve insanla yabancılaşmaya başladı; ?ben?in ?sen? ve ?o? na göre tanımı yerine, ?o? ve ?sen?in ?ben? denilene göre tanımı yapılmaya başlandı. Böylece ?ben? , ?sen?, ?o? ayrıştı ve ayrık düştüler. ?kara-ben? kimi toplumlarda bir güzellik nişanesi olarak algılansa da, sosyolojik olarak ?ben?in rengi yoktu…

Karl Rossmann bir parça soluk alabilmek, hayata direnebilmek için bin-bir umut ile özgürlüklerin egemen olduğunu düşlediği yer/zamana ayak basar basmaz kendini acımasız bir çıkar girdabında boğulmak üzere bulacak ve hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kendi kendine özgürlük ve yaşamı sorgularken bir değerler sistemini oluşturmak için ve kendinden de ödünler vermeden arayışını sürdürecektir, koca dünyada sanki yapa-yalnızdır…Yaşamak evrensel bir hak olmakla birlikte bu hakkı doğrudan ilgilendiren özgürlüğün evrensel genel-geçer bir tanımı var mıydı?

Yaşamak bir süreçtir ve o süreçte var-olma biçimi yargısal olarak değerli kabul edildiği için önemsenir. Bu yargı, bireysel, toplumsal ve tarihsel bir dokuya sahiptir. İnsan bedeni duyuları ile bir bütünlük içerisinde olup ruh denilen olgudan ayrıştırılamaz. Ruhun/duyguların/algılamaların ve bedeninin uyumlu ve özgür olması yaşamak hakkı kadar önemlidir. Bu iki olgu madalyonun iki yüzü gibidirler; ayrıştırılamazlar. Bu iki olgu bir arada olmadıkça salt yaşamak ile içeriği doldurulmuş yaşama hakkı arasında bir fark kalmayacaktır. Köle ruh/duygu/bedenin de yaşadığını görmek mümkündür. Demek ki, yaşama verdiğimiz önem ve bir açıdan anlam onu farklılaştırmaktadır. Değerler halkasında ruh/duygu/düşünce ve beden özgürlüğü yaşamak hakkına duyulan değer ile eş-düzeyde bir öneme sahip olmaktadır.

Özgürlük, üzerinde çok konuşulan, tartışılan çok sayıda tanımı olan sosyal içerikli bir kavram/bir olgudur. O kadar önemsenen bir olgudur ki, çoğu zaman eş-değer olduğu yaşama hakkının önüne geçer. Özgürlük birey ile toplum arasındaki çelişkilerin belki de en büyüğü ve en karmaşık olanıdır. Toplumların özgürlüklerinden söz etmek ancak özgür bireylerin oluşturduğu bir toplumsal doku için geçerli tanım olabilir. Bir zamanlar Site Devleti-nin yurttaşı olanların ?bir açıdan elit yöneticilerin ? özgür oldukları benimseniyordu. Yurttaş olmayanlar ile diğer canlı türleri arasında ?ki, kastedilen hayvan türüdür- bir fark gözetilmiyordu. Köleciliği benimseyen toplumların özgürlüğü önemsemeleri köle ve efendi çıkarları/karşı-çıkarları temelinde yükselmektedir. Köle için özgürlüğün önemi, efendi için çok farklı olacaktır. Aynı durum, toprak ağası ve emekçi köylü ile patron ve emekçi arasında da faklılık gösterecektir. Demek ki, özgürlük temelinde yaşama hakkı kadar önemsenen bir değer olarak sosyal ve tarihsel bir içeriğe sahip olduğu kadar üretim ilişkilerinden de bağımsız değildir.

Önemsenen değerler halkasında özgürlük, kölelik halkasının tam karşısında durmaktadır. İlkel atalarımızdan ?Austrolopitecus Africanus- bu güne kadar, topluluk halinde yaşayan insan türü, doğal yaşamdan koparak sosyal yaşamın bir parçası haline dönüşerek bir düşünceler sistemi oluşturmuştur. Doğal özgürlükler ile sosyal özgürlüklerin çelişmesi kaçınılmaz görünmektedir. Doğal belirleyiciliğin türler ve cinsler arasında güç dengesi/dengesizliği güçlü olandan güçsüz olana doğru bir egemenlik kurma ve buna uygun toplumsal kalıplar/yargılar oluşturma düşüncesini geliştirmiştir. Bu düşünce sistemleri soyutlama yaparak köleci anlayışlarını gizlemeyi başarmış/benimsetmişlerdir. Kadın türünün egemenlik altına alınması ile doğal özgürlük toplumsal özgürlüğün ilk kırılma noktasında yeni bir boyut kazanmıştır. Demek ki, özgürlük içerik olarak güçler dengesi/dengesizliği arasındaki yaşanan bir içeriğe sahiptir. Sosyal olarak bireyin konumu diğer birey/bireylerin konumu ile ölçümlenen bir değerdir. Öyle ise yaşama hakkı ve özgürlük de etkileşim içerisinde olan bireyler-arası ilişkilere göre tanımlanmak durumundadır. İnsanın biyolojik olarak bedensel varlığını yapa-yalnız bir şekilde sürdürmesi olanaklıdır. Böylesi bir insanın yaşama hakkından ve özgürlüğünden söz edilemez. Neden mi? Çünkü, Yaşama hakkı ve özgürlük en-az ikili ve çoğunlukla çoklu ilişki kalıpları için önemsenen bir değerler halkasını oluşturmaktadırlar.

Algılar/duygu/düşünceler doğumdan sonraki süreçte bireye eşlik eden, bedensel var-oluşu ile sıkı bağlantılı ve toplumda hazır bulunan değerler halkasının bireyin dünyasına eklemlenmesi ile oluşurlar. Böyle olunca çoğu kez bir yaşama hakkı ve özgürlük tanımı ile kuşatılmış oluruz. Ancak, bunun gerçek anlamda özgürlük olup olmadığını tartışarak anlayabiliriz. Özgürlük değeri, var-olma biçiminden farklı olarak tarihsel bellek/bilinç ile beslenmek durumundadır. Başka bir deyişle, canlının türüne bakılmaksızın var-olmasının değeri, özgürlük söz konusu olduğunda bir şey ifade etmez. Daha açık söylemek gerekirse, özgürlük, bireysel ve toplumsal değerlerin çatışmasına bağlı olarak gelişen bilinçli bir değerdir ve ancak bu çatışma yaşandığında bir anlam ifade eder. ?Ceninin özgürlüğünden söz edilemez-

Var-olmak bir değerdir ancak ?insan? ve ?hak? sosyolojik/tarihsel bir içeriğe sahiptir. Yaşamayı toplumsallığından bağımsız yürütmemiz mümkün/düşünmemiz mümkündür. Özgürlüğü toplumsallıktan ayırmak olanaksızdır. Bunlar fizikteki kütle-çekim ve ivmenin ayrılmaz ikili olmaları gibidir. Şöyle ki, doğal var-oluş biçimi özgürlük değildir. Çitler ile çevrili alana kapatılan bir canlı türü ile kendi doğasında olan aynı tür arasında bir değerlendirme yaptığımızda kısıtlı ve özgür olduklarını söyleriz. Bu nicel bir karşılaştırmadır. Nitel olanı ise kendi doğasında diğer türdeşleri ile olan ilişkileri ve yaşam alanı ile ölçülendir.

Özgürlük, bireyin sözlü ve eylemsel olarak kendisini gerçekleştirebileceği ve içinde bulunduğu toplumca da benimsenen yaşamsal bir alandır. Doğum ile kazanılan kişi hakkı ancak bireyin kendisini gerçekleştirmesi için duyumsadığı alan içerisinde kişilik ile olgunlaşır ve et-kemiğe bürünür. Bireyin özgürlüğü yek-diğerinin kendisini gerçekleştirmesi için duyumsadığı alanı genişletme çabası ile büyüyerek bireye geri döner. Bu nedenle toplumun kendisini gerçekleştirme düşüncesi ile birey özgürlüğünü daraltması o toplumun gerilemesine neden olacaktır. Özgürlüğün bireyin kendi alanını genişletip diğer bireyleri hiçe sayması şeklinde yapılandırılması da güçler dengesi/dengesizliği içerisinde güçlü olanın özgürlüğü ve diğerlerinin köle ruha sahip olması ve bazen de kaotik bir düzensizliğe neden olacaktır. Üretim yapısı ile de bağlantılı olduğuna göre, bireyin düşünsel ve eylemsel üretiminin özgür olması ancak bireyin gereksinim duyduğu kullanım değerlerinin toplumun tüm bireyleri için üretilebilmesine bağlıdır. Bu ise, üretim araçları üzerindeki yabancılaşmanın ve tekelin yok edilmesi ile mümkündür. Toplumsal yapı, dengeler/dengesizlikler zinciri üzerine kurulmuşlardır. Zincirin en-zayıf halkasının kopması korkusu ile statükoyu korumak eğilimi gösterir. Bu eğilim, bireysel özgürlüğü toplum adına kısıtlamayı emreder. Özgürlükler konusunda birey ile toplum arasındaki çelişki bunun sonucunda ortaya çıkar. Hiçbir birey, var-olma ve kendisini gerçekleştirme konusunda doğal yapısı gereği sahip olduğu değerden ödün verdiği için bir-araya gelmiş değildir. Bu değerler karşılıklı olarak korunabildikleri ölçüde toplumsal anlaşma/konsensüs sağlanabilir. Özgürlük bu yönü ile bir tercihler zincirini oluşturur. Özgürlük kulağa hoş gelen ve duyguları okşayan bir olgudur. Kendisini yeniden üretebilmesi için bir bireyin tüketmesi gerekeni oluşturabilmesi için toplumsal bir dayatma ile karşı karşı olduğu bir ortamda özgürlük yoktur.

Demek ki özgürlük, var-olma biçimi ile ilgili bir tercihtir ve bu tercih, üretime katılan tüm bireylerin -katılamayanları da gözeterek – kendilerine yabancılaşmadan kullanım değeri/yeniden üretim için tüketim değerini yaratmaları ile mümkün gördükleri bir tercihtir. Bu tercih, köleliğin tüm biçimlerine/gizlenmiş yapılarına karşı durma tercihidir. Bu tercihi, daha fazla düşünen/yaratan canlı türü olarak ?insan? ın yapması hem gerekli hem de kaçınılmazdır.

Özgürlük sonuç itibariyle, bireyin kendisini gerçekleştirmesi/gerçekleştirememesi /gerçekleştirmemesi ile ilgili bilinçli bir tercih olduğu için önemlidir. Özgürlük tercihi bir değerdir ve var-olma hakkından ayrıdır.

Karl Rossmann henüz çocuk yaştadır; doğal coğrafyasından bir şekilde ve elinde olmayan nedenlerden dolayı uzaklaşmıştır. Sığmadığı dünyaların sığamayacağı dünyalara gebe olmasına, genç yaşta tanıklık yapmanın yükünü birileri omuzlarına yüklemiştir. Ona sebep olanların gözlerindeki bakış, belki de hiç unutamadığı bakışlardır. Bir çocuğun gözlerinin içine bakarken kirpikleri kırpmamak hem inanca, hem de güven duygusuna işarettir. Çocuklar üzerinde oldukça etkili olan bu bakış belki de cesur olmayı gerektirmektedir.

Hak, adalet, özgürlük, birey ve toplum yan yana geldiklerinde çok sayıda bilinmeyenli bir denklem gibi kafa karışıklığına neden olurlar. ?Hak? olarak tanımlanan toplumsal değerin/yargının ya da benimsemenin bireyde gerçekleşebilmesi/birey üzerinde sonuçlarını doğurabilmesi için ön-görülen yönteme dair ölçü ne olmalıdır? Hangi yer/zamanda belirlenmiş/benimsenmiş olursa olsun ?hak? olarak tesbit edilen/tanımlanan olgunun disipline edilmesi düşünülemez. Disipline etmek düşüncesi ?hak? ile örtüşmez ve yan-yana bulunamazlar. Hak, adalet ve özgürlük kavramları birey ve toplumla yakından ilgili kavramlar ve olgulardır. Bireyin ortaya çıkışının tarihi karanlık olarak tanımlanan çağın bitimiyle eş-zamanlıdır. Yaşamın bir hak olarak topluma karşı korunmasının temelinde yatan felsefi görüş aynı zaman dilimlerinde formüle edilmiştir. İnsanın kendi yazgısına egemen olma istenci ve gelişen bilinç toplumsal dengede adaletin Themis mitindeki kahramanın gözlerini bağlayan Zeus?un erk-egemenliği ile sakatlanmıştır. Oysa Nanşe?nin gözleri açıktır. Özgürlük anlayışındaki sapma, özgürlüğün en-az bir öteki ?felsefi anlamda büyük-öteki olmayan- ile çoğalmanın göz ardı edilmesi ile kendini ortaya çıkarmıştır. Belki de bu şekildeki kölelik bu inançla içselleştirilmiştir. Sonuçta, tüm bireysel zorunlulukların ve tüm bireysel keyfiliğin özgürlüğün birer sonucu olduğu gibi absürd bir yargı kalmıştır geriye…Öyle ise, ne disipline edilmiş bir ?hak? hak olarak yorumlanabilir ne de, bireysel çılgınlıklar özgürlük olarak tanımlanabilir. Böyle olunca da, ?hak? sayılanın koşulsuz teslimi gerekirken, özgürlüklerin sosyal/tarihsel yanı ile bu yargı çoğaltılabilir. Çılgınlığın olduğu yerde ne özgürlük ne de hak var-olamaz.

Tekniğin gelişmesine koşut olarak robotların emek-gücünün yerini alacakları otomasyon toplumlarına varmadan çok öncelerde insanlar zaten robotlaştırılmıştır. İlke ve insanın, şekil ve içeriğin/özün yan yana ve diyalektik etkileşiminden kopartıldığı yer ve zamanda rasyonalitenin/akılcılığın öz olanın önüne geçme çabaları insanı robotlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmaz. İrasyonalitenin/akıl-dışılığın mahkum edilmesi adına insanın yok edilmesi, onun/insanın salt aklın ürünü olmadığının anlaşılması/değerlendirilmesi ile mümkündür. Aklın ve akıl-dışılığın ölçüsü nedir ki? Gönüllü köleliği fark edemeyen insan, kölelikten hep yakınmıştır. İnsanın insana yaptığı zulmü hiçbir canlı yek-diğerine yapmamıştır. İnsanın doymazlığı, kendi içinde ve kendine karşı yarattığı bir canavardır ve o, her şeyi tüketir. Yalanın, hilenin, dolanın örgütlendiği/örgütlenebildiği tüm kaygan zeminlerde gerçek-doğrular ayakta durmakta zorlanırlar. Tümüne inat yalnızlığın hafifliği insana direnme gücü verir.

Nejdet Evren

Mayıs 2011, Batı

DİP NOT:
Franz Kafka?nın ?Amerika? adlı eserinden esinlenilmiş ve özgürlük konusunda ?önemsemek üzerine notlar?-Nejdet Evren/Denemeler- dan alıntı yapılmıştır. Alıntı yapmak yazılı izne bağlandığından dolayı kitaptan alıntı yapılamamıştır.

Franz Kafka, Amerika/Der Verschollene, İthaki Yayınları, 2.Baskı Aralık 2008, Şükrü Çorlu çevirisi, İstanbul. 288 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir