İmge Dünyasına Giriş – Nejdet Evren

Algıya bağlı olarak olguyu kavramak, yeniden işlemek, değerlendirmek ve bir ortaklaşma ile kullanılabilir soyut bir varlığa dönüştürme işlemi olan kavram-laştrma, doğal seyri içerisinde kendine bağlanan ve somuttan soyuta giden çoğalan, eklemlenen iz-leri imge olarak düşünceye, bilince yerleştirirler. İmgeler, bu olguların/varlıkların bellekteki devingen ve sürekli aktif olan kavrayışlarıdırlar. Kolektif emeğin ürünü olan ortaklaşmalar önce hareketlere, sonra sözlere ve daha sonra kavramlar ile imgeye dönüşerek kişinin belleğinde yer edinirler. İmgesi olmayan tek şey imgenin kendisidir, bu da onun, kendi dışına çıkamamasından kaynaklanır.

İmge olarak varoluş ile şey olarak varoluş arasında ince bir ayrım bulunmaktadır. Şey olarak tasavvur edilenin ontolojik varlığı onun imgesi ile aynı değildir. Somut şeylerin imgeleri ile soyut şeylerin imgelenmelerindeki ayrışımın temelinde işte bu farklılık bulunmaktadır.

Göz alabildiğine sonsuzluğu görmek, onu duyumsamaktan, algılamaktan, kavramlaştırmaktan faklıdır. ?Sonsuz- olanın tanımı sadece bir nicelik değil aynı zamanda kendinden bir niteliği ifade eder. Algılanan ile görülen nicelik ve nitelik olarak aynı olanın farklı yorumundan başka bir şey değildir. Her ne kadar niceliğin ne olursa olsun nitelik olamayacağı yönündeki önermeler ilk bakışta anlamlı gibi görünüyor olsa da, bu durum, onun, -nicel sonsuz olanın- kendinden varolmasının algısına dairdir ve tek-tek imgelenmemiş olması nedeniyle yanılgı payını içinde taşımaktadır. Nicelik sonsuzlaştığında artık o bir nitelik halini almış demektir. Ancak, niceliğin sonsuza ulaşmayan sayısal değerleri niteliksel bir içeriğe ? tek başlarına- sahip olmazlar ve fakat bunlar dahi her an niteliksel dönüşümleri, sıçramaları ve değişimleri içlerinde barındırırlar.

Düşünce, tin-de eylemsizlik halinde mi bulunur? Düşüncenin eylemsizliği ruh/tin-in kendini gerçekleştirdiği, varolma çizgisinde olgunlaştırdığı arka-bahçesidir. Ruh-un düşünceden kopmazlığını, eylemin de ruhsuz olamayacağını dile getiren ana/ata sözü boşuna dile getirilmemiştir. Der ki, ?dervişin fikri neyse, zikri de odur? … Demek ki, eylemsizlik içinde gizli bahçesindeki tin potansiyel bir eylemliliğin hazırlayıcısı olarak bir edim içerisinde bulunmaktadır. Öyle ise, eylemsizlik denilen pasif duruş, kendi içinde devingen ve eylemliliği içermektedir. Bu devingenlik olmasaydı pratik edim hiçbir zaman gerçekleşmez, açığa çıkmazdı. Şunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır; eylemsizliğin kendisi de bir tür eylemdir.

İmgesiz ve sözcüksüz salt bir düşünceden söz edilebilir mi? İlk bakışta akla yatkın görünen bu söylem, bu ifadenin zamanda gerilere doğru gidildiğinde süreçleri yeterince çözümleyemediği, diyalektik etkileşim süreçlerini yeterince açıklayamadığı ve tek yönlü bir belirleme ile yetersiz kaldığı anlaşılacaktır. İnsanlaşma sürecindeki sosyal bireyin soyutlayarak önce hecelere, sonra sözcükler ile imgelere dönüşen düşünce yapılanması, içinde yaşadığı tüm doğal ve sosyal ortamlar ile üretim/tüketim/paylaşım zincirleri ile sıkı bir diyalektik etkileşimden geçerek evrimleşme suretiyle gerçekleşmiştir. İmgelem oluşturmada önceki aşamasında ham olarak doğar ve gelişimini sürdürmek suretiyle imgelere ve simgelere dönüşerek soyutluk kazanır. İmgelem sürecinin maddeden kopuk olmamasının doğal sonucu olarak da maddeden kopuk kendinden menkul bir düşünce olmayacağı zaten açık olarak görülebilir bir şeydir.

Çeşmeden boşalan suyun çıkardığı ses deniz dalgasının çıkardığı sesten ve ırmak akışındaki suyun çıkardığı sesten ayrışıktır ve ayrıştırılabilirler. Suyun bu şekillerdeki akışına bağlı olarak çıkardığı ses dalgaları onların imgeliminden bağsızdır. Ancak, bunların tasnif ve ayrıştırılmaları algı ve düşünce ile birlikte gerçekleşir. Böyle olunca, imgelerin düşünce ile birlik ve bağsızlık içerisinde ortaya çıktıkları rahatlıkla görülebilir. Ayrıca imge, düşünceden tamamen de bağsız sayılmaz ve ayrıca düşüncenin kendisi de değildir; bir yerde o, düşüncenin vardığı bir yargıdır.

Düşüncenin bilinçsiz bir edim olma olasılığı var mıdır?
Düşünce söz konusu iken, -bilinçsizlik- ve ?edim- in yan-yana gelmeleri oldukça ilginç bir durumdur. Düşüncenin oluşum evreleri edilgenden etkene doğru bir seyir içerisinde olup her hal ve şartta bilince dayanır. Düşünce ile varılan yargının yetersizliği onun bilinç düzeyi ile ilgili bir durumdur. Bu nedenle, düşünce-imge arasındaki kopmaz bağ bilinç ile tamamlanarak bir edime dönüşür.

Maddi temelli imgeler ile maddeden tamamen kopuk olan soyut imgeler bir diğerinden önemli şekilde ayrılırlar. Gerçeklik maddi temelli olan imgeler için tartışılabilecek bir durum olup, tamamen soyut imgeler bu kapsam dışında kalırlar. Onlar ancak inançlara konu olabilirler. Algı ile imgenin ayrışması da maddi temelli imgeler söz konusu olduklarında bir anlam ifade eder.

İmgenin kendinden gerçek olup olmadığının tin ile ilişkilendirilmesine bağlı bir durum olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İmge bu yönü ile, başlı-başına ayrı bir varlık değildir. O, varlık ile tin-in örtüştüğü yerde ortaya çıkan bir olgudur.

Yönelimlerin bilinçli ve güdüsel olması imgeleştirilebilen olay/olgunun algısına bağlı olarak değişkenlik gösterecektir. Tanımlanamayan ve bir açıdan bu nedenle imgelenemeyen bir uğultunun yarattığı korku-panik sonucu yaşam-içgüdüsü ile içine düşülen yönelimin, tanımlanabilen ve bu açıdan imlenebilen bir uğultunun sonucu yaşam-istenci ile yönelinen edimin farklılaşması bunu göstermektedir. İlkindeki belirsizlik edimi de belirsizleştirecek, ikincisindeki belirginlik edimi doğal olarak belirgin kılacaktır. Ve fakat, her hal ve şartta bilincin zaman boyutu ile ilk edimdeki belirsizliği yeni bir im olarak imlemesi sonucunda güdü yerini bilinçsel edime bırakacaktır.

Nejdet Evren
Ocak 2012, Batı

(*)Jean Paul Sartre, İmgelem/L?imagination, İthaki Yayınları, 2.Baskı İstanbul/Aralık 2009, Alp Tümertekin çevirisi. 154 sayfa

Not: Kitaptan yayıncının yazılı izni olmadan alıntı yapılması engellendiği için alıntı yapılamamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir