İnsanın kültürel evriminin özelliklerine bakıldığında, öne çıkan belirleyicilerin ve sarmal gelişmelerin özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: Primatların yaşadıkları ilk coğrafya olarak Afrika?nın iklim değişiklikleri sonucunda doğal ve besin ortamındaki bozulma, insan türünün iki ayağı üzerinde yürüme becerisinin gelişmesine zemin sunmuş. Böylece el becerilerini geliştirmeye başlayan insan, beyninin büyümesinin, özellikle de bellek bölümüyle işlemci bölümünün gelişmesinin önünü açmıştır. Milyonlarca yılı bulan bu evrimleşme sürecinin neolitik aşamasında, ilkel de olsa geliştirdiği araçlarla doğadan kopmaya başlayan insanın, yayıldığı coğrafyaların doğal eşitsizliğinden kaynaklı olarak ?eşitsiz gelişim yasası?nın bir sonucu olarak farklı gelişmişlik düzeyine ulaşmıştır. Bugün de insan türünün tam bir insan olma aşamasına sıçramasına engel olan bu ?eşitsiz gelişim yasası?, sınıfların doğmasına ve farklı kültürlerin gelişmesine neden olmuştur.
On binlerce yıl öncesinde yerleşik yaşama geçerek, kalıcı kültür öğelerini kuşaktan kuşağa devretmeye başlayan insan toplulukları, mitolojik ve arkasından da dinsel inanç-ritüellerle bezenen soyutlama yeteneğini, önce hareketlerle desteklenen boğumsuz seslerle, sonra çizgi vb. biçimlerle zenginleştirmişlerdir. Dilin kemiği olarak bilinen hyoidin güçlenmesiyle de boğumlu sesler çıkaran insan, ses dilini oluşturmuş ve böylece müzikle şiirin gelişiminin önü açılmıştır. Burada bilinen bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor. İnsanın kültürel evriminde çok etkili olan bu iki sanatın, aynı zamanda bir ritim, diğer bir deyişle insanın biyolojik evrimine uygun bir devinim dinamiği taşımaları çok önemlidir. Çünkü gerek komün hayatındaki eylemlerde ve törenlerde, gerekse sınıflı toplumların biçimlendiği dönemlerde sınıflar ya da toplumlar, duygu ve düşüncelerini en etkili biçimde bu iki sanatla ifade etmişlerdir. Bunun en açık ve etkileyici özelliğini, tüm halkların halkbiliminde yer alan oyunların ritminde ve iletilerinde görmek olanaklıdır.
Bu girizgah üzerinden, kestirmeden ?Sivas?ın ışığı?na gelebiliriz. Şiirin ve müziğin zalimlerin tahtını ve tacını sarsan ritminden korkanlar, yaklaşık 20 yıl önce büyük insanlık suçunu işlemekten çekinmediler. 2 Temmuz 1993?te Pir Sultan Abdal Şenlikleri?ne yönelik önceden çok iyi planlandığı anlaşılan saldırılar, Madımak Oteli?nin yakılması ve buradaki 33 aydın ve sanatçıyla 2 otel görevlisinin öldürülmesiyle sonuçlandı. Ayrıntılara girmeden şunu bugün saptamak çok daha kolay: 1993?te Sivas kıyımı, devrimci işçi önderi ve sendika başkanlarının tutuklanması, emekçi karakterli Kürt özgürlük hareketinin temsilcilerinin Meclis?ten alınarak zindana atılmaları, aslında Türkiye?nin emperyalizmin ile sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda gerici-piyasacı ve ?parlamenter faşizm?i uygulayacak bir iktidarın önünü açmak için gerçekleştirilmiştir. Bugün AKP iktidarının tümüyle siyasal basınçla yürüttüğü yargının verdiği kararla, ?hayırlı olsun? diyerek kendilerini iktidara taşıyan güçlere minnet duygularını da ifade etmesi, bunu teyit etmektedir.
Ülkemizin yüzkarası olarak nitelenen Sivas kıyımında, aradan nerdeyse 20 yılı geçen bu zaman zarfı içerisinde sanık sayısı tahliyelerle 33’e düştü. Olayın kilit ismi olarak nitelendirilen, dönemin Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak ve Yargıtay’ın 1997’deki bozma kararından sonra firar eden 8 sanık ise halen yakalanamamıştır. Dava, 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımından düşürülmüştür. ?İnsanlık suçu?nun zaman aşımı olmaz oysa. Orada yanan aydın ve sanatçının, aydınlığa çıkardığı karanlık, ?zaman aşımı?nı kendi iktidarıyla hayatı zamanlama zihniyetiyle dayatmaktadır. Oysa, Şükrü Erbaş?ın ?Kimse temizim demesin, kimse/
Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet?in yangınına? dizelerinde işaret ettiği üzere, bu karanlık tablonun suç ortağı olan herkes, tarihin hem vicdan hem de ezilenler mahkemesinde kirlenmiştir.
Madımak?ta yüreğimizden koparılanlardan Asım Bezirci?yi ve Behçet Aysan?ı tanımış biri olarak, ?İnsan böyle güzel yüzlere ve beyinlere nasıl kıyar?? diye hep düşünmüşümdür. Bilinci hiç ışımamış kukla insancıkların, o yüzlere bakacak gözlerinin olamayacağına ikna ettim beynimin uğuldayan tarafını sonra. Behçet Aysan?ı, 12 Eylül karabasanın en yoğun olduğu yıllarda Büyük Ekspres?te görürdüm bazen. Nitelik Derleme, Yaşamın Tüm Birimlerinde Yoğunluk Sanat Kitabı çalışmalarımız sırasında Kıvılcım Vafi, Murat Koçak, Mustafa Yavaş ve Mikail Erdil dostlarımızla burada buluştuğumuzda, zaman zaman onunla da ortaklaştığımız masalarda şiir ve politika üzerine konuşmalarımız olurdu. Onun gözlük camlarından bilincimi ışıtan şiir ışıltısı, sanki beş yüzyıl önceden süzülüp gelen ?Pir Sultan Abdal?ım ey Dede Himmet/ Kendine cevretme âleme rahmet/ İstanbul şehrinde sahibi devlet/ Tahtı tacı ile sallanmalıdır? dörtlüğünü adeseme vurarak, ?Zaman aşımına sarılan Devlet-i An-ı-kara/ Eşitlikçi ozanların şiir okuyla avlanmalıdır? ikiliğini dillendirmemi gerçekleştirdi.
Hiçbir zulüm, zalimini vurmadan sönümlenmez. Pir Sultan geleneğini Nesimi Çimen ve Behçet Aysan?ın ?âsi güzellemesi? dizeleriyle geleceğe taşıyacak toplumcu ozanlarımızın şiirleriyle Sivas?ın ışığı harlanmaya devam edecek.

Müslüm Kabadayı

Previous Story

Küba eğitimi üzerine birkaç söz -Alberto T. Vélez

Next Story

Anadili Üzerine – Faiz Cebiroğlu

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ