Kapital’in Formülleri: Kapital, Değer, Hayal ve Gerçek – Suat Kamil Aksoy

Marks, Kapital?in önemlice bir bölümünde değerin kaynağı ve tanımı konusuyla ilgilenir. Varılan sonuçlar ise daha sonra yapılan akıl yürütmelere dayanak teşkil eder. Biz bu dayanağı en baştan kabul ederek yola devam edeceğiz. Bu kabul olmadan Kapital?in ne söylediğini merak etmeye hiç gerek yoktur. Kullanım değeri değişime konu olan nesnenin yararlılığını temsil eder. Nesnelerin karşılıklı değişilmelerindeki nicel oranlar üzerinden değişim değeri soyutlamasına ulaşılır. Burada zamanında Aristo tarafından da dile getirildiği gibi iki nesne birbirleriyle değişiliyorsa, bu nesnelerin her ikisinin de içerdiği ortak bir şey olmalıdır. Ortak şeyin nesnelerin içerdikleri proton, nötron, ya da daha alt parçacıklar olmadığını çok kolayca biz de bulabiliriz. Arz ve talebin rastlantısal belirleyiciliği fikri ise arz ve talep birbirine eşit olduğunda bir toplu iğne ile bir otomobilin aynı fiyatta mı olacağı sorusuna yol açar. Bu mantıksız bulunduğunda bari ağırlıklarınca değişilsinler diyebiliriz, bu durumda da bir otomobil kendi ağırlığınca elmasla aynı fiyatta olabilir mi sorusu ortaya çıkar. Konuyla ilgili düşünüşleri Kapital?e bırakabiliriz. Hatta en doğrusu bu konunun Adam Smith tarafından kapatılmış olduğunu söyleyebiliriz. Formül basittir. Bütün değişime konu nesnelerde ortak olan tek şey onların emek ürünü olmalarıdır. Marks Aristo?nun dehasına bu vesileyle değinir. Aristo?nun bu ortak şeyi keşfetmesine ramak kalmıştır. Ancak o köle emeğine dayalı bir toplum içerisinde yaşamaktadır, insan emekleri arasında bir denklik hayal edebilmek için, insanların eşitliğine gereksinim vardır. Aristo bütün dehasına karşın bu keşfi burjuva iktisadına bırakmak durumunda kalmıştır.
Temel varsayım şöyledir; değişime konu her meta, üretimi için toplumsal olarak gerekli güncel emek zamanı ölçüsünde bir değer taşır. Marks burjuva iktisadından bu öncülü almış, sorgulamış, kuramını bu öncülün üzerine kurmuştur.

Bu öncülün kabul edilmesi ilk olarak şu anlama gelir. Hiçbir nesnenin içsel bir değeri yoktur. Değer toplumsal bir ilişkinin nesneye yansımasıdır, ancak toplumsal olarak vardır.

Değerin ölçüsü hep güncel üzerindendir. Geçmişte o nesne için harcanmış emek zamanı ölçü değildir. Nesnenin üretimi için artık ne kadar emek zamanı gerektiğine bakılır. Bu yüzden güncel emek, geçmiş emeği saygısızca değersizleştirebilir, bazen de geçmiş emeğin karşısında boynu bükük kalabilir. Örneğin Altın çoğu zaman geçmiş emeğin günceli ezdiği bir hikayeye sahiptir.

Tüm değerlerin toplamı ve kaynağı emekçilerdir. Değerler emekçilerin güncel toplumsal ölçülere uygun harcamış oldukları emek zamanlarının toplamıdır. Dolayısıyla örneğin belirli bir zaman içerisinde üretilen değerin toplamı çalışan nüfusun niceliğiyle ilişki halindedir. Sınırları bu nicelikle belirlidir.
Teknolojik gelişim sayesinde daha ucuza üretilme olgusu, özünde daha az emek zamanı gereksinimi anlamına gelir. Bu türden her gelişme aynı zamanda geçmişte üretilmiş emsallerin de değerinin düşmesi sonucunu verir. Bir şeye ne kadar emek harcanmış olduğu belirleyici değildir. O şeyin artık ne kadar emekle üretildiği asıl belirleyendir.
Değer tanımının dolaysız bir başka sonucu bir değerler toplamı olarak zenginliğin ya da servetin emek zamanı birikiminden başka bir şey olmayışıdır.
Bir adım daha atarsak şunu da söyleyebiliriz: İnsanın kendi emek zamanı ile uyumlu olan zenginliğinin ötesine geçen her nicelik bir başkasının eseridir. Hırsızlık, sömürü, hediye ya da miras olabilir. Ancak her ne şekilde olursa olsun bir başkasının eseridir. İnsanların toplumsal yaşayış içerisinde ürettikleri nesneleri değişmeye ihtiyaç duydukları andan itibaren, yani kapitalizmi çok önceleyen bir evreden beri kural budur. Bu nesnel ve kendiliğinden oluşmuş bir hukuktur. Bu hukuk kısmi olarak ihlal edilebilir ama yaşamış milyonlarca insanın pratiğinin doğal bir eğilimidir. Küçük bir örnek vermekle yetinirsek; eski zamanların bir kaşık yontucusunun bir günde oyduğu kaşıkları, bu işi bilenin pek olmadığı bir yerde, örneğin 1 kaşık=1 inek şeklinde değişmesi mümkündür. 100 kaşık 1 günde, bir inek ise 1 aylık emek gerektiriyorsa kaşıkçı beyler gibi yaşar. İnsanoğlu sanıldığı kadar aptal değildir. Böyle konularda zihinler çok hızlı işler ve aradan pek fazla zaman geçmeden kaşık yontma işinin hiçbir sırrı kalmaz. Özetle değişimin iki kutbundaki nesnelerin emek zamanları arasındaki dengesizlik uzun uzadıya devam edemez. Bu kural günümüz için de geçerlidir. Hile ve özel avantaj kalıcı değildir.
Değer yasası bir bilim olarak iktisadın varlık temelidir. Sosyalist iktisat söz konusu olduğunda ise işler pek değişmeyecektir. Değişimin evrensel kanunu iktisadi analizin temel dayanağı olmaya devam ederken toplumsal yaşamın başka eğilimleriyle eğilip bükülmekten kurtulamayacaktır. Kapitalizm adı üstünde her şeyin sermayeye göreli hale gelmesidir, değer yasası bu görelilikle bükülecektir. Marks’ın başlangıç saptamalarından biri olsa da, Kapital?in 3. cildinde ilan edilen gerçeğin bir de bu yönden ele alınması uygun olacaktır. Sermayenin organik bileşimindeki farklılıklar, metalar kitlesinin bir kısmının değerinin üzerinde bir kısmının ise altında bir çizgiye yerleşmesine yol açmaktadır. Buradan yola çıkarak sosyalist toplumlarda ne tür bükülmeler olabileceğini merak etme hakkımız vardır. Bu hakkı kullanmayı başka zamanlara bırakarak, değer tanımının bir başka sonucuna dikkat çekelim. Dünyanın bir yerinde gerekli emek zamanının belirli meta türleri için örneğin yarıya indirilmesi dünyanın başka bir yerinde toplumsal değişimi zorunlu hale getirir. Eski yöntemle devam eden toplulukların emeğinin yarattığı değer yarıyarıya azalır. Serbest piyasa bu farkı dengeleyici yönelimleri gündeme getirir. Çalışma zamanı uzaması, ücretlerde düşme, yoksullaşma, iflas, bunun ardından yeni sermaye yatırımları, iş sürecinin değişimi, işsiz kitlede artış, üretimde eski yöntemin ortadan kalkışı, üretimde artış, ekonomik gelişme? Özetle dünyanın bir yerinde eskisi gibi yaşama arzusu, dünyanın başka bir yerindeki yeni yaşam tarafından sürekli tehdit edilir. Bu değer yasasının zorunlu sonucudur. Kapitalizm ve dünya pazarı değer yasasının bu etkisinin giderek daha hızlı işlediği evreyi simgeler. Yaşanan çalkantı bir yandan korumacı önlemleri davet edip hız kesse bile, değer yasası hükmünü sürdürür, serbestleşme her şeyi hızlandırır ama varılacak yen aynıdır. Sosyalizm söz konusu olduğunda ise bu etkinin planlanarak olanaklı en hızlı haliyle devreye sokulmasından başka bir seçenek söz konusu olmayacaktır.
Değer yasasının kabullenilmesindeki zorlukların bir kısmı verili tarihsel dönemin koşullanmalarıdır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bir kişinin kendi emek zamanından daha öte bir birikime sahip olması ancak başkalarının emeğinin sonuçlarını mülk edinmesiyle mümkündür. Bol bol mülk edinmişler, mülk edinmek isteyenler için bu fikir pek hoş değildir. Serbest piyasanın ve şans faktörünün mucizelerine inanmak daha kolaydır. Bir başka güçlük ise gündelik iktisadi parametrelerin bu emek değer yasasına ulaşmayı sağlamak için pek elverişli olmayışlarıdır. Değer gerçekliğine dayanarak oluşan çok çeşitli fiyatlar, hisse senedi ve gayrimenkul gibi sanal değerler zaten kabullenmesi zor olan bir fikri benimsemeyi epeyce zorlaştırırlar. Son günlerde finansal kriz tartışılırken burada sanal değerler konusunu ele almak uygun olabilir.

Belirli değerler yığını olarak sermaye, kendisini çoğaltma ya da belirli bir geliri elde etme fonksiyonu ile ele alındığında, elde edilen her gelirin bir sermaye karşılığı hayal edilebilir hale gelmektedir. 100 sermaye ile 20 gelir elde ediliyorsa, her 20 gelir elde etme imkanı 100 sermaye ederindedir. Pazaryerleri, taksi plakaları, otoban gelir hakları, gayrimenkuller, hisse senetleri, markalar bu duruma tipik ve yaygın örneklerdir. Gelirlerin, gelir olasılıklarının, gelir imkanlarının böyle ölçüye vurulmasına sermayeleştirme denmektedir. Sermayeleştirme yoluyla oluşan değerler sanal değerlerdir. Sermayeleştirmede kullanılan ölçüt ise genel faiz oranıdır. Bu belirli bir ulusal pazar açısından verili bir anda belirli bir rakamdır. Örneğin faizlerin yıllık yüzde 6 olduğu bir ortamda 6.000 TL yıllık kira getiren bir gayrimenkulün değeri 6000/0,06=100.000 TL olarak hesaplanacaktır. Buradaki faiz elbette enflasyondan arındırılmış faiz yani reel faizdir. Aynı şekilde bir pazar yeri tezgahının sağladığı yıllık kira geliri 1200 TL ise aynı faiz oranına göre tezgahın sahiplik hakkı 20.000 TL fiyattan alınıp satılacaktır. Anlaşılacağı üzere bu 20.000 rakımı bahsi geçen gelir yoksa sıfırlanacaktır. Artarsa eş oranlı artacaktır. Bu tür sermayeleştirmeler sonucunda oluşmuş olan değerlere sanal değerler diyebiliriz. Marksın kavramlaştırdığı değer ile bu sanal değer aynı şey değildir. Ya da Kapital açısından bakacak olursak bu tür değerler kapitalde irdelenen konular açısından hesaba katılmazlar. Aslında böyle bir ayrım bugün kriz tartışmaları sırasında sıkça yapılan ayrımda da kendini göstermektedir. Yorumcular Mali kriz bahsinde acı durumu irdeledikten sonra, acaba reel sektör bundan etkilenecek mi sorularına yönelmektedir. Aslında bu iki sektör diye anılan şeyin ilki özünde sektör falan değildir. Sektör kavramı üretimin farklı departmanları için kullanılan bir sözcüktür. Demirçelik, çimento, hizmet vb gibi. Mali Sektör kavramıyla aslında hayali değerler alanı kastedilir, reel sektör ise gerçek değerler alanıdır. Marksın analizleri ve kuramı reel alanla yani gerçek değerler alanı ile ilgilidir. Sanal değerler alanı reel alanın bir türevidir. Burada türevi derken bugünlerde türev enstrüman sözlerinden geçilmez olduğu için bir yanlış anlama olmasın! Türev enstrüman denilen şeyler gerçek ya da sanal değerlerin türevi olabilirler. Bunların tarihi ise yeni değildir, kapitalizmi önceleyen zamanlara uzanan bir tarih söz konusudur. Türevleri bir yana bırakıp, sanal değerler alanının iç mantığına biraz daha yaklaşalım. Faiz oranları ile bağlı olan sanal değerler dayandıkları gelir haklarının niceliği yanında faiz oranlarının değişiminden de etkilenirler. Örneğin gelirinde hiçbir değişim olmadığı halde bahsettiğimiz gayrimenkul faiz oranlarının yüzde 12 olması ile birlikte 100.000 TL den 50.000 TL ye değer kaybedecektir. Tersi olduğu durumda ise gayrimenkul 200.000 TL(faiz 0,03) olacaktır. Bu durum hisse senetleri içinde geçerlidir. Yılda hisse başına 6 lira gelir imkanı taşıyan bir şirketin hisseleri 6/0,06=100 TL den alınıp satılacaktır. Faizlerin dalgalanması aynı şekilde hisse geliri değişmediği halde 50 TL ile 200 TL arasında (faiz 0,12 ve 0,03) dalgalanacaktır. Sanal değerler alanının reel alanla bağlantısı, gelirlere ilişkin hak sahipliği üzerinden kurulur. Faiz oranlarının da gerçek değerler alanındaki gelişmelerle bir ilişkisi vardır. Sanal değerler kitlesinin belirli bir emek zamanını temsil etmediklerini ancak belirli bir anda gerçek bir değerle takas edilebildiklerini görürüz. Bir de örneğin gayrimenkulün oluştuğu maddi yapının bir gerçek değer karşılığı vardır. Aynı şekilde hisse senedinin de varsa şirketin özsermayesinden(ki bu da bir sanal değer olabilir) oluşan gerçek bir değeri vardır. para sanal yada gerçek değerler karşısında her ikisine de eşitmiş gibi davranır. Bu arada para da temsili değer olarak gerçek değerlere karşıt bir konumda gibidir. Ancak örneğin bir meta olarak altın sahipliği ile buna karşılık gelen para sahipliği arasında da değer açısından fark yoktur. Biz burada parayı gerçek bir değeri temsil etmesi anlamında gerçek değer olarak değerlendirmiş oluyoruz. Aslında belirli bir para sahipliği kendisine denk gelen meta sahipliğinden değerler açısından farksız olmakla birlikte, tanımlamayı gerektiren bir fark barındırır. Para sahipliği, meta sahibinin, metalarının maddi sahipliğini bir başkasına devretmesi yani satması, değer sahipliğini ise sürdürmesi anlamına gelir. Kullanım değerlerinden soyutlanmış değişim değeri taşıyıcısı olarak paranın kendisi de bir türev olarak görülebilir. Ancak bu sanal değerlerden farklıdır. Sanal değerler, kendisini artıran değer olarak sermayenin türevi olmaktadırlar. Para ise öyle değildir.

Sanal değerler alanını içerebileceği gerçek değerlerden arındırdığımızda elimizde hiçbir emek zamanına mal olmamış bir değerler kümesi kalır. Elindeki sanal bir değeri bir başkasına devredip, paraya çeviren bir kişi gerçek değerler alanına geçmiş olur. Bu davranışın yararlı mı zararlı mı olacağı pek bilinemez. Gerçek değerler alanına geçiş pişmanlık yaratabilirse de daha güvenlidir. Bilmemiz gereken ayrım, gerçek değerlerin kaynağı emek zamanıdır, sanal değerler ise sömürüden pay alma hakkından doğarlar. Kriz konusunda bir şeyler söylemeden önce, sömürü ve artı değer kavramlarına ilişkin irdelemeler yapmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Gelecek yazıda elbette?

Makalenin Yazarı: Suat Kamil Aksoy

Yazarın Yazıları

Yazarın İletişim Adresi:
suatkamil@gmail.com

Previous Story

Lubomir Levçev ‘in Sanatı ve Şiirleri “Ozanlığın en önemli niteliği cesarettir.”

Next Story

Çirkince adlı öykü – Sabahattin Ali

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ