Denemeler 1 – Nejdet Evren

Felsefe yaşayan bir düşünce sistemi midir? Yoksa salt düşüncelerin soyutlandığı bir alan mıdır? O, güncel ile ne kadar ilgilidir? Felsefe yaşamın kendisi olabilir mi?

Felsefeyi söz-yığınından ibaret saymamak gerekir. Ayrıca, bilim ve felsefe ayrılmaz ikilidirler. Bilimin olmadığı yerde felsefe, felsefenin olmadığı yerde bilim olamaz. “evren” nedir şeklindeki soru bilimsel bir yaklaşımla açıklanabilir. Salt soyut düşünce evrenin ne olduğunu açıklayamaz -salt düşünce yoktur aslında-…felsefe var-oluşun nedenini, oluşum şeklini bir yönden metayı zorlayarak, belki de sezgilerden de yararlanmak suretiyle açıklamaya çalışan, bunu yaparken anlamlı dizgelerden oluşan düşünceler/yargılar/değerlendirmelerden başka bir şey değildir. Onu, maddeden ayrıştırmak kendine yabancılaştırmaktan başka hiç bir şeye yaramaz; olsa olsa söz-yığını olur.

Evrene açılan pencere sayısı o kadar çoktur ki, neredeyse sonsuzluk ile eşleşecektir bu…Tek pencereden bakmak ile iki, üç,…pencereden bakmak bir-aynı sayılabilir mi?

Felsefeyi diğer bir yönü ile eklemlenen adımlara ve kesintisiz bir yürüyüşe de benzetebiliriz. Her adımın o anki yeri/konumu/duruş şekli ile öncekinden olan uzaklığı/öncekine göre konumu ve her ikisinin sonraki ile olan bağıntısını açıklayan/görmeye çalışan yöntemsel bir düşünce yürüyüşü…Doğrusu, bilgenin düşünceye açlığı/bilgiye açlığı tükenmediğinden olsa gerek hiçbir zaman en-mükemmel olunmayacağına dair bilgisi ile sınırlı biçimleri algılama ve kendisini/ötekini bunlar ışığında yorumlayarak anlama biçimi de sürekli değişmektedir. Böyle olunca o, hiçbir zaman ne bir adım önde olduğunu düşünür ne de geride. Sonsuzu görmek için açılan pencere sayısı arttıkça bir toz zerresi bile çok değerli hale gelebilir. Anlama çabası tarihsel bellek ile beslenirken anlamamaktan/anlayamamaktan uzaklaşır. Bu yönü ile felsefeyi canlı/cansız-doğaya dönüş olarak yorumlamak mümkündür. Her olgu var-olma şekli ile bir değer kazanır. Var-olma sorusu hiç unutulmaz

Öğrenme, algılama,ezber ve yorumlama olgularını ayrıştırmak gerekir. Doğuştan tarihsel belleğe sahip bireyin algılarını yetileri ile geliştirme süreci, deneysel bir öğrenme sürecidir. Emekleyen bebeğin yürümeye başlaması gibi. Bu durum bize öğrenmenin yaşı ve sınırı olmadığını da gösterir. Algılama biçimi kişinin içerisinde bulunduğu doğal/toplumsal/kültürel etkiler ile birlikte kişinin hazır bulduklarını sorgulama isteği/gereği/yönelimi ile şekillenir. Süreç anne karnında başlar ve biyolojik dönüşüme dek sürer. Dokümanter bilginin depolanması bir öğrenme değildir. Bunlar ancak öğrenme sürecinde kullanılacak bilgi topluluğu işlevi görebilirler. Yorumlama ise, kişinin sürece bağlı gözlem ve deneysel bilgisi ile tarihsel belleğine yeni ve farklı düşünceleri katması sürecidir.

Düşünce maddeden çıkar ve ona yönelir. Biçimlendirebilir ancak olmayanı yaratamaz; taş içinden heykel çıkartmak gibi olanı ortaya çıkartır; belirgin yapar. Sonsuz öz sonsuz biçimler ile var olur ve tüm olgular sürekli bir-diğerine eklemlenerek değişip dönüşürler. Geleceğe dair kesin bir sonuçtan söz etmek aslında bir olasılıktan söz etmektir. Olasılıkların sonsuzluğu her olguyu belirsiz yapmaz; ön-görülü olma olasılığını yükseltirler. “doğru” ve “yanlış” tanımlarının insan türünün tarihsel döngüsüne bağlı geliştirdiği ve değişken birer değerlendirmeler oldukları göz-ardı edilmemelidir. Mantık, değerlendirmelerde bir tutarlılık ister; doğru ve yanlıştan farklıdır.

Düşünce nesnelin uzanımıdır. Düşüncenin kendisi soyuttur. Düşüncenin düşüncesi soyuta bir uzanımdır. Soyut olan elle tutulmaz. Yaratıcı akıl, toplumsal bellek ile düşünce maddeye dönüştüğünde somutlaşır. Bu döngü sonsuzdur. Felsefenin temel ilkelerinden belirgin olanı, sonsuz evrenin hem kendisini hem evrendeki tüm olguları, nesneleri, ilişkilerini ve diyalektik süreçlerini tikel ve düalist olarak yeniden yorumlamaktır. Böylece felsefi düşünce tüm olgular ile ilişkilenir. Felsefi düşünce hiç bir olguya kapalı olmadığı gibi hiçbir olgu onun yorumundan bağsız kalamaz. Felsefe bilgiye bağlı düşüncelerin çoğaltılmasıdır. Bu açıdan felsefi düşüncenin özelliklerinden biri bilimsel verilere dayanıyor olmasıdır.

Gözlük takarız. Güneş gözlüğü, kar gözlüğü ve de dereceli gözlükler. Göz merceklerini/odaklarını kaydırır ve yanılsamalarını gideririz. Odaklanırız ve bakarız. Nesne biz baktığımız için orada değildir; biz gördüğümüz için de var olmaz. Nesnenin/olgunun varlığı bizim bakışlarımızdan bağımsızdır. Kızılderili atalar der ki, ?neyi önemser isen onun sesini duyarsın? Her görünenin salt göründüğü gibi olmadığını zamanla deneylerimiz ve gözlemlerimiz ile öğreniriz. Öğreniriz; düşmeyi, kalkmayı ve yürümeyi. Öğreniriz; aldatmayı, aldatılmayı.Öğreniriz; doğruyu, yanlışı….Öğrendiklerimizden bir kule yaparız. O kule bizimdir; o kule bize ilişkindir; kaçamayız kendimizden. Yalan yalanı doğurur; çirkinlik çirkinliği; savaş savaşı doğurur. Sonuçta kandırdığımız tek kişi vardır: kendimiz…

Kendine yalan söyleyen tek canlı türü insandır.!!!

Felsefi bilgiye bir açıdan aklın eleştirisi de diyebilir miyiz? Kendini sorgulama, zıt olandan hareketle kendini doğrulama çabası olsa gerek. Tüm bilgilerimiz gözlem ve deneye dayalıdır. Bunu bilmek ise, bilginin kendini kaynağında tüm bilgiler ile ilişkilendirmesidir. Bu nedenle olsa gerek her bilimin bir felsefesi var denilebilir. Felsefi bilgi aynı zamanda bir disiplindir. Doğru ya da yanlışlığı bir kenara bırakılacak olursa düşünsel bir ardışıklığı, tutarlılığı ve bunlara bağlı olarak bir değerlendirmeyi içerir. Olgusal dönüşümün bilgisi öz ve biçim arasındaki etkileşimlerin yeniden ve yeniden yorumlanması ile mümkündür. Değişim ve dönüşüm türlerinin alt disiplinler olarak ayrışmalarından bilim dalları ortaya çıkar. Tüm bunların genel ilkelerini, sonuçlarını ve değişim yasasını sağlayan bilgi, felsefi bilgi olsa gerek.

Görmek! Nedir acaba? Felsefi görüş bu edimin neresindedir?

Göz-kapaklarını açtığında gözler neredeyse milyarlarca ışık-oyununu görebiliyor. Işığın cisimlerin temelinde var olan atom/altı parçacıklar ile yaptığı bu dansı renk olarak algılarız. Olguların renkler ile tanımlanmaları yanında renksiz olarak tanımlanmaları da mümkündür. Bir su sesi kulağımıza iliştiğinde bu çeşmeden gelen su sesi ise farklı, ırmaktan gelen su sesi ise farklı, denizden gelen su ise farklı bir çağrışım yaratır. Buna imgelerin dili denilebilir. Belleğimizde depoladığımız görüntüleri hemen yerleştirebilir/çağırabiliriz. Bunlar o düşsel renkleri de görmemizi sağlayacaktır. Renklerin bellekteki düşsel varlıkları algıladığımız için bize görünürler. Ancak renk olgusu düşselimizden bağımsızdır. Bakar bir gözün kör olması her zaman olasıdır. Bu duruma bakar-kör demek mümkündür. Demek ki görmek olgusu ile renkler arasında değişik bir ilişki vardır. Tüm bireylerin gözleri olmadığını var sayarsak renk olgusu tüm bireylere yabancı olacaktı. Gördüğümüz için renk olgusunu tanımlayabiliyoruz. Öyle ise renkli bir dünya için mutlaka gözlerin renkleri görmesi gerekmemektedir denebilir.

Her can bir dünya taşır ve o, kendi rengini yaratır. Felsefi görüş bu farklı dünya/ların pencerelerinden sızan ışık-selidirler. Işığın/fotonların olmadığı yerde renk oluşmaz. Demek ki, fotonlar/ışık-huzmeleri, çarpışma, yansıma ve renkler ile imgelem ve algılama
Ve daha sonrasında ise tüm bunların sentezlenerek düşüncede sistematik, akıcı, akılcı, mantıksal tutarlılık içinde yorumlanması ile yeni bir görüş açısı oluşturulur. Bu görme, fizik görmeden çok ötede bir şeydir.

Canlı-doğanın gözümüze sıradan görünen akışı aslında bir-diğerine sıkı bağlarla bağlanmış sonsuz sayıdaki etki-tepki deviniminden ortaya çıkmakta ve yinelenen her olgu gibi sıradanlaşma eğilimini taşımaktadır. Oysa ki, hiç bir olgu yer ve zamansız değildir. Yer genişliği zaman derinliği ifade ederken gözümüze görünen o sıradanlığın kendince bir anlamı ve öz ile biçimi vardır. Değişmeyen öz biçimlerle sonsuz değişikliği kazanırken önemsemek bir yönü ile bu değişimi bilinçsel olarak görmek, hayatı anlamlandırmak olsa gerek. Felsefe acunu önemsemektir.

Her ne kadar düşünce/idea maddenin zorlamasına dayanır ve bu yönüyle fizik-ötesi ise de maddeden bağsız değildir. Mikro/makro evrendeki kozmosun devinim yasaları ve devingen kuarklar düşünce/idea-dan önce vardırlar ve hala o düşünceyi doğuran beyin dokusunda milyarlarca parçacık olarak devindikleri için düşünce var-olabilmektedir. Bu nedenle rahatlıkla söylenebilir ki fiziği zorlayan düşünce fizik ötesini yaratamaz. Düşüncenin bir ütopya/hipotez olarak maddi gerçekliği etkilemesinin fizik-ötesi ile yakından ilgisi yoktur.

İmgesel algılama/düşünme/aktarma alışkanlığını içerisinde bulunan koşullarda insanımsılar türün sürdürülmesi için yaratabildikleri için insan türü varlığını koruyup geliştirebilmiştir. Bu şu anlamı içerir. İnsan düşünceyi/sözü/imgeyi yarattığı için bu yönde doğayı etkiyip değiştirdiği için insanlaşmıştır. Yoksa bir tür olarak ya var olacak ya da yok olacaktı. Ve buunun farkına bile varmayacaktı.
Düşüncenin bağsızlığı/öznelliğinden ayrılmaz. her düşünce öznel olmak zorundadır ki gerekli olan da budur. Aslında öznel olmayan düşünce ne bağsız ne de bilim etiketlidir. Kütle çekimi öznellikten uzak bir belirlemedir; ancak, bu bir olgu/gerçekliktir; yorum/düşünce/değerlendirme değildir; düşünceden bağsızdır. Her şeyden önce bağsız olan ve değerlendirilen olguların netleştirilmesi gerekir. Düşünce vardır hiç bir kalıba sığmaz; ve düşünce vardır inadına savunulur; bilimsellik adına düşünceleri kim mahkum edebilir ki? bu ayrıcalığı kim ve kime karşı kullanma yetkisine/hakkına sahip olabilir? Bir düşüncenin ne kadar aykırı olsa da inadına savunulması ile bir düşüncenin açıklanmasının bir şekilde bastırılıp susturulması için çaba harcanması çok ayrı olgulardır. Çoğunlukla ikinci yöntem seçilir; kolay olanı seçmecilik insan doğasına sonradan eklemlenmiş olsa de sürdürme eğilimini taşır; ancak, payesi yoktur.
?felsefeye ihtiyacımız var mı?? ya da felsefe ?yaratıcı aklın sentezi? midir? Şeklindeki sorular, özünde, felsefe ve düşüncenin yaratılarına kapalı olan orta-çağ karanlığına verilen bir yanıt gibi durmaktadır. Ortasında çağın engizisyonlar sömürücü yapılarını korumak için düşünceyi sabitleyerek tekellerine almakla kalmadılar, onlar tümden düşünmeyi, tartışmayı kendileri için zararlı gördüklerinden yasakladılar. Diğer bilimlerdeki varılan sonuçlar ilk etapta düşünce gibi sorgulayıcı ve sarsıcı olmadıklarından hedef tahtasına felsefe konuldu; çünkü o her şeyi, gözün gördüğü-görmediği, algının ulaştığı-ulaşması olanaksız olanı masaya yatırmaktaydı. Felsefenin yaşayan bir dokusu bulunduğuna ve tüm engellemelere rağmen varlığını sürdürmüş olmasına göre gerekli olup olmadığını sorgulamak, gereksiz olmadığına dair gereksiz bir kanıt aramak gibidir.

Felsefi görüngü nedir?

Nejdet Evren
2011, Batı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir