Mekan / Zaman / Sınır / Yer – Nejdet Evren

Mekan denilince ilkin sınırları çizili ve diğer nesnelerden kesin çizgilerle ayrılmış bir yer boyutu düşünülmektedir. Oysa ki, bu sadece onun varlık biçimidir ve temelinde bir sınırlandırmayı içerir. Bu sınırlandırma, özünde bir egemenlik alanını ve bir yasaklamayı içersinde barındıran sosyolojik bir olguyu ifade etmektedir. Hiyerarşik yapıda olsun, olmasın en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm mekan-lar mülk-iyet ile ilgilidir. Buradan hareketle denilebilir ki, mekan eşittir mülk ve eşittir egemenlik…Bu egemenlik olgusaldır ve sınırları belirlenmekle kendisini ifade eder ve ötekilere verilen bir uyarı niteliğini taşır.

Egemenlik bir mekanı denetim altında tutmayı gerektirir. Egemenlik kurmak isteyen tüm canlı türlerinin mekan-larını işaretlemeleri bu nedenledir. Sınırlandırılmış ve diğerinden çizgilerle ayrıştırılmış alan donuk değildir. Donmuş varlıklar üzerinde egemenlik kurulamaz; o ancak hareket eden varlıklar ile hayat bulabilir. Demek ki her mekan/ayrılmış olgu zaman denilen olgu ile birlikte vardır ve her mekanın kendince bir zamanı vardır. Bu nedenledir ki, her mekan kendi zaman dilimini taşıyan ögeleri içinde barındırır; diğerlerini dışarıda tutar. Bu durum, mekanın kapalı olduğunu gösterir; hiçbir mekan yoktur ki sınırsız ve sonsuz olsun.

Mekanın soyutlanması ile sahiplenme/sahip olma erki ve duygusu ortaya çıkar. Bu erkin bilinçte yer etmesi ile mekan kendi belirgin/görünen sınırlarından/çitlerinden kurtularak beyin dokusuna/düş dokusuna yerleşir. Tam da bu aşamada artık o denli güçlü bir sınıra sahip olur ki, o duvarları yıkmak kolay olmaz. Bu bağlamda mekan, düşüncenin kendi içerisindeki lokal/bölümlenmiş alanlarını oluşturur.

Mekanın ötekilere yönelik dışlama uyarısı bir açıdan yasaklayıcı bir emirdir ve cezalandırmayı/yaptırımı içersinde barındırır. Her mekan/sınırlandırılmış şekilsel ve düşsel alan,diğerine yönelik bir gizli korku taşır/yöneltir. Düşün-selin sınırlı alanlarında sinsice uyuyan tabu-lar bu temelde yükselirler.

Uzay/zaman eğrisinde sınırsızlık içerisinde bulunan sonsuz sınırlı ve devingen parçacıklar zaman-seli içerisinde akarlar. Bu akış, sonsuzluk ile ifade edilebilir/ne ilki ne de sonu olmayan bir zamansal akıştır söz-konusu olan. Bu sonsuz akışın mekanı yoktur; mekansızdır o…demek ki, mekandan söz edildiğinde içinde bulunulan bir olgu ile içinde bulunan olguları ayrıştırmak gerekecektir. Başka bir anlatımla, mekan bir başka olgu içerisinde bulunan sınırlandırılmış bir zaman/eğrisini ifade etmektedir. Bu nedenledir ki, sonsuzluk bir mekan değildir.

Mekanın şimdiye kadar ki öğelerini sayacak olursak;

1- Sınırları kesin çizgilerle çizilmiş bir alanı,
2- Sahiplenmeyi,
3- Otorite ve egemenliği,
4- Yaptırım ve korkuyu,
5- Sonsuzluk ile örtüşmemeyi,
6- Soyutlanarak düşünsel bir boyuta dönüşebilirliği,
7- Zamansız/zamandan bağsız olmayanı

içerisinde barındıran sosyal/tarihsel/fiziksel bir olgu ile karşılaştığımızı söylemek olanaklıdır.

Mekan, bu kadar sınırlı bir kesit midir?

Mekanın kavramsal olması onun soyutlanmasının bir sonucudur. Soyutlanmayanın mekansal tanımı olmayacaktır. Mekan bu yönü ile düşünceyi soyutlayan türlerin belirlediği bir zaman/eğrisidir. Düşünce bu belirlemeyi soyut olarak somuttan yaratır ancak bu onun gerçek olarak benimsediği bir soyutlama olmaktan kurtulamaz. Egemenlik alanı olarak çizilen sınırların soyutlamaya fazla gereksinimi olmayabilir. Diğer türlerde bu yönde bir eğilim gözlemlenmektedir. İçince bulunulan ortamı/uzay-zamanını tüm uzay zamanından ayrıştırmak düşün-selin geliştirdiği/gelişmiş soyutlaması sayesinde yapılmaktadır. Bu bağlamda mekan soyut bir olgu olarak karşımıza çıkar. Düşün-selinin kullanım amacına uygun olarak yaşamsal pratikleri onun alanları sınırlandırmasını öğretmiş ve bunlardan yaralanmıştır. Sonsuz ölçekleri sınırlı sayıda bölmek, yaşamı kolaylaştırmanın bir yöntemi olarak görülmüştür. Mülk olgusu aynı zamanda ait olma olgusunu da içerisinde barındırmaktadır. İnsan sınırlandırırken egemen olduğu kadar ait olma duygusunu soyutlayarak mekan/lar yaratmıştır. İnsan bu yönü ile bir yandan doğaya karşı egemenlik kurma yöneliminde bir yer/mekan edinirken sosyal/tarihsel olarak o uzay-zaman diliminde o yere ait olduğu düşüncesini geliştirmek suretiyle de köle olmuştur. Bu bağlamda mekanın bir kölelik-halkası olduğunu söylemek zor olmasa gerek. O zaman mekana yeni unsurlar ekleyebiliriz;

8- Ait olmayı,
9- Köleliği,

barındırmaktadır.

Mekanın içerisine girdiğimizde ne göreceğiz?

Kapatılmış bir uzay-zaman eğrisi içerisinde bulunan ve egemenlik ile yönetilen oksijensiz toplumsal bir kölelik olgusunu göreceğiz. Alet yaparak kullanan türün aletlerine alet olmasını göreceğiz. Bu olgu halkalaşarak eklendiğinden mekan iç-içe kapanan sınırlandırılmış hiyerarşik düzeneklerle var olacaktır. Demek ki mekan diğer bir yönü ile özgürlük karşıtıdır.

10- Mekanlar özgürlük karşıtını içerisinde barındırır.

Mekana gereksinim duyan insan türünün bunda bir çıkarının olması gerekir. Austrolopitecus Africanus?lar ormanın bereketli sunumundan her hangi bir şekilde mahrum kaldıklarında güç dengesizliğini fazlasıyla duyumsamaya başladılar. Tüyleri, pençeleri ve dişleriyle korunuyor ve besleniyorlardı. Karşılarındaki homojen kitlelerin sayısal çoğunluğunda bir güç görüyorlardı. Çıplak arazide sığınabilecekleri alan/yer/mekan olarak mağaraları buldular. Mağaraların koruyucu kalkanları onları sınırsızlıktan sınırlıya, sonsuzluktan sonluya doğru devşirdi. O mağara senin bu mağara benim demeye başlayacaklardı. Ve hiç biri kendi mağarasını yitirmeyi düşünmüyor ve istemiyordu. Yeniden var-olma şansını yakalamış olmanın sevinciyle sınırlandırmayı/bölmeyi öğrendiler. Onlar mağaralardan çıktıklarında, sınırlandırma iliklerine kadar işlemişti…Olguları sınırlandırarak ve çizgisel olarak görme/gösterme/algılama eğilimini taşıyorlardı. Mekan bir koruma olgusu olarak doğumunu tamamlamıştı.

11- Mekan bir koruma sağlar.

Mekanın koruma yapısı aynı zamanda ayrıştırma yapısını da içinde barındırmaktadır. Bir yandan korurken diğer yanda da koruma dışında bırakır. İçeriye yönelik koruması dışarıya dönük kaotik yapıya işaret eder. Mekanın bu yönden bir çekim kuvveti vardır. Kişiyi kaotik ortamdan uzaklaştırmaya yönelik bir çekim kuvvetidir bu…

12- Mekan bir çekim kuvvetine sahiptir.

Zaman her olguyu yıpratır. Mekanın bundan kurtulma şansı yoktur. Mekan da yıpranır. Mekan hem zaman içerisindedir ve hem de zaman ona karşıdır. Sınırlandırılanın sınırları sürekli değişme ve yıpranma eğilimi taşır. Bu bağlamda, mekanın sınırları zaman öğesi ile sürekli değişikliğe uğrar.

13- Mekanın sınırları zaman ile etkileşime girdiğinde sürekli değişir.

Mekan/zaman/sınır/yer denkleminde, zaman kapsayıcı bir özellik taşır. Mekanın zamanı ve sınırı ve de yeri var ise de zamanın mekanı yoktur. Zaman mekansızdır.

14-  Mekan zamansız olmaz, ancak zamanın mekanı yoktur.

Mekana sığmayan insan bedeni değildir. Mekana sığmayan düş-selidir. Her ne kadar mekanlar sınırlı alanları/zeminleri oluştursalar da içerisine sığdırdıkları olguları tutma yeterliliğine sahip olmayabilirler. Mekanın daraltılmış yapısı onun ötesinin görülemeyeceği/algılanamayacağı anlamına gelmez.

15- Mekan daraltılmış alanlardır; ancak aşılamaz değildir.

Mekan, bir zemin midir? Üzerinde bazı olguların/eylemlerin gerçekleştiği, çarpıştığı, düştüğü ve kalktığı bir zemin… Evet, mekan bir yönüyle bir zemindir; öyle bir zemindir ki, her olguyu üzerinde taşır. Bu genişlikteki mekan sonsuzluğun kendisidir…

Bu mümkün müdür?

16- Mekan sonsuzluktur!

Yazan: Nejdet Evren
Batı, 19 Temmuz 2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir