Herakleitos ve Nietzsche Arasında: Dağlar, Tepeler, İzbeler – Hamza Celâleddin

Felsefenin doğduğu ilk topraklardan –sözgelimi Efes’ten, Miletos’tan−, modern-sonrası felsefeye –sözgelimi Alplere, Norveç’e− kadar, filozoflar geniş düzlüklerden ya da ovalardansa, tepeleri, izbeleri ya da dağları kendilerine mesken etmişlerdir. Bu, bir bakıma tehlikeyi ve bilinemezliği çağıran tutum, tam da felsefenin doğasına uygun düşer. Friedrich Nietzsche’nin “şehirlerinizi Vezüv’ün eteklerine inşa edin”* önerisi de, felsefenin ve yaşamın tehlikeli doğasına işaret eder. Felsefe tarihi, coğrafî olanla arasındaki bağı, daha ilk baştan beri kurmuştur. Herakleitos başta, Sokrates öncesi bütün Doğa Filozofları, buna güzel birer örnektir. Herakleitos’un ölümüne dair söylencelerden en dikkat çekici olanı ve belki de en fazla dillendirileni, onun kalabalıklardan kaçarak bir dağa sığındığı ve burada soğuktan korunmak için bedenini tezekle kapladığı ve ondan sebep ya köpekler tarafından parçalandığı ya da ödemden dolayı öldüğü yönündedir. Burada çıkarmamız gereken, trajik bir ders değildir. Bilakis, nefes alabilmek için, felsefenin ve filozofun bir tepeyi, bir dağı ya da gözlerden uzak bir izbeyi gözüne kestirmesi mevzubahistir. Gelgelelim bu Herakleitosçu tavır, birçok filozofta ve birçok felsefede, başka yollarda izlenebilir.

Friedrich Nietzsche’nin otobiyografik kahramanı Zerdüşt de, önce katıksız Herakleitosçu bir tavırla dağa çıkar. Bu, son derece antik refleks, Zerdüşt’ü Zerdüşt yapan şeydir. Nihilizmin ilk aşamasında (yani yaşamı olumsuzlayan, pasif nihilizmde), dağa çıkmak kaçınılmaz olandır. “Zerdüşt otuz yaşındayken yurdunu ve yurdunun gölünü terk edip dağlara çıktı. Burada başını dinledi ve yalnızlığın tadına vardı ve on yıl boyunca da bundan usanmadı” (Nietzsche, 2011). Fakat Nietzsche, buradaki Herakleitosçu refleksle kalmaz, daha sonra Zerdüşt’ü dağdan indirerek tekrar kalabalığa karıştırır. Zerdüşt, kalabalığa seslenirken, yaşama tekrar evet diyerek pasif nihilizmi de aşmış olacaktır. Herakleitos dağ başında ölmüştür, fakat Nietzsche’nin Zerdüşt’ü yaşama bir şans daha verir: Her şeye rağmen, o, yaşamı olumlar. Bu, insanın aşılmasının ve Üstinsan’ın da öğretisidir aynı zamanda: “Zerdüşt ormanın kenarındaki en yakın şehre geldiğinde, halkın pazaryerinde toplandığını gördü: çünkü bir ip cambazının gösteri yapacağı duyurulmuştu. Bunun üzerine Zerdüşt şunları söyledi halka: Size Üstinsanı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için siz ne yaptınız?” (Nietzsche, 2011).

Gelgelelim, Herakleitos’tan Friedrich Nietzsche’ye bu yaklaşma, yirminci yüzyılda bir “kaçamak”a dönüşmüştür. Ludwig Wittgenstein başta sayılmak üzere birçok yirminci yüzyıl filozofu, ara sıra kaçabilecekleri bir tepe, bir izbe ya da bir dağ aramış, sözgelimi Ludwig Wittgenstein bu tepeyi Norveç Skjolden’de bularak buraya bir kulübe inşa etmiştir. Wittgenstein sık sık, bunaldığı şehir yaşamından kaçarak, yalnız başına burada kalmıştır. Yine Martin Heidegger’in inşa ettiği kulübe, Kara Orman’da, gözlerden ırak bir tepededir. Heidegger, eserlerinin büyük bir bölümünü burada kaleme almıştır. Yirminci yüzyıldan günümüze uzanan süreçte, kentten kaçmak ve bir tepe, bir izbe, bir dağ başı bulmak iyiden iyiye güç hâle gelmiştir. Ne kadar iyi Herakleitosçu ve Nietzscheci bir izsürmeci olsak bile, kentten ve kalabalıktan kopuş, artık hiç de kolay değildir. Belki de günümüzde, felsefenin artık imkânsız bir etkinlik olması bunun bir neticesidir: Coğrafya dediğimiz, felsefenin imkânıdır. Kaçılabilecek bir dağ, sığınılabilecek bir tepe, gözden ve kalabalıktan uzak bir izbe köşe bulunamazsa, bir felsefî üretim de mümkün kılınamaz.

Burada gerçekten de izlememiz gereken, Herakleitosçu ve Nietzscheci çizgide, felsefenin ve yaşamın tehlikeli bir coğrafyaya gereksinimidir. Tekin düzlükler, tehlikesiz ovalar, kalabalık kentler, filozofu bedensel ve zihinsel olarak cendereye alır. Oysaki dağlarda, tepelerde, izbelerde yaşam, tehlikeli ve felsefî olarak da yeteneklidir. Dağa kaçış, Herakleitos’un ölümünde mi kalmalıdır yoksa Nietzsche’nin Zerdüşt’ü misali tekrar kalabalığa inmeli ve onlara anlatmaya mı çalışmalıdır, burası benim için tartışma götürür. Ama tartışma götürmez olan şudur ki: “Yerde felsefe olmaz.” Mümkünse bir dağ bulmalı ve mümkünse bir de ırmak geçmelidir filozof. En yükseğe çıkabilmeli ve oranın nazarında insansoyunun nasıl göründüğünü kavrayabilmelidir – ki bu hem bedensel ve hem de zihinseldir. Öyleyse gerçekten de coğrafi tutumumuz, felsefî derinliğimizi de belirler. Son olarak, yeri gelmişken –ya da gelmemiş olsa bile−, bir kez daha şu şiiri yüksek sesle okumak gerekir:

Sularsa akmak birgün birgün birgün

Birgün dağlara çıkmak birer birer dağlara çıkmak birgün

Çıkmak çıkmak birer birer birgün dağlara dağlara birgün

Birgün birer dağlara

Ah nasıl dağlara birgün

(Turgut Uyar, Kurtarmak Bütün Kaygıları)

Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,

Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.

Dipnot:

* Vezüv Yanardağı, İtalya’da, Napoli’nin doğusunda hâlen aktif bir yanardağ. Friedrich Nietzsche Şen Bilim eserinde bundan bahseder. Ve bir süre de, Vezüv Dağı manzaralı bir yerde yaşamını sürdürmüştür.

Kaynaklar ve Okumalar:

NIETZSCHE, Friedrich, Böyle Söyledi Zerdüşt, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Mustafa Tüzel, 2011.

NIETZSCHE, Friedrich, Şen Bilim, Say Yayınları, Çev: Ahmet İnam, 2017.

LAERTIOS, Diognes, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Yapı Kredi Yayınları, Çev: Candan Şentuna, 2015.

Hamza Celâleddin
arsizsanat.com