Aristoteles “Mantık” ya da “Organon”
GİRİŞ
MANTIK YA DA “ORGANON”
Aristoteles’in mantık üzerine yazdığı eserlerinin toplamına, onun Bizans dönemindeki izleyicileri, Grekçe’de alet anlamına gelen “Organon” adını vermişlerdi. Yeniçağ’da F. Bacon, Aristoteles mantığına karşı yazdığı kitabı için, “Novum (yeni) Organon” başlığını uygun görmüştü.
Adlandırmadaki bu seçim, düşüncenin işlenmesinin yolu ve yöntemi ile, nesnenin işlenmesinin araç ve teknikleri arasında bir ilişki, bir benzerlik görme geleneğine işaret ediyor.
Aleti, insanın ihtiyaçlarıyla bunları karşılayacak nesneler arasındaki çelişmenin kendisinde çözüldüğü öğe olarak tanımlayabiliriz. Öyleyse alet, farklı ya da karşıt yapılar arasında bir ilişki olarak, pek çok farklı ya da karşıt özelliğin bir sentezidir. Onu işlevsel kılan da, bir karşıtlığın aşılmasını, doğru bir bağıntının kurulmuş olmasını temsil etmesidir.
Prehistorya, “Eolit” adı verilen en ilkel bir tür taş baltayı, biçim ve işlev bakımından pek yoksul ve “doğal bir taştan ayırt edilmesi oldukça güç bir alet” olarak tanıtıyor. Sert kabuklu meyveleri, kabukları içinde saklanmış midye, yengeç gibi besinleri ele geçirmekten öte bir işlev yüklenememiş gibi görünen bu aletten beklenen etkileri kırmak ve parçalamak diye özetleyebiliriz.
“Taş çağı teknolojisi” geliştikçe, taş baltalar çok işlevli, karmaşık aletler haline geliyorlar. Yalnızca kırmak ve parçalamak için değil, delmek, kesmek, deri yüzmek gibi işlere de yetecek özelliklerle donatılıyorlar; keskin, sivri biçimler kazanıyorlar. Burada alete bakarak, insanın daha fazla ve daha çok yönlü ihtiyaçlar ürettiğini ve bunları karşılayabilmek için de, nesne ile daha karmaşık ilişkiler geliştirmek ve nesnenin daha fazla özelliği üzerinde çalışmak yönünde ilerlediğini düşünebiliriz. Gene aletin gittikçe karmaşıklaşan yapısına bakarak, insanın üzerinde etkinlikte bulunduğu nesneyi yalnızca daha çok işe yarar parçaya ayırmakla kalmayıp, parçalamayı zihinsel işlemler biçiminde ve genelleme düzeyinde de yaptığını, ayırdığı özellikleri, tekil durumlar olarak değil, pek çok nesnede ortaklaşa bulunan ve tek bir alet üzerinde birleştirilebilir özellikler olarak sınıflandırdığını söyleyebiliriz. Böylece alet, pek çok nesnenin, seçilmiş, arındırılmış, düzeltilmiş özelliklerinin genelleştirilmiş bir sentezini ve zorunlu, tekrarlanabilir ilişkilerin biçimselleştirilmesini temsil ediyor.
Alet, insan ve üzerinde etkinlikte bulunulan nesne arasında doğuyor; bir bağıntı, bir ilişki olarak ortaya çıkıyor. Bundan ötürü nesnenin olduğu kadar, bu nesneyi kavrama ve onu elde etme yollarını tasarlama yeteneği bakımından belli bir düzeyde bulunan öznenin düşünsel ve fiziksel özelliklerini de kendisinde yansıtıyor. Öznenin özellikleri alete, nesnede yansıyarak dönmüş, orada kırılmış ve nesneye uyarlanmış haliyle geçiyor. İlişki, özneyi kendi güçleri hakkında uyandırıyor, kendisini ifade edebileceği, özelliklerini örgütleyip biçimlendirebileceği, yoğunlaştırıp etkili kılabileceği bir araca yönlendiriyor.
Elbette, insanın ve üzerinde çalışılan maddenin özellikleri, alette basit bir toplam olarak bir araya gelmiyorlar, birbirinden ayrılabilir eklentiler olarak durmuyorlar. Nesnenin her bir özelliği, alete, özne tarafından özümlenip sentezlenebildiği ölçüde yansıyor. Orada kendisini, nesnenin özneden geçerek “aşılmış özellikleri” olarak gösteriyor. Bir başka deyişle, aletin özellikleri, nesnenin dönüştürülmek istenen özelliklerinin aşılması olarak gerçekleşiyor.
Mantığın amacının, en genel anlamda, üzerinde düşünülen olaylar ve nesneler arasında, ya da düşüncenin kendi içinde, temel ve genel, düzenli ve zorunlu bağlar, ilişkiler kurmak olduğunu söyleyebiliriz. Temel ve genel bağıntılar, ancak bir dizi soyutlama, sınıflandırma işlemi sonucunda elde edilebilirler; ve kavramlar ve kategoriler olarak adlandırılırlar. Bunlar, dönüştürülen doğanın ilişkilerinin bir yansıması ve düşünen özne ile, düşünülen nesne arasında bir ilişki olarak doğarlar; ve düşüncenin iç hareketinin bağıntıları olma işlevine yükselirler. Eğer mantık, bu işleyişin, yani kavram ve kategorilerle işlem yapmanın bilimi olarak tanımlanabilirse, insanın tarihsel eyleminin açığa çıkardığı bütün doğal ilişkilerin ve bağıntıların en genel kapsamda, düşünsel olarak yeniden üretilmesinin de bilimi olarak tanımlanmış olacaktır. Bu yeniden üretim süreci, kavram ve kategorilerin birer üretim aracı gibi rol oynadıkları yeni ve yüksek düzeyde bir süreçtir.
Aristoteles, mantığı, felsefi düşüncenin bir aracı olarak görüyordu; bütün bilgi alanları arasında genel bir ilişki kurabilmenin, doğru ve sistemli bir evren bilgisi inşa edebilmenin de ancak bu araçla mümkün olacağını düşünüyordu.
Aristoteles’i izleyenlerin, onun eserini “Organon” diye adlandırmalarını haklı kılan, şu gerçektir: Mantık, düşüncenin çelişkilerini çözmek ve aşmak, tekiller halinde bölünmüş dünyayı bağıntılı bir bütün halinde, kavramlar ve kategoriler düzeyinde ele almak için bir araçsa, alet de bu işlevin bir başka düzeyde, pratik düzeyde yerine getirilmesinin aracıdır. Böylece mantık ve alet (her ikisi birden “Organon”), dünyanın insanileştirilmesinin iki temel etkinliğini, teoriyi ve pratiği temsil ederler. Her ikisi de, insan ve doğa arasındaki çelişkinin, kendilerine özgü biçimlerde çözümünün ifadesidirler. Ve farklı düzeylerde de olsa, her ikisi de temel ve genel bağıntılar bulup kurmaya, bu bağıntıları işlemeye ve yeniden üretmeye dayanırlar.
“Organon”, tekrarlanan ve sistemli bir bütünlük, düzenlilik kazanan etkinliği dile getiriyor. Aynı zamanda sürüp giden ilişkinin yeniden hangi temel ve genel çizgilerle üretileceğine karar verilmesi ve değişen nesne ve durumlar karşısında bu çizgiler bakımından değişmeden kalan bir yapının bulunabilmesi çabasına karşılık düşüyor.
Özetle, konusu, ister düşüncenin, isterse maddenin hareketi ve ilişkileri üzerinde işlem yapmak olsun, temel ve genel bağıntıların diğer pek çok bağıntı, ilişki, özellik ve yan içinden seçilip ayırt edilmesine dayanacak olan “Organon”, böylece, ilişkilerin soyut bir sistemidir. Etkinliğin konusu olan varlık, “Organon”da, “bizim için bir somut varlık” halini almıştır. Nesne, “organon”da özelliklerinin ve bağıntılarının pek çoğu elenmiş, dışta bırakılmış olarak yeniden kurulmuştur. Fakat “somuttan bu uzaklaşma”, eğer nesneyi bizim etkinliğimiz bakımından gerçekten karakterize eden ve anlamlı kılan özellikler, ilişkiler vs. elde tutularak yapılabilmişse, bizi “nesnenin hakikatine ulaştıracaktır.”
Bu, hareketli, ilerleyen ve yenilenen bütünlük, geçmiş ve gelecek arasında da bir bağdır. Onda hem düşüncenin ve eylemin kesintisizliği vardır, hem de bizzat kendisi geçmişin ve geleceğin aynı anda oluşturdukları bir bütünlüktür. “Organon”un sahip olduğu özgül yaşam biçimi, kültürün evriminin bütün birikimini kucaklar ve kendi çelişmelerinin canlılığında geleceğin açılımlarını taşır; çünkü insanın kesintisiz eylemiyle dönüştürülen, oluş halindeki bir dünyanın yaşanmış ve aşılmış ilişkileri üzerine kurulmuştur ve şimdiden sonra dünyanın nasıl dönüştürüleceğine ilişkin özlem ve tasarılarımızla örülmüştür. Öyleyse yalnızca geçmişin birikiminin değil, belki bundan daha çok, ereklerimizin de ürünüdür.
Sonuç olarak “Organon”, dünyayı bağıntılı, düzenli, zorunlu bir bütünlük olarak yorumlayabilmenin olduğu kadar, bizim için bağıntılı, bizim için düzenli ve denetleyebildiğimiz bir zorunluluğun dünyası olarak değiştirebilmenin de aracıdır.
Evreni, bir bağıntılılık sistemi olarak tasarlamak, “mantıksal” bir evren kurma ereğiyle ilişkilidir. Bu çalışma boyunca, dünyanın dönüştürülmesinin sonucu ve düşünülmesinin ve yeniden dönüştürülmesinin aracı olarak mantık, “evrensel bağıntılılık” kavramı ekseninde ele alındı. Çünkü, bütün tarihsel serüveni, evrende özgür ve egemen olmaya adanmış insanın sınır tanımayan eylemi, eninde sonunda, bir bağı koparmak ve bir yenisini yaratmak biçiminde sadeleştirilebiliyor. insan, üzerinde işlem yapabildiği bağıntıları, aynı zamanda kendi özgürlüğünün ve egemenliğinin bir koşulu olarak görüyor: Düşlediği gibi bir dünya yaratabilmek için, düşünülebilir bir dünyada yaşadığını kabul etmekten yola çıkıyor.
Aydın Çubukçu
Mantık ve Diyalektik
Evrensel Basım Yayın


