Dört Büyük Yanılgı – Friedrich Nietzsche
Neden ile sonucu karıştırma yanılgısı. — Sonucu neden ile karıştırmaktan daha tehlikeli bir yanılgı yoktur: aklın asıl rezilliği diyorum ben buna. Yine de bu yanılgı insanlığın en eski ve en yeni alışkanlıklarındandır: bizim aramızda bile kutsanmıştır ve ‘din’, ‘ahlak’ adını almıştır. Dinin ve ahlakın kurduğu her cümle, bu yanılgıyı içerir; din adamları ve ahlakyasası-koyucular aklın bu rezilliğinin müellifidirler. — Bir örnek vereyim: ünlü Cornaro’nun[28] kitabını herkes bilir, bu kitapta sıkı diyetini uzun ve mutlu bir yaşamın — ve de erdemli — reçetesi olarak önerir. Bu kadar çok okunan pek az kitap vardır; bu kitap, bugün bile İngiltere’de her yıl binlerce nüsha basılmaktadır. Hiç kuşkum yok ki, başka hiçbir kitap, (gereği gibi, İncil dışında) bu iyi niyetli tuhaflık kadar belaya yol açmamış, bu kadar çok yaşamı kısaltmamıştır. Bunun nedeni: sonucun nedenle karıştırılmasıdır. Bu dar kafalı İtalyan, diyetini uzun yaşamasının nedeni olarak görmüştü: oysa uzun yaşamın önkoşulu, metabolizmanın olağanüstü yavaşlığı, kısıtlı tüketim, onun sıkı diyetinin nedeniydi. Az ya da çok yemek onun elinde değildi, ölçülülüğü bir ‘özgür istenç’ değildi: daha fazla yediğinde hasta oluyordu. Sazan balığı değilse kişi, adamakıllı yemekle iyi bir iş yapmış olur, bunu yapmak zorundadır da. Bizim çağımızda yaşayan bir bilgin, sinirsel enerjisini çok hızlı tükettiği için, Cornaro’nun rejimiyle, yaşamını da tüketecektir. Crede experto.[29] —
2
Her dinin ve her ahlakın temelinde yatan en genel formül: ‘Şunları ve şunları yap, şunları ve şunları yapma — mutlu olursun. Aksi halde…’ şeklindedir. Her ahlak, her din bu buyruktan oluşur, — aklın büyük ilk günahı, ölümsüz akılsızlık diyorum ben buna. Benim dilimde bu formül tersyüz oluyor — ‘tüm değerleri yeniden değerlendirme’min ilk örneği: iyi gelişmiş, ‘mutlu’ bir insan belirli eylemleri yapmalıdır ve başka bazı eylemlerden de içgüdüsel olarak kaçınır; fizyolojik açıdan oluşturduğu düzeni, insanlarla ve nesnelerle olan ilişkilerine aktarır. Formüle edersek: erdemi, mutluluğunun sonucudur… Uzun bir yaşam, zengin bir döl, erdemin ödülü değildir, metabolizmanın yavaşlatılması erdemin kendisidir ve başka şeylerin yanı sıra uzun bir yaşamla ve zengin bir dölle, kısacası Cornarizmle sonuçlanır. — Din kurumu ve ahlak diyorlar ki: ‘bir soy, bir halk, günah ve lüks yüzünden yok olur.’ Benim yeniden oluşturulmuş aklım diyor ki: bir halk yok oluyorsa, fizyolojik olarak yozlaşıyorsa, bunun ardından günah ve lüks gelir (yani, yaratılmış her doğanın bildiği, hep daha güçlü ve daha sık uyarılara duyulan gereksinim). Bu genç adam erkenden sararıp solar. Dostları derler ki: şu ve şu hastalıktır bunun suçlusu. Ben diyorum ki: onun hasta oluşu, onun hastalığa direnmeyişi, zaten yoksullaşmış bir yaşamın, kalıtımsal bir tükenmişliğin sonucuydu. Gazete okuru der ki: Böyle bir hata, partiyi çökertir. Benim daha yüksek politikam diyor ki: Böylesi hatalar yapan bir parti, zaten bitmiştir — içgüdüsel-güvenliği kalmamıştır artık. Her anlamda her hata içgüdüsel yozlaşmanın, istencin dağılmasının bir sonucudur: kötü olan hemen hemen böyle tanımlanır. İyi olan ne varsa içgüdüdür — ve dolayısıyla kolay, zorunlu, özgürdür. Zahmet bir itirazdır, tanrı, kahramandan tipik olarak farklıdır (benim dilimde: ayağı hafif olmak, tanrısallığın en birinci ayırt edici özelliğidir).
3
Yanlış Bir Nedensellik Yanılgısı. — Tüm zamanlar boyunca, bir nedenin ne olduğunun bilindiğine inanıldı: peki bu bilgimizi, daha doğrusu, böyle bir bilgiye sahip olduğumuz inancını nereden aldık? Hiçbirinin gerçekten kendini kanıtlamadığı ünlü ‘içsel gerçekler’ alanından. İsteme ediminde kendimizin bile nedensel davrandığımıza inanıyorduk; orada hiç olmazsa nedenselliği işbaşında yakaladığımızı düşünüyorduk. Bunun gibi, bir eylemin tüm antecedentia’larının,[30] nedenlerinin bilinçte aranmaları gerektiğinden ve arandığında orada bulunacaklarından kuşku duyulmuyordu. — ‘gerekçeler olarak: yoksa o eylemi yapmakta özgür, ondan sorumlu olunmazdı. Son olarak, bir düşünceye neden olunduğuna kim karşı çıkmıştır? Düşünceye Ben’in neden olduğuna?… Nedenselliğin güvencelenmiş göründüğü bu üç ‘içsel gerçek’ten birincisi ve en ikna edici olanı neden olarak istençtir; bir bilincin (‘tinin’) neden olarak kavranışı ve daha sonra da Ben’in (‘özne’nin) neden olarak kavranışı istencin nedenselliği bir veri olarak, empiri[31] olarak sabit kabul edildikten sonra doğmuştur… Bu arada bu konu üzerinde daha iyi düşündük. Bugün artık tüm bunların tek sözcüğüne bile inanmıyoruz. ‘İçsel dünya’ hayaller ve seraplarla doludur: istenç de onlardan biridir, istenç artık devinmiyor, dolayısıyla artık bir şeyi de açıklamıyor — salt olaylara eşlik ediyor, etmeyebilir de. Şu ‘güdü’ denilen şey: bir başka yanılgı. Bilincin salt bir yüzey fenomeni, eylemin sadece eşlikçisi, bir eylemin antecedentia’sını oluşturmaktan çok, onları gizliyor. Ve hatta şu Ben! Bir masal oldu, bir kurmaca, bir sözcük oyunu: düşünmeyi, hissetmeyi ve istemeyi tamamen bıraktı!.. Bu ne demektir? Tinsel nedenler diye bir şey yoktur! Bunların sözümona empirisi, mortu çekmiştir, işte bu demektir! — Ve biz söz konusu ’empiri’yi kibarlıkla kötüye kullandık, dünyayı bunun üzerine yarattık, bir nedenler-dünyası olarak, bir istenç dünyası olarak, bir tinler-dünyası[32] olarak. En eski ve en uzun psikoloji işbaşındaydı burada, kesinlikle başka bir şey değildi yaptığı: tüm olup biten bir edimdi onun gözünde, tüm edimler bir istencin sonucuydu, dünyayı bir eylemler çokluğu olarak gördü, her olayın altında bir eylemci (bir ‘özne’) çıkıyordu. İnsan, en sıkı inandığı üç ‘içsel gerçeği’ni, istenci, tini, Ben’i, kendi üzerine yansıttı — önce varlık kavramını Ben kavramından türetti, ‘şeyler’in kendi suretine göre, kendi ‘neden olarak Ben’ kavramına göre var olanlar olduklarını varsaydı. Daha sonra, şeylerde hep kendisinin onların içine koyduklarını bulması ne sürpriz? — Şeyin kendisi, bir kez daha söyleyelim, şey kavramı, neden olarak Ben’e duyulan inancın bir yansımasıdır yalnızca… Sizin şu atomunuz bile, mekanikçi ve fizikçi beyefendiler, ne kadar çok yanılgı, ne kadar çok psikoloji tortusu kalmış sizin atomunuzda! — ‘Kendinde şey’in, metafizikçilerin horrendum pudendum’unun'[33] sözünü bile etmiyorum! Neden olarak tin yanılgısı gerçeklikle karıştırıldı! Ve gerçekliğin ölçütü yapıldı! Ve adına tanrı denildi! —
4
Hayali Nedenler Yanılgısı. — Düşlerden başlayalım: belirli bir duyumsamaya, örneğin uzaktaki bir top atışının sonucunda oluşan bir duyumsamaya sonradan bir neden atfedilir (çoğu kez, başkahramanı tam da düşü gören olan küçük bir roman yazılır). Bu arada söz konusu duyumsama, bir rezonans tarzında devam eder: ön plana çıkmak için nedensel dürtünün ona izin vermesini bekler adeta, — artık bir rastlantı olarak değil, ‘anlam’ olarak. Top atışı nedensel bir biçimde, zamanın açıkça tersine çevrilmesiyle ortaya çıkar. Daha sonraki, güdülenme ilkönce çoğu kez yıldırım hızıyla geçen yüzlerce ayrıntıyla yaşantılanır, top atışı da onu izler… Ne olmuştur? Belirli bir duyumsamanın ürettiği tasarımlar, bu durumun nedeni olarak yanlış anlaşılmışlardır. — Gerçekten, uyanıkken de aynısını yaparız. Genel duygularımızın çoğu — organların etkileşimindeki — her türlü ketvurma, baskı, gerilim, özellikle nervus sympathicus’un[34] durumunda olduğu gibi, — bizim nedenler dürtümüzü uyarırlar: bir neden’e sahip olmak, şöyle ya da böyle duyumsamak, — kendimizi kötü ya da iyi hissetmek isteriz. Kendimizi şöyle ya da böyle hissediyor oluşumuz yalın gerçeğini saptamak asla yetmez bize: bu gerçeğe izin vermemiz — onun bilincine varmamız — ancak ona bir tür güdülenme atfettikten sonra mümkün olur. — Böyle bir durumda, bilgimizin dışında faaliyete geçen bellek, aynı türden benzeri durumları ve bunlarla iç içe geçmiş nedensel yorumlamaları da ortaya çıkarır, — onların nedenselliğini değil. Gerçi tasarımların, eşlik eden bilinç-olaylarının, nedenler olduklarına ilişkin inanç, bellekle birlikte gelir. Böylelikle, hakikatte nedenin araştırılmasını engelleyen ve hatta dışlayan, belirli bir nedenler-yorumu alışkanlık halini alır.
5
Bunun Psikolojik Açıklaması. — Bilinmeyen bir şeyi, bilinen bir şeye dayandırmak, hafifletir, sakinleştirir, tatmin eder, ayrıca bir güç duygusu verir. Bilinmeyenle birlikte tehlike, huzursuzluk, endişe gelir, — ilk içgüdü, rahatsız edici durumları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Birinci ilke: herhangi bir açıklama, hiçbir açıklama olmamasından iyidir. Temelde yalnızca, sıkıcı bir tasarımdan kurtulmak söz konusu olduğundan, kurtulma yöntemlerini seçmekte pek de katı davranılmaz: bilinmeyeni bilinen olarak gösteren ilk düşünce, o kadar iyi gelir ki, onun ‘doğruluğu kabul edilir’. Doğruluğun kıstası olarak haz (‘kuvvet’) kanıtı. — Demek ki, neden-dürtüsü koşulludur ve korku duygusuyla uyarılır. ‘Neden?’ sorusu bir biçimde sorulabiliyorsa, kendisi için nedeni değil, daha çok bir neden türünü bulmak için sorulur — sakinleştirici, özgürleştirici, hafifletici bir nedeni. Zaten bilinen, yaşantılanmış, belleğe kaydedilmiş bir şeyin neden olarak varsayılması, bu gereksinimin ilk sonucudur. Yeni, yaşantılanmamış, yabancı olan, neden olarak dikkate alınmaz. — Demek ki aranan neden olarak yalnızca bir açıklama türü değil, yabancı, yeni, yaşantılanmamış duygusunu en sıklıkla ortadan kaldıran seçilmiş ve tercih edilen bir açıklama türü, — en bildik açıklamalar aranmaktadır. — Sonuçta: Bir tür neden varsayımı her zaman ağır basar, sistemleşmeye doğru yoğunlaşır ve sonunda başat olarak ortaya çıkar, yani öteki nedenleri ve açıklamaları basitçe dışta bırakır. — Banker hemen ‘işi’ düşünür, Hıristiyan ‘günah’ı, genç kız da aşkını.
6
Tüm Ahlak ve Din Alanı Bu Hayali Nedenler Kavramına Girer. — Hoşa gitmeyen genel duyguların ‘açıklanışı’. Bu duyguların doğmasına, bize düşman varlıklar yol açar (kötü ruhlar: en ünlü vaka — histeriklerin cadılar olarak yanlış anlaşılması). Bu duyguların doğmasına, uygun bulunmayan eylemler yol açar (‘günah’ duygusu, ‘günahkârlık’ duygusu fizyolojik bir hoşnutsuzluğa yüklenir — insan kendisiyle barışık olmamak için her zaman gerekçeler bulur). Bu duygular cezalar olarak, yapmamış olmamız gereken, olmamış olmamız gereken bir şeyin, bedeli olarak doğarlar (Schopenhauer’in bunu küstah bir biçimde genelleştirdiği cümlede, ahlak, neyse o olarak, yaşamı asıl zehirleyen ve ona iftira eden olarak görünüyor: ‘ister bedensel olsun, ister ruhsal, her büyük acı, neyi hak ettiğimizi bildirir; çünkü onu hak etmeseydik, bize gelemezdi.’ İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, 2, 666). Bu duygular iyi düşünülmemiş, yolunda gitmeyen eylemlerin sonuçları olarak doğarlar (— duygulanımlar, duyular neden olarak, ‘suç’ olarak kabul edilirler; fizyolojik olağanüstü durumlar, başka olağanüstü durumların yardımıyla ‘hak edilmiş’ olarak yorumlanırlar.) — Hoşa giden genel duyguların ‘açıklanışı’. Bu duygular tanrıya güvenmekten doğarlar. Bu duygular iyi eylemlere ilişkin bilinçten doğarlar (‘vicdan rahatlığı’ denilen şey, rahatlatıcı bir sindirime tıpatıp benzeyen, fizyolojik bir durumdur). Bu duygular girişimlerin başarıyla sonuçlanmasından doğarlar (— naif bir yanlış çıkarım: bir girişimin başarıyla sonuçlanışı, bir hastalık hastasında, ya da Pascal’da kesinlikle hoşa giden genel duygular uyandırmaz). Bu duygular inanç, sevgi ve umut yoluyla doğarlar — Hıristiyan erdemleri —. Aslında tüm bunlar, sonuç durumların sözümona açıklamalarıdır ve adeta hoşlanma ya da hoşlanmama duygularının yanlış bir lehçeye tercüme edilişidir: fizyolojik temel duyu yine güçlü ve zengin olduğu için, umut etmeye yatkındır kişi; doluluk, kuvvet duygusu insana huzur verdiği için, tanrıya güvenilir. — Ahlak ve din tamamen yanılgı psikolojisi alanına girer: her tekil vakada neden ve sonuç birbiriyle karıştırılır; ya da hakikat, hakiki olduğuna inanılanın sonucuyla karıştırılır; ya da bilincin bir durumu, bu durumun nedeniyle karıştırılır.
7
Özgür istenç Yanılgısı. — Bugün artık ‘özgür istenç’ kavramıyla duygudaşlık kurmuyoruz: çok iyi biliyoruz sadece, ne olduğunu — insanlığı onların anladığı anlamda ‘sorumlu’ kılmak, yani onları kendine bağımlı kılmak amacına yönelik, gelmiş geçmiş teolog-marifetlerinin en kötü ünlüsü… Burada yalnızca tüm bu ‘sorumlu’ kılma psikolojisini veriyorum. — Sorumlulukların arandığı her yerde bu kavram, sorumluluk arayanı cezalandırmak ve yargılamak isteme içgüdüsü olur. Herhangi bir şöyle-ve-şöyle-olma istenci, niyetler, sorumluluk edimlerine dayandırıldığında, oluş masumiyetinden yoksun bırakılır: istenç öğretisi esasen cezalandırma, yani suçlu-bulmak-isteme amacına hizmet için uydurulmuştur. Eski psikolojinin tamamının, istenç-psikolojisinin temelinde onları yaratanların, eski insan topluluklarının tepesindeki din adamlarının kendilerine, ceza verme hakkını tanımak istemeleri — ya da tanrıya böyle bir hakkı tanımak istemeleri yatar… İnsanların ‘özgür’ oldukları düşünülmüştür ki yargılanabilsinler, cezalandırılabilsinler, — suçlu olabilsinler: dolayısıyla her eylemin isteyerek yapıldığının, her eylemin sebebinin bilinçte yattığının düşünülmesi gerekmiştir (böylelikle in psychologicis her tekil vakada neden ve sonuç birbiriyle karıştırılır; ya da hakikat, hakiki olduğuna inanılanın sonucuyla karıştırılır; ya da bilincin bir durumu, bu durumun nedeniyle karıştırılır.
7
Özgür istenç Yanılgısı. — Bugün artık ‘özgür istenç’ kavramıyla duygudaşlık kurmuyoruz: çok iyi biliyoruz sadece, ne olduğunu — insanlığı onların anladığı anlamda ‘sorumlu’ kılmak, yani onları kendine bağımlı kılmak amacına yönelik, gelmiş geçmiş teolog-marifetlerinin en kötü ünlüsü… Burada yalnızca tüm bu ‘sorumlu’ kılma psikolojisini veriyorum. — Sorumlulukların arandığı her yerde bu kavram, sorumluluk arayanı cezalandırmak ve yargılamak isteme içgüdüsü olur. Herhangi bir şöyle-ve-şöyle-olma istenci, niyetler, sorumluluk edimlerine dayandırıldığında, oluş masumiyetinden yoksun bırakılır: istenç öğretisi esasen cezalandırma, yani suçlu-bulmak-isteme amacına hizmet için uydurulmuştur. Eski psikolojinin tamamının, istenç-psikolojisinin temelinde onları yaratanların, eski insan topluluklarının tepesindeki din adamlarının kendilerine, ceza verme hakkını tanımak istemeleri — ya da tanrıya böyle bir hakkı tanımak istemeleri yatar… İnsanların ‘özgür’ oldukları düşünülmüştür ki yargılanabilsinler, cezalandırılabilsinler, — suçlu olabilsinler: dolayısıyla her eylemin isteyerek yapıldığının, her eylemin sebebinin bilinçte yattığının düşünülmesi gerekmiştir (böylelikle in psychologicis[35] en temel kalpazanlık, psikolojinin kendi ilkesi yapılmıştır…) Ters yönde bir harekete geçtiğimiz, özellikle biz ahlak-sızların var gücümüzle suç kavramını ve ceza kavramını dünyadan yeniden atmaya çalıştığımız ve psikolojiyi, tarihi, doğayı, toplumsal kurumları ve yaptırımları, bu kavramlardan arındırmaya çalıştığımız günümüzde; bizim gözümüzde, ‘törel dünya düzeni’ kavramıyla oluşun masumiyetine ‘ceza’ ve ‘suç’ bulaştırmaya devam eden teologlardan daha radikal bir rakip yoktur. Hıristiyanlık bir cellat metafiziğidir…
8
Bizim öğretimiz yalnızca ne olabilir? — İnsana niteliklerini hiç kimsenin vermediği, ne tanrının, ne toplumun, ne anne-babasının ve atalarının, ne de kendi kendisinin (— burada son reddedilen düşüncenin saçmalığı, ‘düşünülür özgürlük’ olarak Kant tarafından, belki daha önce Platon tarafından da, öğretilmiştir). Hiç kimse sorumlu değildir, varoluşundan, şu ve şu yapıda oluşundan, bu koşullarda, bu ortamda oluşundan. Varlığın yazgısallığı, var olmuş ve var olacak olan her şeyin yazgısallığından koparılamaz. Kendine ait bir niyetin, bir istencin, bir amacın sonucu değildir o; onunla bir ‘insan ideali’ne ya da bir ‘mutluluk ideali’ne ya da bir ‘ahlaksallık ideali’ne ulaşma denemesi yapılıyor değildir, — onun varlığını herhangi bir amaca armağan etmek istemek saçmadır. ‘Amaç’ kavramını biz uydurduk: gerçeklikte yoktur amaç… Kişi zorunludur, felaketin bir parçasıdır, bütüne aittir, bütünün içinde vardır, — bizim varlığımızı yargılayabilecek, ölçebilecek, kıyaslayabilecek, mahkûm edebilecek bir şey yoktur… Zaten, bütünün dışında hiçbir şey yoktur! — Hiç kimsenin daha fazla sorumlu kılınamayacağı, var olma tarzının bir causa prima’ya[36] dayandırılamayacağı, dünyanın ne bilinç ne de ‘tin’ olarak bir birlik oluşturduğu, işte budur ilk büyük özgürleşme, — ancak böylelikle yeniden kurulmuştur, oluşun masumiyeti… ‘Tanrı’ kavramı şimdiye kadar, varoluşa karşı en büyük itirazdı… Tanrıyı yadsıyoruz, tanrıya karşı sorumlu olmayı yadsıyoruz: ancak böylelikle kurtarıyoruz dünyayı.
FRIEDRICH NIETZSCHE
PUTLARIN ALACAKARANLIĞI
YA DA
ÇEKİÇLE NASIL FELSEFE YAPILIR?
ALMANCA ASLINDAN ÇEVİREN:
MUSTAFA TÜZEL
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI