Ehmedê Xanî, “Mem û Zîn” eserinde “zindan” ve “zincir” metaforlarını kullanarak, insanın hem toplumsal hem de içsel tutsaklığını nasıl ele alıyor?

Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn eserinde “zindan” ve “zincir” metaforları, yalnızca fiziksel bir hapsedilme durumunu değil, insanın varoluşsal sınırlarını, toplumsal tahakküm mekanizmalarını ve aşkın trajik diyalektiğini derinlemesine sorgulayan felsefi bir çerçeve sunar. Bu metaforlar, hem epistemolojik bir tutsaklığı (bilginin/bilinçdışının sınırları) hem de politik bir boyunduruğu (feodal iktidar yapıları) işaret ederek, özgürlük ve esaret arasındaki gerilimi ontolojik bir düzleme taşır.

1. Zindan: Toplumsal Tahakkümün Ontolojik Mekânı

Zindan, Xanî’de salt bir mekânsal kapatılma değil, iktidarın bedenler ve zihinler üzerindeki disipliner kontrolünün somutlaşmış halidir. Feodal düzenin (Beylerin ve Bekirê Delal gibi aracı figürlerin) mutlak egemenliği, bireyi hem fiziksel hem de ruhsal olarak “zindan”a hapseder. Mem’in kapatılması, yalnızca bir sevgiliye ulaşamama değil, Kürt halkının tarihsel olarak maruz kaldığı siyasi ve kültürel inkârın alegorisidir. Bu bağlamda zindan:

  • Hegemonyanın simgesel şiddetini temsil eder (Bourdieu’cu anlamda). Toplumun dayattığı sınıfsal, cinsiyetçi ve etnik normlar, bireyin arzusunu bastırarak onu “görünmez duvarlar” ardında tutar.
  • Foucault’nun “heterotopya” kavramıyla örtüşür: Zindan, iktidarın alternatif yaşam biçimlerini dışlayarak kendi meşruiyet alanını kurduğu bir “karşı-mekân”dır.

2. Zincir: İçselleştirilmiş Tutsaklık ve Aşkın Diyalektiği

Zincir metaforu ise daha derinde, insanın kendi bilincine vurduğu prangalara işaret eder. Mem ile Zîn’in kavuşamaması, yalnızca dış engellerden değil, arzunun kendi içindeki trajik çelişkisinden kaynaklanır:

  • Hegelci “efendi-köle diyalektiği” bağlamında, zincir, kölenin (Mem’in) efendiye (Bey’e/baskı düzenine) bağımlılığını içselleştirmesidir. Özgürleşme, zincirlerin nesnel varlığından çok, özne olma cesaretinin yokluğuyla engellenir.
  • Schopenhauer’ın “irade” kavramıyla paralel olarak, aşkın kendisi bir zincire dönüşür: Mem ve Zîn, arzularının nesnesi olmaktan çıkarak onun kölesi haline gelir. Burada zincir, iradenin kendini tüketen sonsuz çabasıdır.

3. Özgürlüğün İmkânsızlığı ve Trajik Bilinç

Xanî’nin metaforik dili, özgürlüğü yokluğuyla var olan bir fantazma olarak resmeder. Zindan ve zincir, Sartre’ın “hiçlik” (le néant) kavramına yakın bir şekilde, insanın özgürlük arayışının kaçınılmaz olarak bir çıkmazla sonuçlanacağını imler:

  • “Zindan”, toplumsal düzenin simgesel ölümüdür: Birey, ne kadar dirense de dilin, geleneğin ve iktidarın kodlarına mahkûmdur (Lacan’ın “Büyük Öteki” kavramı gibi).
  • “Zincir”, insanın kendi korkularıyla yüzleşememesinin sonucudur. Mem’in sonunda Zîn’e kavuşamayışı, Kierkegaard’ın “kaygı” (angst) kavramıyla okunabilir: Özgürlük, kişinin kendi varoluşsal sorumluluğunu üstlenememesiyle elinden kayar.

4. Politik ve Varoluşsal Alegori

Xanî’nin bu metaforları, Kürt kimliğinin kolonyal ve feodal baskı altındaki tarihsel durumuna da gönderme yapar:

  • Zindan, Kürtlerin coğrafi ve kültürel parçalanmışlığının; zincir ise içselleştirilmiş yabancılaşmanın metaforudur.
  • Eserdeki tutsaklık teması, Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri”ndeki gibi, sömürge altındaki halkın psikolojik çöküşünü yansıtır: Özgürlük, yalnızca dış değil, zihnin decolonization’unu (sömürgecilik sonrası bilinçlenme) gerektirir.

Zincirin Kırılma İhtimali

Xanî, bu metaforlarla özgürlüğün ancak trajik bir bedelle kazanılabileceğini ima eder: Mem ve Zîn’in ölümü, bir yok oluş değil, iktidar mekanizmalarını aşan sembolik bir direniştir. Bu, Walter Benjamin’in “mesiyanik an”ına benzer: Tarihin zindanından kurtuluş, ancak radikal bir kopuşla mümkündür.

Bu bağlamda Mem û Zîn, yalnızca bir aşk hikâyesi değil, insanın özgürlük ve tutsaklık arasındaki ontolojik çatışmasının evrensel bir manifestosudur.