Muttalip Özcan’ın İnsanın Neliği Kavramı, İnsanın Hem Kendini Hem Toplumu Sorgulama Meselesi midir?

İnsanın Neliği: Felsefi Bir Soruşturma

İnsanın neliği sorusu, felsefenin en kadim ve en derin meselelerinden biridir. Muttalip Özcan’ın “İnsan Felsefesi: İnsanın Neliği Üzerine Bir Soruşturma” adlı eserinde bu soru, insanın evrendeki yerini ve anlam arayışını merkeze alarak ele alınır. Özcan, insanın yalnızca biyolojik bir varlık olmadığını, aksine kendini sorgulama, anlam üretme ve evrensel bir bağlamda konumlandırma yetisiyle ayrıştığını vurgular. Bu bağlamda, insanın neliği, biyolojik varoluşun ötesine uzanan bir dizi ontolojik, etik ve epistemolojik boyutla tanımlanabilir. Bilinç, özgür irade ve etik sorumluluk, bu tanımın temel taşları olarak öne çıkar; zira bu unsurlar, insanın hem bireysel hem de toplumsal varoluşunu şekillendiren dinamiklerdir.İnsanın Biyolojik Varlığın Ötesindeki Özellikleriİnsan, biyolojik olarak bir hayvan türü (*Homo sapiens*) olsa da, onu diğer canlılardan ayıran temel nitelikler, öz-düşünümsellik (self-reflection), sembolik düşünce, dil yetisi ve değer üretme kapasitesidir.

Antropolojik ve biyolojik bir perspektiften bakıldığında, insan, genetik bir mirasın ürünüdür; ancak felsefi açıdan, bu miras yalnızca bir başlangıç noktasıdır. İnsanın neliği, bu biyolojik temelin üzerine inşa edilen kültürel, etik ve metafizik katmanlarla anlam kazanır.

Martin Heidegger’in ‘Varlık ve Zaman’da ifade ettiği gibi, insan, “varlığı sorunsallaştıran” bir varlıktır (Dasein). Bu sorunsallaştırma, insanın kendini ve evreni anlamaya yönelik bitimsiz arayışında yatar. Özcan da bu doğrultuda, insanın anlam arayışını felsefenin temel sorusu olarak görür; zira insan, yalnızca var olan değil, varoluşunu sorgulayan bir varlıktır.İnsanı tanımlayan temel özelliklerden biri bilinçtir. Bilinç, insanın kendi varlığını, duygularını, düşüncelerini ve çevresini algılama ve yorumlama yetisidir.

Descartes’ın “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) ifadesi, bilincin insanın varoluşsal kimliğindeki merkezi rolünü vurgular.

Ancak bilinç, yalnızca bireysel bir farkındalık değil, aynı zamanda kolektif bir boyut taşır. İnsan, diğer bilinçlerle etkileşim yoluyla kimliğini inşa eder; bu da dil, kültür ve toplumsal normlar aracılığıyla gerçekleşir. Bilinç, insanın evrendeki yerini sorgulamasını mümkün kılar ve bu sorgulama, onun biyolojik sınırlarını aşan bir anlam arayışına yol açar.

Özgür irade, insanın neliğini tanımlayan bir diğer kritik unsurdur. Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesinde, insan “özgürlüğe mahkûm” bir varlıktır; yani, seçim yapma zorunluluğu, insanın varoluşsal yükünü oluşturur. Özgür irade, insanın eylemlerini belirleme, değerler yaratma ve geleceğini şekillendirme yetisini ifade eder. Ancak özgür iradenin sınırları, hem biyolojik determinizm hem de toplumsal koşullar tarafından tartışılır. Örneğin, Spinoza gibi düşünürler, özgürlüğün ancak insanın kendi doğasını ve evrensel yasaları anlamasıyla mümkün olduğunu savunur. Özcan’ın yaklaşımında da özgür irade, insanın anlam arayışında aktif bir rol oynar; zira insan, yalnızca dışsal koşullara tepki veren bir varlık değil, bu koşulları anlamlandıran ve dönüştüren bir öznedir.

Etik sorumluluk, insanın neliğini tamamlayan bir başka boyuttur. İoanna Kuçuradi’nin etik felsefesine paralel olarak, insanın eylemlerinin sonuçlarından sorumlu olması, onun değer üreten bir varlık olduğunu gösterir. Etik sorumluluk, yalnızca bireysel ahlaki kararlarla sınırlı değildir; aynı zamanda insanın toplumsal ve evrensel bağlamda diğer varlıklarla ilişkisini düzenler. Emmanuel Levinas’ın “ötekinin yüzü” kavramı, etik sorumluluğun insanın neliğindeki temel rolünü vurgular: İnsan, yalnızca kendi varoluşunu değil, ötekinin varoluşunu da dikkate almak zorundadır. Bu, insanın yalnız bir özne olmadığını, aksine ilişkisel bir varlık olduğunu gösterir.

Bilinç, Özgür İrade ve Etik Sorumluluğun Merkeziliği

Bilinç, özgür irade ve etik sorumluluk, insanın neliğini tanımlarken birbirini tamamlayan ve iç içe geçen unsurlardır. Bilinç, insanın kendini ve dünyayı kavrama yetisini sağlar; özgür irade, bu kavrayış temelinde seçim yapma ve eylemde bulunma kapasitesini ifade eder; etik sorumluluk ise bu seçimlerin ve eylemlerin diğer insanlar ve evren üzerindeki etkilerini değerlendirme yükümlülüğünü getirir. Bu üç unsur, insanın biyolojik bir varlık olmanın ötesine geçerek, kendisini bir anlam üreticisi, bir değer yaratıcısı ve bir sorumluluk taşıyıcısı olarak konumlandırmasını sağlar.

Özcan’ın perspektifinden bakıldığında, insanın evrendeki yeri, bu üç unsurun dinamik etkileşimiyle belirlenir. İnsan, evrenin pasif bir izleyicisi değil, aktif bir katılımcısıdır. Bilinç, ona evrenin kaotik yapısı içinde düzen ve anlam arama yetisi verir; özgür irade, bu anlamı kendi seçimleriyle inşa etme gücü sağlar; etik sorumluluk ise bu inşanın diğer varlıklar ve evrenle uyum içinde olmasını gerektirir. Ancak bu süreç, insanın sürekli bir gerilim içinde olduğunu da gösterir: Bilinç, özgürlük ve sorumluluk, aynı zamanda insanın kendi sınırlılıklarıyla yüzleşmesini zorunlu kılar. Örneğin, özgür irade, mutlak bir özgürlük değil, biyolojik, toplumsal ve tarihsel bağlamlarla sınırlı bir özgürlüktür. Etik sorumluluk ise, insanın her zaman tam anlamıyla bilgiye sahip olamamasından dolayı karmaşık bir yük haline gelebilir.

Felsefi ve Kuramsal Bir Değerlendirme

İnsanın neliği sorusu, yalnızca bireysel bir sorgulama değil, aynı zamanda evrensel bir bağlamda anlam taşır. Özcan’ın vurguladığı gibi, felsefe, insanın bu soruya yanıt ararken kullandığı bir araçtır. İnsan, biyolojik bir varlık olmanın ötesinde, kendisini ve evreni anlamlandırma çabasıyla tanımlanır. Bu çaba, Platon’un mağara alegorisinden Kant’ın ahlaki özerklik anlayışına, Kuçuradi’nin değer bilgisi önerisinden Sartre’ın varoluşçu özgürlük vurgusuna kadar uzanan geniş bir felsefi geleneğin ortak paydasıdır.

Bilinç, özgür irade ve etik sorumluluk, insanın neliğini tanımlarken birbirinden ayrılmaz bir üçlü oluşturur. Bilinç, insanın evrendeki yerini sorgulamasını sağlar; özgür irade, bu sorgulamayı eyleme dönüştürme yetisi verir; etik sorumluluk ise bu eylemlerin insanlık ve evrenle uyumlu olmasını talep eder. Bu bağlamda, insanın neliği, statik bir tanım değil, dinamik bir süreçtir: İnsan, sürekli olarak kendini ve dünyayı yeniden inşa eden, anlam arayan ve sorumluluk üstlenen bir varlıktır.