“Ev, Annemin Bedeni ve Cesedi Mi”: Kristeva ve Foucault Üzerinden Bir Deneme
Kavramın kendisi çok belirsiz-kaotik bir ifadeyi çaprıştırsada üzerinde konuşmaya değer bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Biz bu ifadeyi derinleştirerek hem Julia Kristeva’nın “abject” (tiksinti/ayrışamayan beden) kavramı hem de Michel Foucault’nun “disiplin toplumu” ve “panoptikon” yaklaşımı üzerinden teorik örneklerle genişletiyorum:
“Ev, annemin cesedi” metaforu, yalnızca kişisel bir travma betimi değil; aynı zamanda psikanalitik-feminist bir bilincin metaforudur. Bu cümle, Julia Kristeva’nın abject kavramıyla doğrudan örtüşür. Kristeva’ya göre:
“Abject, benliğin dışına atılması gereken ama asla tam anlamıyla atılamayan; benliği hem oluşturan hem de tehdit eden o ayrışmamış, sınır ihlalcisi varlıktır.”
*(Julia Kristeva, *Powers of Horror: An Essay on Abjection)
Anne, çocuğun ilk “bedensel evreni”dir. Ancak bu evren, ayrışma sürecinde bir tehlikeye dönüşür. Anneye bağımlılık, ayrılma süreciyle birlikte korkuya, suçluluğa ve tiksintiye dönüşür. “Ev, annemin cesedi” ifadesi, bu bastırılmış ayrışma sürecinin maddi mekânla özdeşleştirildiği noktayı simgeler:
- Ev, artık konfor değil; bastırılmış arzuların, korkuların, dışlanmış hislerin bir mezarına dönüşmüştür.
- “Ceset” metaforu, abject’in en güçlü imgesidir. Yaşamla ölüm arasındaki geçiş, tıpkı anneyle çocuk arasındaki ayrışamayan bağ gibi bir tehdit üretir.
“Çocuk, anneden ayrılmak zorundadır ama onunla aynı madde olduğuna dair ilkel inanç parçaları içsel olarak taşınır. Bu ayrışma ne kadar baskılanırsa, abject o kadar güçlü bir tiksinti ve korku üretir.”
(Kristeva, a.g.e.)
Bu nedenle, ev, burada “anne bedeninin uzantısı”dır. Temizlik, steril düzen, sessizlik ve kontrol, aslında bu bastırılmış ayrışmayı disipline etmeye yönelik mekanizmalardır. Kir, dağınıklık, kaos, arzu ya da kaçış ihtimali; hepsi tehditkâr olarak kodlanır çünkü abject’in sızma ihtimali vardır. Bu yüzden:
- Evdeki halılar temiz tutulur (abject’in izlerini saklamak için),
- Kapılar kilitlenir (sınır korunur),
- Sessizlik gözetilir (arzu dile gelmesin diye),
- Anne kontrol eder (çocuk hâlâ içeride mi, hâlâ bağlı mı diye).
🔹 Foucault ve Disiplin Toplumu: Evin Panoptikleşmesi
Bu bastırma ve disiplin mekanizmalarının politik-anatomisini Michel Foucault‘nun disciplinary society (disiplin toplumu) ve panopticon (her an izlenme) kavramları üzerinden okuyabiliriz.
Foucault, modern iktidarın baskılayıcı değil görünmez ama içselleştirilmiş hale geldiğini belirtir:
“Görünmeyen bir iktidar gözlemiyle şekillenen disiplin toplumu, bireyin bedenini ve davranışlarını üretkenlik, güvenlik ve itaat yönünde düzenler.”
*(Michel Foucault, *Discipline and Punish)
Bu bağlamda metindeki “kilitli kapılar”, “sessizlik”, “tahta gıcırtılarını ezberleme”, bireyin kendi bedenini kontrol etmek üzere içselleştirdiği disiplinin izleridir:
- Kendi sesini bastırmak,
- Görünmez olmaya çalışmak,
- Annenin korkularına göre davranmak zorunda kalmak.
Tüm bu davranışlar, evin bir tür “panoptik yapıya” dönüştüğünü gösterir:
- Anne, hapishane gardiyanı değil; çocuğun zihnine yerleşmiş bir gözetleyicidir.
- Çocuk, sürekli “izleniyor olabileceği” varsayımıyla kendi davranışlarını kısıtlar.
- “Kafeste olmasan bile, hâlâ özgür değilsin.”
🔹 Örneklerle Derinleştirme
- Çocukken evde sessiz yürümek zorunda kalma → Kendisini gözetleyen bir annenin hayalî varlığına göre bedenini kontrol eder.
- Gece gizlice dışarı çıkmak ve özgürlük duygusu yaşamak → Panoptik denetimden kısa süreli kaçış.
- “Nefes alma sesini bile çıkarmazdım” → Kristeva’nın “dil öncesi bastırma alanı” dediği bölgeye denk düşer. Ses, arzuya işaret eder. Bastırılır.
- Temizlik, hijyen, konfor obsesyonu → Abject’in izlerini silme çabasıdır. Kirli olanı bastırma.
- Evdeki kadın işlerinin tekrarı: “Tetris gibi” → Foucault’nun “bedensel tekrarlarla disiplin kurma” teorisiyle örtüşür. Her tekrar, arzuyu bastırır; beden politikleşir.
🔹 Sonuç: Evin Disipliner Anası – Annenin Gözetleyen Gölgesi
Anne yalnızca bireysel değil, kültürel ve yapısal bir iktidar aracına dönüştüğü bir düzene işaret eder. Annelik figürü; sevgiyle değil, korkuyla örülmüştür. Kadının kendi annesine duyduğu korkuyla başlayıp, çocuğuna aynı disiplini aktarması, bu yapının sürekliliğini sağlar.
Sonuç olarak:
- Kristeva, bu boğucu yapıyı beden-politik olarak görür.
- Foucault, onu mimari-politik olarak analiz eder.
- Jung, bu yapıyı arketipsel ve gölgeli bir kaynak olarak kavrar.



