Saatleri Ayarlama Enstitüsü Üzerine Etik ve Ahlaki İnceleme
Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, modernitenin, bürokrasinin ve bireyin toplumsal düzen içindeki yerinin absürtlüğünü sorgulayan bir başyapıttır. Roman, bireyin ahlaki sorumlulukları, adaletin mekanikleşmesi ve özgürlük ile kısıtlamalar arasındaki gerilim üzerinden derin bir etik tartışma sunar.
Enstitü’nün Absürtlüğü ve Ahlaki Sorgulama
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün anlamsız işleyişi, bireylerin ahlaki sorumluluklarını sorgulamalarına bir ayna tutar. Enstitü, işlevsiz bir bürokrasinin sembolü olarak, bireyleri kendi eylemlerinin anlamını sorgulamaya iter. Hayri İrdal’ın bu absürtlük içindeki pasif konumu, etik bir duruşun eksikliğinden çok, modern insanın varoluşsal bir çaresizliğini yansıtır. İrdal, ne tam anlamıyla sisteme karşı çıkar ne de onun bir parçası olmayı reddeder; bu, Camus’nün absürd felsefesindeki gibi, anlam arayışının beyhudeliğine işaret eder. Antropolojik açıdan, İrdal’ın pasifliği, toplumsallaşma süreçlerinin bireyi nasıl bir uyum makinesine dönüştürdüğünü gösterir. Dilbilimsel olarak, Enstitü’nün jargonları ve anlamsız söylemleri, Wittgenstein’ın dil oyunları kavramıyla ilişkilendirilebilir; burada dil, gerçeği inşa etmek yerine bir yanılsama yaratır. İrdal’ın sessizliği, ahlaki bir duruş eksikliğinden ziyade, bu yanılsamanın içinde sıkışmış bir bireyin trajedisidir.
Themis’in Terazisi ve Bürokrasinin Adaleti
Adalet tanrıçası Themis’in terazisi, romanda bürokrasinin ve adaletin mekanikleşmesiyle alegorik bir bağ kurar. Themis’in gözleri bağlıdır, çünkü adalet tarafsız olmalıdır; ancak Enstitü, bu tarafsızlığın bir karikatürüne dönüşür. Bürokrasi, adaleti insaniliğinden soyutlayarak bir makineye indirger. Mitolojik açıdan, Themis’in terazisi, düzen ve kaos arasındaki dengeyi sembolize ederken, Enstitü bu dengenin bozulduğunu gösterir. Felsefi olarak, Kant’ın kategorik imperatifine göre, ahlaki bir eylemin evrensel bir yasa gibi işlev görmesi gerekir; ancak Enstitü’nün kuralları, evrensellikten uzak, keyfi bir otoritenin ürünüdür. Tarihsel bağlamda, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte bürokrasinin modernleşme çabaları, adaletin insan merkezli bir ilke olmaktan çıkıp prosedürlere hapsolduğunu yansıtır. Metaforik olarak, Enstitü’nün saatleri, adaletin ritmini düzenlemeye çalışırken, aslında onun ruhunu durdurur. Bu, adaletin mekanik bir uygulamaya dönüşmesinin eleştirisidir.
Bireyin Özgürlüğü ve Toplumsal Kısıtlamalar
Roman, bireyin kendi yazgısını belirleme özgürlüğü ile toplumsal düzenin dayattığı kısıtlamalar arasında ahlaki bir gerilim yaratır. Hayri İrdal, Sartre’ın varoluşçu özgürlük kavramıyla ele alındığında, kendi özünü yaratma sorumluluğundan kaçan bir figürdür. Enstitü, bireyin özgürlüğünü kısıtlayan bir makine olarak, Foucault’nun disiplin toplumu kavramını çağrıştırır; burada bireyler, görünmez bir otoritenin gözetimi altında uysallaştırılır. Alegorik olarak, Enstitü, modernitenin bireyi hem özgür kılıp hem de zincirleyen ikili doğasını temsil eder. Antropolojik bir perspektiften, bireyin toplumsal normlara uyum sağlama çabası, Durkheim’ın kolektif bilinç kavramıyla açıklanabilir; ancak bu uyum, İrdal’da içsel bir çatışmaya dönüşür. Sanatsal olarak, Tanpınar’ın romanı, bireyin özgürlük arayışını bir tragedyaya dönüştürerek, Kafkaesk bir atmosfer yaratır. Felsefi açıdan, Hegel’in efendi-köle diyalektiği, İrdal’ın Enstitü’ye bağımlılığı ve bu bağımlılığa karşı çelişkili arzuları üzerinden okunabilir. Roman, bireyin özgürlüğünü ararken, toplumsal düzenin ona dayattığı ahlaki ikilemleri ustalıkla sergiler.



