Gregor Samsa’nın Dönüşümü: Foucault’nun Biyopolitik ve İktidar Perspektifinden Bir Okuma

Gregor’un Dışlanması ve Anormalin Damgalanması

Kafka’nın Dönüşüm’ünde Gregor’un böceğe dönüşmesi, modern toplumun “anormal” olarak tanımladığı bireyi dışlama mekanizmasının güçlü bir sembolüdür. Foucault’nun disiplin toplumu kavramı, bireylerin normlara uygunluğunu sağlamak için gözetim, denetim ve dışlama pratiklerini kullanır. Gregor, bir sabah böcek olarak uyandığında, yalnızca fiziksel bir dönüşüm geçirmez; aynı zamanda toplumsal düzenin normatif beklentilerinden radikal bir şekilde kopar. Foucault’ya göre, modern toplum “anormal” bireyi tanımlamak ve izole etmek için tıbbi, hukuki ve sosyal mekanizmalar geliştirir. Gregor’un dönüşümü, bu mekanizmaların somut bir yansımasıdır; ailesi, onun insanlığını sorgulamaya başlar ve onu bir tehdit, bir “öteki” olarak konumlandırır. Ailenin Gregor’u evin bir odasına hapsetmesi, Foucault’nun panoptik disiplin modeline işaret eder: Gregor, gözetim altında tutulur, hareketleri kısıtlanır ve varlığı ailenin ekonomik ve sosyal düzenini bozmamak için kontrol edilir. Bu dışlama, sosyolojik açıdan modern toplumun normatif birey tanımına uymayanları nasıl marjinalleştirdiğini gösterir. Gregor’un böcek formu, Foucault’nun “anormal” kavramına tarihsel bir bağlam kazandırır; 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan psikiyatrik ve biyomedikal söylemler, bireyleri “sağlıklı” ya da “hasta” olarak sınıflandırmaya başlamıştır. Gregor, bu sınıflandırmanın kurbanıdır; artık üretken bir birey olmadığı için toplumsal hiyerarşide yeri yoktur. Etik olarak, ailenin bu dışlayıcı tutumu, bireyin insanlık değerinin koşullu olduğunu ve yalnızca fayda sağladığı sürece kabul gördüğünü ortaya koyar.

Elma Yarası ve İktidarın Beden Üzerindeki Şiddeti

Gregor’un sırtına saplanan elma, Foucault’nun biyopolitik perspektifinden bakıldığında, iktidarın bedeni cezalandırma ve damgalama aracı olarak işlev görür. Foucault, biyopolitiği, devletin ve toplumsal kurumların bireylerin bedenlerini ve yaşamlarını yönetme pratiği olarak tanımlar. Elma, baba figürünün otoritesinin bir uzantısıdır; Gregor’u fiziksel olarak yaralayarak onun hem itaatsizliğini hem de “anormalliğini” cezalandırır. Bu yara, sadece fiziksel bir acı kaynağı değil, aynı zamanda Gregor’un toplumsal olarak damgalanmasının simgesidir. Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu’nda belirttiği gibi, modern disiplin toplumu, bedeni cezalandırmaktan çok onu kontrol altına almayı hedefler. Ancak Gregor’un durumunda, elma hem cezalandırıcı hem de damgalayıcı bir işlev görür; onun “böcek” kimliğini kalıcı hale getirir ve ailenin gözünde insanlıktan tamamen kopuşunu simgeler. Sosyolojik olarak, bu olay, kapitalist toplumun üretken olmayan bireyleri cezalandırma eğilimini yansıtır. Elma yarası, Gregor’un bedensel özerkliğini yok eder ve onu ailenin ekonomik bağımlılığına karşı bir yük haline getirir. Felsefi açıdan, bu yara, bireyin varoluşsal yalnızlığını ve toplumun ona dayattığı ahlaki yargıları temsil eder. Baba figürünün elmayı fırlatması, patriyarkal otoritenin biyopolitik bir aracı olarak işlev gördüğünü gösterir; bu, Foucault’nun iktidarın mikro düzeyde, aile gibi intim yapılarda nasıl işlediği analizine uygundur. Elma, aynı zamanda tarihsel bir bağlamda, suçluluk ve günahla ilişkilendirilen dini sembolizmi çağrıştırır; bu, Gregor’un dönüşümünü ahlaki bir düşüş olarak gören ailenin bakış açısını güçlendirir.

Kapitalist Toplum ve Atık Olarak Birey

Kafka’nın romanı, kapitalist toplumun üretkenlik ve fayda üzerine kurulu ethosunu eleştirir; bu, Foucault’nun “hükümet etme sanatı” kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Foucault, hükümet etme sanatını, nüfusu yönetmek için geliştirilen stratejiler ve teknikler olarak tanımlar; bu süreçte bireyler, ekonomik ve toplumsal fayda sağlama kapasitelerine göre değerlendirilir. Gregor, bir seyyar satıcı olarak ailenin geçimini sağlarken değerli bir bireydir; ancak böceğe dönüştüğünde, üretkenliğini kaybeder ve “atık” olarak görülür. Bu, kapitalist toplumun bireyi yalnızca ekonomik katkısına göre değerlendirdiğini ve faydasız hale geldiğinde onu dışladığını gösterir. Foucault’nun biyopolitik analizi, bu dışlamanın, nüfusu “yararlı” ve “yararsız” olarak ayıran bir mekanizma olduğunu öne sürer. Gregor’un dönüşümü, kapitalist üretkenlik normlarının bireyi nasıl nesneleştirdiğini ve insanlığını nasıl yok saydığını açığa çıkarır. Sosyolojik olarak, bu durum, modern toplumun bireyleri yalnızca iş gücü olarak görme eğilimini yansıtır; Gregor’un ailesi, onun maddi katkısı kesildiğinde ona karşı sevgi ya da bağlılık hissetmekten vazgeçer. Felsefi açıdan, bu, bireyin varoluşsal değerinin ekonomik faydaya indirgenmesinin etik sonuçlarını sorgular: İnsan, yalnızca ürettiği sürece mi insandır? Roman, bu soruya distopik bir yanıt verir; Gregor’un ölümü, ailenin yeniden “normal” bir toplumsal düzene dönmesini sağlar. Tarihsel olarak, bu eleştiri, 19. yüzyılın sanayi toplumlarının emek ve üretkenlik üzerine kurulu ahlaki söylemlerine bir göndermedir. Ailenin Gregor’u bir yük olarak görmesi ve sonunda ondan kurtulması, Foucault’nun biyopolitik rejimlerde “yaşat ya da öldür” mantığını anımsatır; Gregor, artık yaşatılmaya değer görülmez. Bu, kapitalist toplumun bireyi yalnızca bir araç olarak değerlendirdiğini ve insan onurunu göz ardı ettiğini gösterir.

Sonuç: İktidarın ve Toplumun Çıplak Yüzü

Dönüşüm, Foucault’nun biyopolitik ve disiplin toplumu kavramları ışığında, modern toplumun birey üzerindeki denetim, dışlama ve cezalandırma mekanizmalarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Gregor’un böceğe dönüşmesi, anormalin damgalanmasını; elma yarası, iktidarın bedeni cezalandırma ve kontrol etme pratiğini; ailenin tutumu ise kapitalist toplumun üretken olmayan bireyi atık olarak görmesini sembolize eder. Roman, bireyin insanlık değerinin koşullu olduğunu ve toplumsal normlara uymadığı anda dışlandığını gösterir. Foucault’nun perspektifinden, Gregor’un hikayesi, iktidarın mikro ve makro düzeylerde nasıl işlediğini, bireyin bedenini ve yaşamını nasıl şekillendirdiğini gözler önüne serer. Bu, yalnızca sosyolojik ve felsefi bir eleştiri değil, aynı zamanda bireyin varoluşsal yalnızlığına ve toplumun ona dayattığı ahlaki yargılara dair derin bir sorgulamadır. Kafka’nın eseri, modern toplumun çıplak yüzünü ifşa eder: İktidar, bireyi yalnızca faydalı olduğu sürece kucaklar; faydasız hale geldiğinde ise onu acımasızca terk eder.