Selim Işık’ın Tutunamama Hali ve Sartre’ın Varoluşsal Felsefesi Üzerine Bir İnceleme

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki Selim Işık karakteri, modern insanın varoluşsal krizini ve toplumsal bağlardan kopuşunu temsil eden derin bir figürdür. Selim’in “tutunamama” hali, Jean-Paul Sartre’ın varoluşsal felsefesiyle, özellikle “varoluş özgürlüğü” ve “hiçlik” kavramlarıyla kesişen anlam katmanları taşır. Bu inceleme, Selim’in tutunamama durumunu Sartre’ın felsefi çerçeveleriyle ilişkilendirerek, onun intiharının bireysel özgürlüğün bir zaferi mi yoksa yenilgisi mi olduğunu geniş bir perspektiften değerlendirir.

Varoluşun Ağırlığı ve Selim’in Yükleri

Selim Işık’ın tutunamama hali, Sartre’ın “varoluş özgürlüğü” kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Sartre’a göre insan, özünü kendi eylemleriyle yaratan bir varlıktır; ancak bu özgürlük, aynı zamanda bir yük olarak kendini hissettirir. Selim, bu özgürlüğü hem bir naber hem de bir lanet olarak deneyimler. Toplumun dayattığı normlara ve beklentilere uymayı reddetmesi, onun bireysel özgürlüğünü koruma çabası olarak okunabilir. Ancak bu reddediş, onu sosyal bağlardan kopararak yalnızlığa ve hiçlik duygusuna sürükler. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik eserinde tanımladığı “hiçlik”, insanın kendi varoluşunu anlamlandırma sorumluluğuyla yüzleştiği anlarda belirir. Selim’in sürekli içsel sorgulamaları, yazdığı notlar ve bitmeyen monologları, bu hiçlik duygusunun somut bir yansımasıdır. Onun tutunamama hali, Sartre’ın özgürlük anlayışındaki paradoksu açığa vurur: İnsan, özgür olmaya mahkûmdur, ancak bu özgürlük çoğu zaman dayanılmaz bir ağırlık taşır.

Toplumsal Normların Reddi ve Etik Çıkmazlar

Selim’in tutunamama hali, yalnızca bireysel bir kriz değil, aynı zamanda politik ve etik bir duruşun göstergesidir. Sartre’ın felsefesinde, birey özgürlüğünü kullanırken ahlaki sorumluluklar üstlenir; çünkü her seçim, yalnızca bireyi değil, tüm insanlığı etkiler. Selim, Türkiye’nin modernleşme sürecinde birey ile toplum arasındaki çatışmanın bir metaforudur. Toplumun ona sunduğu roller—memur, eş, dost—onun özüne aykırıdır ve bu rolleri reddetmesi, bireysel özgürlüğünün bir ifadesidir. Ancak bu reddediş, onu etik bir çıkmaza sürükler: Toplumdan koparak özgürlüğünü korurken, yalnızlık ve anlamsızlıkla yüzleşir. Selim’in intiharı, bu bağlamda, Sartre’ın “otantiklik” kavramına bir meydan okuma olarak görülebilir. Otantik bir yaşam, özgürlüğü ve sorumluluğu kucaklamayı gerektirir; ancak Selim, bu sorumluluğu taşıyamayarak intiharı seçer. Bu, özgürlüğün bir yenilgisi mi, yoksa toplumun dayattığı sahte anlamlara karşı bir başkaldırı mıdır?

Dil ve Anlam Arayışının Alegorik Yansımaları

Selim’in tutunamama hali, dilbilimsel bir perspektiften bakıldığında, anlam yaratma sürecindeki başarısızlığın bir alegorisidir. Sartre, insanın varoluşsal özgürlüğünü dil aracılığıyla anlamlandırmaya çalıştığını savunur; ancak dil, aynı zamanda insanın hiçlikle yüzleştiği bir alandır. Selim’in yazdığı notlar, mektuplar ve monologlar, onun anlam arayışının kaotik bir yansımasıdır. Bu metinler, dilin hem bir kurtuluş hem de bir tuzak olduğunu gösterir. Selim’in kelimelerle dansı, Sartre’ın “varoluşun absürdlüğü” kavramıyla örtüşür: İnsan, anlamsız bir evrende anlam yaratmaya çalışır, ancak bu çaba çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır. Selim’in intiharı, bu dilbilimsel çabanın çöküşü olarak okunabilir; o, kelimelerle tutunmayı başaramaz ve sessizliğe gömülür.

Mitolojik ve Antropolojik Boyut: İnsanlığın Kadim Yarası

Antropolojik ve mitolojik bir perspektiften, Selim Işık, modern insanın kadim yalnızlık arketipinin bir yansımasıdır. Sartre’ın hiçlik kavramı, insanın evrendeki yalnızlığını ve anlam arayışını ifade ederken, Selim bu yalnızlığı somutlaştırır. Mitolojik bağlamda, Selim’i bir Prometheus ya da Sisifos figürüyle karşılaştırmak mümkündür; ancak o, ne Prometheus’un tanrılara meydan okuyan cesaretine ne de Sisifos’un absürd kahramanlığına sahiptir. Selim, modern dünyanın kayıp bir kahramanıdır; ne tanrılarla savaşır ne de taşı sonsuza dek yuvarlamayı kabul eder. Onun intiharı, antropolojik olarak insanın varoluşsal yarasını—kendi anlamını yaratma yükünü—taşıyamamasının bir göstergesidir. Bu, özgürlüğün zaferi değil, insanlık durumunun trajik bir teslimiyetidir.

Tarihsel ve Sanatsal Bağlam: Modern Türkiye’nin Aynası

Selim’in tutunamama hali, tarihsel olarak Türkiye’nin modernleşme sürecindeki birey-toplum gerilimini yansıtır. 20. yüzyıl Türkiye’sinde, Batılılaşma ve gelenek arasında sıkışan birey, Selim’in karakterinde kristalleşir. Sartre’ın varoluşsal özgürlük anlayışı, bireyin kendi özünü yaratma sorumluluğunu vurgularken, Selim bu sorumluluğu taşıyamaz; çünkü tarihsel bağlam, ona tutunabileceği sağlam bir zemin sunmaz. Sanatsal açıdan, Tutunamayanlar, modernist edebiyatın bir başyapıtı olarak, bireyin parçalanmışlığını ve anlam arayışını estetik bir formda sunar. Selim’in intiharı, bu tarihsel ve sanatsal bağlamda, modern insanın hem özgürlüğüne hem de bu özgürlüğün getirdiği yalnızlığa bir ağıt olarak okunabilir.

Sembolik ve Metaforik Okumalar: İntiharın Çelişkisi

Selim’in intiharı, sembolik ve metaforik düzeyde, özgürlüğün hem zaferi hem de yenilgisi olarak yorumlanabilir. Sartre’a göre, intihar, bireyin özgürlüğünü en radikal şekilde kullanmasıdır; çünkü yaşamı reddetmek, nihai bir seçimdir. Ancak bu seçim, aynı zamanda özgürlüğün sonudur, çünkü birey varoluştan vazgeçer. Selim’in intiharı, bu çelişkili doğayı taşır: O, toplumun dayattığı anlamsızlığa karşı özgürlüğünü kullanarak yaşamı reddeder, ancak bu reddediş, onun kendi varoluşsal projesini tamamlamasını engeller. Metaforik olarak, Selim’in intiharı, modern insanın kendi anlamını yaratma çabasındaki tükenişini sembolize eder. Bu, ne tam bir zafer ne de tam bir yenilgidir; aksine, insanlık durumunun trajik bir açmazıdır.

Özgürlüğün Kırılgan Sınırları

Selim Işık’ın tutunamama hali ve intiharı, Sartre’ın varoluşsal felsefesiyle kesişerek, bireysel özgürlüğün hem potansiyelini hem de sınırlarını açığa vurur. Onun hikayesi, özgürlüğün ağırlığını taşıyamayan bir bireyin trajedisidir; ancak bu trajedi, aynı zamanda modern dünyanın bireye sunduğu sahte anlamlara karşı bir direnişi ifade eder. Selim’in intiharı, Sartre’ın özgürlük anlayışında hem bir zafer hem de bir yenilgi olarak durur: Özgürlüğünü kullanarak yaşamı reddetmesi bir zaferdir, çünkü bu, toplumun ona dayattığı rollere boyun eğmemesidir; ancak bu seçim, onun kendi varoluşsal anlamını yaratma çabasını sona erdirdiği için bir yenilgidir. Selim, modern insanın hem kahramanı hem de kurbanıdır; onun hikayesi, özgürlüğün kırılgan sınırlarını ve insanlığın bitmeyen anlam arayışını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.