Heathcliff ve Justine Üzerinden Arzu, Sınıf ve Kutsalın Sınırları

Arzunun Ötekine Yönelimi

Heathcliff’in intikamı, Emily Brontë’nin Uğultulu Tepeler romanında, yalnızca kişisel bir öfke ya da hınç olarak değil, aynı zamanda Jacques Lacan’ın “öteki” kavramı üzerinden derin bir arzunun izdüşümü olarak okunabilir. Lacan’a göre, özne kendi eksikliğini ötekinde tamamlamaya çalışır; Heathcliff’in Catherine’e duyduğu tutku, bu eksikliğin en somut biçimidir. Catherine, Heathcliff için hem bir sevgi nesnesi hem de toplumsal hiyerarşide ulaşılmaz bir simgedir. Onun intikamı, bu ötekine ulaşamamanın yarattığı boşluğu doldurma çabasıdır. Ancak bu arzu, yalnızca bireysel bir psikodinamikle sınırlı kalmaz; Heathcliff’in “yabancı” statüsü –bir yetim, bir “öteki” olarak toplumsal dışlanmışlığı– bu arzuyu karmaşıklaştırır. İntikamı, Catherine’in temsil ettiği dünyayı ele geçirme ve onu yeniden inşa etme çabası olarak da görülebilir. Bu, arzunun yalnızca romantik bir dürtü değil, aynı zamanda bir varoluşsal isyan olduğunu gösterir. Heathcliff, ötekine yönelirken kendi benliğini de yok eder; bu, Lacan’ın jouissance (haz/aşırı haz) kavramıyla açıklanabilir: Heathcliff, haz peşinde koşarken kendi yıkımına sürüklenir.

Sınıfsal Çatışmanın Yüzeyi

Heathcliff’in intikamını, Karl Marx’ın sınıf mücadelesi lensinden incelemek, onun motivasyonlarını toplumsal bir bağlama oturtur. Uğultulu Tepeler, 19. yüzyıl İngiltere’sinde sınıf hiyerarşilerinin katı bir şekilde işlediği bir dünyayı resmeder. Heathcliff, bir alt sınıf temsilcisi olarak, Linton ailesinin aristokratik dünyasına yabancıdır. İntikamı, yalnızca kişisel bir hesaplaşma değil, aynı zamanda bu hiyerarşiye karşı bir başkaldırıdır. Marx’ın “sermaye birikimi” kavramı, Heathcliff’in servet biriktirerek Thrushcross Grange ve Wuthering Heights’ı ele geçirmesini açıklamak için kullanılabilir; o, kapitalist sistemin araçlarını kullanarak üst sınıfı kendi silahıyla vurur. Ancak bu başkaldırı, Marx’ın öngördüğü kolektif bir devrimden uzaktır. Heathcliff’in intikamı bireyseldir ve sonunda kendi yalnızlığına gömülür. Bu, sınıf farklarının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda duygusal ve varoluşsal bir yalıtım yarattığını gösterir. Heathcliff’in zaferi, bir anlamda, sistemin içine hapsolmasıyla sonuçlanır; o, üst sınıfın yerini alır, ama bu yer değiştirme, toplumsal düzeni dönüştürmez.

Justine’in Acısındaki Kutsal Gerilim

Marquis de Sade’ın Justine adlı eserinde, Justine’in acısı, Georges Bataille’in “kutsal” ve “profane” arasındaki gerilim kavramıyla güçlü bir şekilde yankılanır. Bataille’e göre, kutsal, sıradan olanın (profane) ötesine geçen, hem çekici hem de korkutucu bir alandır. Justine’in sürekli maruz kaldığı zulüm, onun masumiyetini bir tür kutsal alana yerleştirir; o, ahlaki saflığın somutlaşmış halidir. Ancak bu saflık, Sade’ın dünyasında, profane olanın –şiddet, arzu, güç– sürekli saldırısına uğrar. Justine’in acısı, Bataille’in “iç deneyim” kavramıyla açıklanabilir: Onun çektiği eziyet, yalnızca fiziksel bir acı değil, aynı zamanda varoluşun sınırlarını sorgulayan bir deneyimdir. Justine, kutsalın temsilcisi olarak, profane dünyanın iğrençliğiyle karşı karşıya gelir ve bu karşılaşma, onun masumiyetini hem yüceltir hem de yok eder. Bataille’in bakış açısıyla, Justine’in acısı, insanın kutsal olanla temas ettiğinde yaşadığı ikiliği simgeler: Hem tanrısal bir yükseliş hem de mutlak bir çöküş.

Toplumsal Normların Sınırları

Justine’in hikayesi, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda 18. yüzyıl Avrupası’nın ahlaki ve toplumsal normlarına bir eleştiridir. Sade, Justine’in masumiyetini, burjuva ahlakının ikiyüzlülüğünü açığa vurmak için bir araç olarak kullanır. Justine’in sürekli cezalandırılması, toplumun “iyi” olanı koruma iddiasının bir yalan olduğunu gösterir. Bu, Michel Foucault’nun “iktidar ve bilgi” kavramıyla ilişkilendirilebilir: Justine’in acısı, iktidarın, ahlaki normlar aracılığıyla bireyleri nasıl disipline ettiğini ve cezalandırdığını ortaya koyar. Justine’in masumiyeti, toplumun ona dayattığı bir roldür; o, bu rolü oynadıkça daha fazla cezalandırılır. Bu durum, ahlakın, bireyi özgürleştirmekten çok, onu baskı altına alan bir mekanizma olduğunu gösterir. Justine’in trajedisi, bireyin toplumsal normlarla uzlaşamamasının kaçınılmaz sonucudur.

Varoluşsal İkilemlerin Çarpışması

Heathcliff ve Justine’in hikayeleri, insan varoluşunun temel ikilemlerini farklı bağlamlarda ele alır. Heathcliff’in intikamı, arzunun ve öfkenin bireyi nasıl tüketebileceğini gösterirken, Justine’in acısı, masumiyetin ve ahlakın kırılganlığını vurgular. Her iki karakter de, kendi dünyalarının sınırlarıyla mücadele eder: Heathcliff, toplumsal hiyerarşilere karşı; Justine, ahlaki ikiyüzlülüğe karşı. Jean-Paul Sartre’ın varoluşsal özgürlük kavramı, bu mücadeleleri anlamak için bir çerçeve sunar. Sartre’a göre, insan, özgürlüğünü gerçekleştirmek için sürekli bir mücadele içindedir; ancak bu özgürlük, aynı zamanda bir sorumluluk yükler. Heathcliff, özgürlüğünü intikam yoluyla arar, ama bu arayış onu yalnızlığa mahkum eder. Justine ise, özgürlüğünü ahlaki duruşunda bulmaya çalışır, ama bu duruş, onu sürekli bir kurban haline getirir. Her iki karakter de, özgürlüğün bedelini öder; bu bedel, insan olmanın kaçınılmaz bir parçasıdır.

İnsan Doğasının Kırılganlığı

Heathcliff ve Justine’in hikayeleri, insan doğasının karmaşıklığını ve kırılganlığını farklı açılardan ele alır. Heathcliff’in intikamı, tutkunun ve öfkenin yıkıcı gücünü gösterirken, Justine’in acısı, saflığın ve masumiyetin savunmasızlığını ortaya koyar. Bu iki karakter, insan deneyiminin zıt uçlarını temsil eder: Heathcliff, aktif bir yıkıcı; Justine, pasif bir kurban. Ancak her ikisi de, kendi arzularının ve ideallerinin ağırlığı altında ezilir. Sigmund Freud’un “id, ego ve süperego” kavramları, bu çatışmaları anlamak için bir başka çerçeve sunar. Heathcliff’in intikamı, id’in kontrolsüz arzularının bir yansımasıdır; Justine’in masumiyeti ise, süperegonun ahlaki ideallerine sıkı sıkıya bağlılığın bir sonucudur. Her iki karakter de, bu içsel çatışmaların kurbanıdır. Bu, insan doğasının, ne tamamen özgür ne de tamamen determinist olduğunu; aksine, sürekli bir gerilim içinde var olduğunu gösterir.