Mine Söğüt’ün Roman Kahramanlarında Aşk, Umut ve İntiharın Schopenhauer’in İrade Kavramıyla Kesişimi
Mine Söğüt’ün roman kahramanları, insan varoluşunun en derin çelişkilerini, aşk, umut ve intihar gibi duygu durumları üzerinden açığa vururken, Schopenhauer’in irade kavramıyla çarpıcı bir kesişim sunar. Schopenhauer’in felsefesinde irade, evrenin özünü oluşturan bilinçsiz, amaçsız ve durdurulamaz bir itici güçtür; insan yaşamını haz ve acı arasındaki bitimsiz bir gerilimle tanımlar. Söğüt’ün eserlerinde bu gerilim, kahramanların iç dünyalarındaki çatışmalar, toplumsal normlara karşı başkaldırıları ve varoluşsal sorgulamalarıyla ete kemiğe bürünür. Aşk, umut ve intihar, iradenin hem yaratıcı hem de yıkıcı doğasını yansıtan sahneler olarak ortaya çıkar. Bu metin, Söğüt’ün kahramanlarının bu duygu durumlarını Schopenhauer’in iradesiyle ilişkilendirerek, insan varoluşunun haz ve acı arasındaki salınımını derinlemesine inceler.
Aşkın İradesel İtki Olarak Yansımaları
Söğüt’ün romanlarında aşk, genellikle bir kurtuluş vaadi gibi görünse de, Schopenhauer’in irade kavramıyla ele alındığında, bireyi haz arayışına sürükleyen yanıltıcı bir güç olarak belirir. Schopenhauer’e göre irade, bireyi cinsel dürtü ve türün devamı gibi biyolojik temellere yönelten kör bir enerjidir; aşk, bu iradenin süslü bir maskesidir. Örneğin, Deli Kadın Hikâyeleri’nde kadın kahramanların aşk deneyimleri, tutku ve yıkım arasında gidip gelen bir döngüye işaret eder. Bu kahramanlar, aşkı bir anlam arayışı olarak kucaklarken, aynı anda onun getirdiği acıya teslim olurlar. Schopenhauer’in “cinsel birleşmedeki esrime hali”ni varoluşun özü olarak tanımlaması, Söğüt’ün kahramanlarının aşkta buldukları geçici hazların ardından gelen boşluğu yankılar. Aşk, bu bağlamda, iradenin bireyi ele geçiren bir oyunu olarak ortaya çıkar; kahramanlar, haz arayışında iradeye boyun eğerken, bu teslimiyetin kaçınılmaz sonucu olarak acıyla yüzleşirler. Söğüt’ün eserlerinde aşk, bireyi özgürleştiren bir güç olmaktan çok, iradenin zincirlerini sıkılaştıran bir tuzak gibidir.
Umutun Geçici Tesellisi
Umut, Söğüt’ün kahramanlarında genellikle bir direnç mekanizması olarak belirir, ancak Schopenhauer’in felsefesine göre bu, iradenin bir başka aldatmacasıdır. Schopenhauer, umudu “bir dizi düş kırıklığıyla dolu” bir yanılsama olarak görür; insan, iradenin sonsuz talepleri karşısında umutla kendini avutsa da, bu umut her zaman boşa çıkar. Söğüt’ün Beş Sevim Apartmanı gibi eserlerinde, kahramanlar toplumsal baskılar ve bireysel travmalar karşısında umudu bir sığınak olarak benimserler. Ancak bu umut, geçici bir teselli sunar ve kahramanları daha derin bir hayal kırıklığına sürükler. Schopenhauer’in “en büyük bilgelik, şu andan zevk almayı hayatın amacı kılmaktır” sözü, umudun anlık bir kaçış olduğunu, ancak iradenin sürekli istemesi nedeniyle kalıcı bir tatmin sağlayamayacağını vurgular. Söğüt’ün kahramanları, umutla iradenin taleplerine karşı koymaya çalışırken, bu çabanın beyhudeliğiyle yüzleşirler. Umut, onların varoluşsal mücadelelerinde bir anlık ışık sunsa da, iradenin karanlık akıntısı bu ışığı hızla söndürür.
İntiharın İradeye Karşı İsyanı
Söğüt’ün eserlerinde intihar, kahramanların iradeye karşı nihai bir başkaldırı olarak ortaya çıkar. Schopenhauer, intiharı iradenin reddi olarak değil, aksine iradenin bir başka tezahürü olarak değerlendirir; çünkü intihar, yaşam istencinin bireysel düzeyde çöküşü gibi görünse de, iradenin evrensel döngüsünü durdurmaz. Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979 gibi eserlerde, kahramanların intihara yönelmesi, toplumsal ve bireysel acıların ağırlığı altında bir çıkış arayışıdır. Ancak bu arayış, Schopenhauer’in kötümser felsefesinde yankılanan bir paradoksu açığa çıkar: İntihar, iradeye boyun eğmeyi reddetse de, bireyin iradenin kontrolünden tamamen kurtulmasını sağlamaz. Söğüt’ün kahramanları, intiharla iradenin acı döngüsünden kaçmeyi denerken, bu eylemin kendisi iradenin başka bir biçimdeki zaferi olur. İntihar, haz ve acı geriliminde bir son değil, iradenin durdurulamaz doğasının bir yansımasıdır.
Merhamet ve Acının Kurtarıcı Potansiyeli
Schopenhauer’in felsefesinde, iradenin acı döngüsünden kurtuluşun yolu, merhamet ve estetik deneyim gibi iradeyi susturma pratiklerinden geçer. Söğüt’ün kahramanları, genellikle bu kurtuluş yolunu ararken, merhametin dönüştürücü gücüne nadiren ulaşır. Schopenhauer’e göre merhamet, bireyin kendi iradesini aşarak başkalarının acısını hissetmesiyle mümkün olur ve bu, iradenin bencilliğinden bir kopuş sağlar. Ancak Söğüt’ün eserlerinde, kahramanlar genellikle kendi acıları içinde hapsolmuş durumdadır. Örneğin, Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey’de, kahramanların içsel çatışmaları, merhametten çok bireysel bir kurtuluş arayışına odaklanır. Bu, Schopenhauer’in irade kavramındaki karamsarlığı yansıtır: İnsan, iradenin esaretinden kurtulmak için çabalasa da, bu çaba genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Yine de Söğüt’ün kahramanlarının acıya olan duyarlılığı, Schopenhauer’in merhamet etiğine bir yaklaşım olarak okunabilir; onların acıyı tanıması, insan varoluşunun evrensel bir niteliğini açığa vurur.
Varoluşun Haz ve Acı Arasındaki Döngüsü
Söğüt’ün roman kahramanları, Schopenhauer’in irade kavramıyla değerlendirildiğinde, haz ve acı arasındaki gerilimin insan varoluşunun temel dinamiği olduğunu gösterir. Aşk, haz arayışının bir yansıması olarak bireyi iradenin tuzağına çeker; umut, iradenin acımasız döngüsüne karşı geçici bir direnç sunar; intihar ise bu döngüden kaçma çabasının trajik bir ifadesidir. Schopenhauer’in “dünyanın özü kötüdür” ve “yaşam istencini reddetmek” gerektiği fikri, Söğüt’ün kahramanlarının çaresiz ama dirençli mücadelelerinde yankılanır. Bu kahramanlar, iradenin kör enerjisiyle çarpışırken, varoluşun anlamını sorgular ve bu sorgulama, onların hem bireysel hem de evrensel bir acıyı taşıdığını gösterir. Söğüt’ün eserleri, Schopenhauer’in felsefesiyle kesişerek, insan varoluşunu bir trajedi olarak resmeder; burada haz, yalnızca acının gölgesinde var olabilir, ve her çaba, iradenin durdurulamaz akışına teslim olur.
Bu metin, Mine Söğüt’ün roman kahramanlarının aşk, umut ve intihar gibi duygu durumlarını, Schopenhauer’in irade kavramıyla ilişkilendirerek, insan varoluşunun haz ve acı arasındaki bitimsiz gerilimini ortaya koyar. Kahramanların bu gerilim içindeki mücadeleleri, hem bireysel hem de evrensel bir trajediyi yansıtır; iradenin kör gücü, onların her arayışını hem yaratıcı hem de yıkıcı bir döngüye hapseder.



