Nöroçeşitlilik Savunuculuğu ve Sınıfsal Bakış
Bir psikoterapist olarak, nöroçeşitlilik savunuculuğu ile Marksist mücadele arasındaki derin ve çoğu zaman göz ardı edilen ilişkiyi ele alalım. Bu iki alan, yüzeyde farklı sorunlara odaklanıyor gibi görünse de, aslında insanlığın kurtuluşu, sömürünün ve tahakkümün her biçimiyle mücadele etme ve daha adil bir dünya inşa etme konusunda ortak bir cephede buluşur.
Giriş
Nöroçeşitlilik, insan beyninin ve zihinsel işlevlerinin çeşitliliğini, tıpkı biyolojik çeşitlilik gibi, normal ve değerli bir insan varyasyonu olarak kabul eden bir paradigmadır. Otizm, DEHB, disleksi gibi durumlar, “nörolojik farklılıklar” olarak görülür. Marksist mücadele ise, kapitalist sınıf ilişkileri, sömürü ve yabancılaşma aracılığıyla ortaya çıkan ekonomik ve toplumsal adaletsizliklere karşı verilen savaştır. Bu iki alanın kesişimi, kapitalist sistemin insanı nasıl standardize etmeye, disipline etmeye ve metalaştırmaya çalıştığını anlamak için kritik bir bakış açısı sunar.
1. Kapitalist Sistemin Standardizasyon İhtiyacı ve Nörolojik Tahakküm
Karl Marx’ın analiziyle, kapitalist üretim biçimi, kâr maksimizasyonunu esas alır. Bu amaç, sürekli artan verimlilik ve standardizasyon ihtiyacını doğurur:
- Emek Gücünün Tek Tipleştirilmesi: Fabrika sistemi, montaj hatları ve modern hizmet sektörleri, emek gücünden maksimum verim almak için bireylerin belirli bir ritme, disipline ve normlara uymasını bekler. Bu, bedenlerin ve zihinlerin, kapitalist üretimin gerektirdiği kalıplara göre şekillendirilmesidir.
- Nörolojik Farklılıkların “Patolojileştirilmesi”: Otizm, DEHB gibi nörolojik farklılıklar, bu standartlaşma kalıplarına (“normal” veya “neurotypical” olarak kabul edilen) uymadığı için “bozukluk” veya “hastalık” olarak etiketlenir. Bu etiketleme, nörolojik farklılığı olan bireylerin “verimsiz” veya “sorunlu” görülmesine yol açar. Böylece, “normal” insan tanımı, kapitalist üretkenlik ideolojisine göre belirlenmiş olur.
- “Tedavi” Adına Disipline Etme: Otistik bireylerin “tedavi” veya “normalleştirme” çabaları, Marksist perspektiften, aslında onların emek gücünü kapitalist piyasanın ihtiyaçlarına göre disipline etme ve uyumlu hale getirme girişimidir. Bu, bedenin ve zihnin kapitalist üretim ilişkilerine tabi kılınması, hatta sömürülmesi anlamına gelir. Medikal ve terapötik endüstriler, bu “tedavi” üzerinden büyük kârlar elde ederken, sorun bireyselleştirilir ve sistemsel sorumluluk gizlenir.
2. Yabancılaşma ve Nörolojik Yabancılaşma
Marx’ın derinlemesine analiz ettiği yabancılaşma teorisi, kapitalizmin bireyi kendi emeğinden, ürettiği üründen, tür-özünden (insan doğasından) ve diğer insanlardan nasıl kopardığını açıklar. Nörolojik farklılıklar, bu yabancılaşma deneyimini katmerleştirir:
- Kendi Tür-Özüne Yabancılaşma: Otistik bireyler, kendi otantik nörolojik işleyiş biçimlerini (stimming, farklı duyusal algılar, özel ilgi alanları, farklı iletişim stilleri) bastırmak (maskeleme) zorunda kalırlar. Toplumun dayattığı “normal” davranış kalıplarına uymak için harcadıkları çaba, onların kendi benliklerine, yani tür-özlerine yabancılaşmalarına neden olur. Bu, özgürce var olma haklarının elinden alınmasıdır.
- Sosyal Yabancılaşma: Kapitalist toplumun rekabetçi, bireyci ve çoğu zaman yüzeysel sosyal ilişkileri, otistik bireylerin zaten zor olan sosyal etkileşimlerini daha da güçleştirir. Bu durum, onların sosyal izolasyonunu derinleştirerek diğer insanlardan yabancılaşmalarına yol açar. İşgücü piyasasında yaşanan dışlanma, otistik bireyin emeğine yabancılaşmasını pekiştirirken, sosyal ağların zayıflığı da toplumsal yabancılaşmayı artırır.
3. Ortak Cephe: Nöroçeşitlilik Savunuculuğu ve Sınıf Mücadelesi
Nöroçeşitlilik savunuculuğu ve Marksist mücadele, baskının ve sömürünün farklı veçhelerini hedeflese de, temel prensiplerde güçlü bir şekilde kesişir:
- Baskıya Karşı Direniş ve Hak Mücadelesi: Her iki hareket de, toplumsal baskının ve eşitsizliğin (ekonomik, sosyal, nörolojik) karşısında durur. Marksistler işçi sınıfının sömürüye karşı haklarını savunurken, nöroçeşitlilik savunucuları da nörolojik azınlıkların ayrımcılığa ve pathologize edilmeye karşı haklarını savunur.
- Damgalama Karşıtlığı: Hem sınıf damgalaması (“tembel yoksul”, “işe yaramaz”) hem de nörolojik damgalama (“hasta otistik”, “bozuk”) egemen ideolojinin araçlarıdır. Her iki hareket de bu damgalamaya karşı çıkarak, bireylerin onurunu ve değerini savunur.
- Standardizasyona Meydan Okuma: Marksist mücadele, kapitalizmin insanı bir dişliye dönüştürme ve standardizasyon eğilimine karşı çıkar. Nöroçeşitlilik de, zihinlerin ve bedenlerin tek tipleştirilmesine karşı çıkarak, insan çeşitliliğinin bir zenginlik olduğunu savunur. Bu, insan doğasının özgürleşmesi için ortak bir direniş noktasıdır.
- Kamusal ve Kapsayıcı Hizmet Talebi: Her iki hareket de, sağlık, eğitim, bakım gibi temel hizmetlerin metalaşmasına karşı çıkarak, bunların kamusal, parasız, erişilebilir ve kapsayıcı olmasını talep eder. Bu, “klüjokrasi”nin (yamalı hizmet sistemi) eleştirisiyle de örtüşür; zira hizmetlerin parçalı ve piyasa temelli olması, eşitsizliği pekiştirir.
- Özerklik ve Kimlik: Marksistler, işçi sınıfının kendi kaderini tayin etmesini ve yabancılaşmadan kurtulmasını savunurken, nöroçeşitlilik hareketi de otistik bireylerin kendi otantik kimliklerini sahiplenmesini ve kendi sesleriyle konuşmasını savunur. Her iki durumda da, öznenin kendi kaderini belirleme hakkı esastır.
4. Sınıf Bilinci ve Nöroçeşitlilik Bilincinin Kesişimi
Otistik bireylerin yaşadığı zorlukların sadece bireysel biyolojik farklılıklardan değil, aynı zamanda kapitalist sistemin bu farklılıklara uyum sağlayamaması, hatta onları sömürme eğiliminden kaynaklandığının farkına varmak, bir tür sınıf bilinci ve nöroçeşitlilik bilinci geliştirilmesini sağlar. Bu bilinç, bireysel şikayetleri ve psikolojik sıkıntıları kolektif bir mücadeleye dönüştürmenin önünü açar. Robert Chapman’ın “Empire of Normality” gibi eserleri, nöroçeşitliliğin kapitalizmle olan ilişkisini merkeze alarak bu kesişimi güçlü bir şekilde ortaya koyar.
Sonuç: Toplumsal Dönüşüm ve İnsanlığın Çeşitliliğinin Kurtuluşu
Nöroçeşitlilik savunuculuğu, kapitalist sistemin insanı metalaştıran, standartlaştıran ve sömüren mekanizmalarına karşı verilen daha geniş sınıf mücadelesinin organik bir parçasıdır. Otistik bireylerin kendi özgün varoluş biçimleriyle, işçi sınıfının ve tüm ezilen (engelliler, kadınlar, azınlıklar) grupların kurtuluşu için verilen mücadeleye benzersiz katkılar sunabileceği bir gelecek, ancak kapitalist tahakkümün yıkılması ve sınıf farklılıklarının ortadan kalkmasıyla mümkün olacaktır.
Gerçek özgürleşme, tüm insanlığın çeşitliliğini kucaklayan, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumda gerçekleşecektir. Bu, sadece bir ekonomik dönüşüm değil, aynı zamanda insan ruhunun ve kolektif bilincin derinlemesine özgürleşmesidir.