“Neler Hissettiğini Bilmek İsterdim” Jungiyen Bir Bakış Mümkün Mü ?

Bu soru, sadece bilişsel bir anlama çabası değil, aynı zamanda Jungiyen psikolojinin derinliklerine işaret eden, görünmez bağlantılar kurma arzusudur. Bu dilek, bilinçdışının kapılarını aralayan, ruhun imgeleriyle ve gölgelerle yüzleşen bir arketipsel yolculuğa dönüşebilir.


Göremediğimiz Duygu Dünyası: Gölge, Persona ve Bireysel Dönüşüm

Her insan, dünyayı kendi bilinci, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışının lensinden algılar. Duygularımız, bu katmanlar arasında gidip gelen, kimi zaman anlaşılır, kimi zaman ise karanlıkta kalan imgeler gibidir. Otizm spektrumundaki bireyler için bu duygu dünyası, nörotipik çoğunluğun aşina olduğu Persona’nın (dışa takılan maske) ötesinde, daha doğrudan ve arketipsel bir deneyime işaret edebilir.

Dışarıdan “anlaşılamayan” veya “ifadesiz” görünen tepkilerin ardında, Jungiyen anlamda bir Gölge (kişinin bilinçli benliğinin kabul etmediği, bastırdığı veya fark etmediği yönleri) gizlenebilir. Bu Gölge, otistik bireyde, nörotipiklerin “normal” bulduğu sosyal etkileşim biçimlerine uyum sağlayamama olarak tezahür edebilirken, aslında yoğun bir duygu akışını veya farklı bir algı biçimini barındırabilir.

Aynı şekilde, otizmli bir çocuğa sahip ebeveynlerin, özellikle de çalışan annelerin, yüzeyde “güçlü” ve “fedakar” görünen Persona’larının ardında, çoğu zaman kimsenin bilmediği bir duygu okyanusu gizlenir. Bu, kendi içsel Gölge’leriyle (toplumsal beklentilerin dayattığı kusursuz annelik idealiyle çatışan yetersizlik, öfke, hayal kırıklığı gibi duygular) yüzleşmelerini gerektiren bir süreçtir. Bu, bir Bireyleşme sürecinin başlangıcı olabilir; kendi içsel bütünlüğünü bulma yolculuğu.


1. Otistik Bireyin Duygu Dünyası: Arketipsel Yoğunluk ve Sembolik İfade

Otistik bireylerin duygusal deneyimleri, Jungiyen bir bakış açısıyla, bilinçdışından yükselen arketipsel enerjilerin daha az filtrelenmiş, daha ham bir biçimde deneyimlenmesi olarak yorumlanabilir:

  • Duyguların Arketipsel Yoğunluğu: Duyguları aşırı yoğun deneyimleme, Jung’un Kolektif Bilinçdışı’ndan yükselen ilkel imgelerin ve enerjilerin daha doğrudan hissedilmesiyle ilişkilendirilebilir. Neşe, “Büyücü” arketipinin saf yaratıcılığına, öfke “Savaşçı” arketipinin yıkıcı gücüne dönüşebilir. Bu yoğunluk, Ego’nun (bilinçli benliğin) bu arketipsel enerjileri entegre etmede veya onlara anlam vermede zorlanmasıyla ortaya çıkar.
  • Duygu Düzenleme Zorlukları ve İfade Farklılıkları (Semptomdan Sembole): Duyguları tanıma ve ifade etmedeki güçlükler (aleksitimi), dilin ve Ego’nun sembolik dünyası ile Kolektif Bilinçdışının imgelerle dolu dünyası arasındaki bir boşluğa işaret edebilir. Bu durum, duyguların hissedilmediği anlamına gelmez; aksine, Jung’un sembolizm anlayışına göre, duygu başka yollarla (davranışlar, duyusal hassasiyetler) sembolik olarak dışa vurulur.
  • Stimming (Kendini Uyarma Davranışları) ve Oto-Regülasyon Ritüelleri: Sallanma, el çırpma gibi tekrarlayıcı davranışlar, sadece fizyolojik bir başa çıkma mekanizması değil, aynı zamanda içsel arketipsel kaosla başa çıkmak için geliştirilen bilinçdışı, oto-regülatif ritüeller olarak görülebilir. Bu “stimming”ler, bireyin iç dünyasındaki enerji akışını dengeleme, kaos karşısında bir düzen yaratma çabasıdır. Sanki beden, Jung’un “kendini düzenleyen sistem” ilkesi gibi, içsel fırtınayı yatıştırmak için bir dil yaratır.
  • Meltdown ve Shutdown: Entegre Edilemeyen Gölge: Duygusal aşırı yüklenme karşısında yaşanan meltdown veya shutdown durumları, Ego’nun (bilinçli benliğin) taşıyamadığı bir yükün, yani entez edilemeyen Gölge materyalinin dışavurumudur. Bu durumlar, bireyin dış dünyaya karşı Personasının çöktüğü, bastırılmış duyguların kontrolsüzce veya tamamen içe kapanarak kendini gösterdiği anlardır.
  • Empati Miti ve Kolektif Gölge: Otistik bireylerin empatiden yoksun olduğu miti, Jungiyen bir bakışla, toplumun kendi Gölge’sini (duyarsızlık, farklı olana karşı tahammülsüzlük) yansıtmasıdır. Otistik bireylerin empatisi farklı şekillerde tezahür etse de (örneğin, acıyı aşırı yoğun hissetme, ancak sosyal ipuçlarını yorumlayamama), nörotipik beklentilere uymadığında “empati yoksunluğu” olarak yanlış yorumlanır. Aslında burada, iki farklı Kolektif Bilinçdışı deneyiminin (nörotipik ve otistik) birbirini anlama çabası vardır.

2. Bakım Veren Annelerin Duygu Dünyası: Arketipsel Annelik ve İçsel Gölge ile Yüzleşme

Otizmli çocuklara sahip annelerin duygusal yükü, sadece kişisel bir deneyim değil, aynı zamanda “Arketipsel Annelik”in (Great Mother Archetype) zorlu bir tezahürüdür. Bu annelerin dışarıdan “güçlü” görünen Personalarının ardında, kendi içsel Gölge’leriyle ve Kolektif Bilinçdışının imgeleriyle yüzleşmeleri yatar:

  • Derin Sevgi ve Bağlılık (Büyük Anne Arketipi): Çocuklarına duydukları koşulsuz sevgi, Büyük Anne Arketipi’nin (bakım veren, koruyucu, besleyici güç) güçlü bir ifadesidir. Bu arketipsel enerji, tüm zorluklara rağmen anneleri ayakta tutar.
  • Kronik Kaygı ve Korku (Puer/Puella Aeternus’un Gölgesi): Çocuğun geleceği, topluma uyumu gibi kaygılar, annelerin kendi puer/puella aeternus (ebedi çocuk/genç) arketipine dair içsel korkularını yansıtabilir. Çocuğun “olgunlaşamama” veya “bireyleşememe” potansiyeli, annenin kendi içsel olgunlaşma ve ayrışma sürecini de tetikler. Bu, annenin kendi içsel çocuğuna duyduğu korkunun da bir yansıması olabilir.
  • Tükenmişlik ve Yalnızlık (Gölge Yükü): Fiziksel ve duygusal bakım yükü, anneleri kendi Gölge’leriyle(yetersizlik, öfke, çaresizlik) yüzleşmeye zorlar. Toplumsal destek eksikliği, bu Gölge yükünü daha da ağırlaştırır ve bireyleşme sürecini zorlaştırır.
  • Suçluluk ve Değersizlik (Kolektif Bilinçdışının Baskısı): Toplumun “mükemmel anne” imgesi ve kendi içsel mükemmeliyetçi beklentileri, anneleri kendi Gölge’leriyle (hatalar, yetersizlikler) yüzleşmeye zorlar. Bu, annenin kendi “animus” veya “anima” (bilinçdışı karşıt cinsiyet figürü) ile olan ilişkisini ve kendi içsel eleştirel seslerini de etkileyebilir.
  • Hayal Kırıklığı ve Yas (İncelmemiş Kompleksler): “Normal” çocuk beklentisinin yası, annenin kişisel bilinçdışında yer alan incelenmemiş komplekslerle (beklentiler, kayıplar, idealler) bağlantılıdır. Bu yas, koşulsuz sevgiyle bir arada var olabilen karmaşık bir duygudur ve annelerin kendi bilinçdışlarındaki bu zıt duyguları entegre etmeleri zordur.
  • Öfke ve Kırgınlık (Bastırılmış Gölge Enerjisi): Sistemin yetersizliğine, toplumun yargılarına karşı hissedilen bastırılmış öfke ve kırgınlık, açığa çıkmadığında annenin kendi Gölge’sini besler ve içe dönerek depresyon veya fiziksel semptomlara yol açabilir.

3. Anlamanın Ötesinde Ne Var? Empati, Arketipsel Bağlantı ve Bireyleşme

“Neler hissettiğini bilmek isterdim” dileği, Jungiyen bir perspektifle, sadece empatiye değil, aynı zamanda Kolektif Bilinçdışı düzeyinde bir bağlantı kurma arayışına işaret eder. Jung’un dediği gibi, “Hiçbir insan kendisini tam olarak bir başkasının yerine koyamaz,” ancak bu, bizim arketipsel bağlar kuramayacağımız anlamına gelmez.

  • Sözsüz İletişimi Anlamak (Sembollerin Dili): Duygusal durumları anlamak için sadece kelimelere değil, otistik bireyin beden diline, stimming gibi ritüelistik davranışlarına, duyusal tepkilerine ve enerji değişimlerine dikkat etmek, sembollerin dilini okumaktır. Bu, Ego’nun bilincinin ötesinde, Kolektif Bilinçdışından yükselen imgeleri ve anlamları yakalamaya çalışmaktır.
  • Dinlemek ve Alan Açmak (Anima/Animus ve Gölgeyle Çalışma): Yargılamadan dinlemek, duygusal ifadeleri (farklı olsa bile) kabul etmek ve bireyin kendini güvende hissederek ifade edebileceği bir alan yaratmak, hem otistik bireyin hem de bakım verenin kendi Gölge’leriyle (kabul edilmeyen, bastırılan yanlarıyla) güvenli bir şekilde yüzleşmesine olanak tanır.
  • Kabul ve Doğrulama (Kendilikle Bağlantı): Duyguları tam olarak “hissetmesek” bile, onların varlığını kabul etmek ve geçerliliğini doğrulamak, bireyin kendi Kendilik’iyle (Jung’un nihai bütünlük ve anlam arketipi) bağlantı kurmasına yardımcı olur. “Görüyorum ki bu senin için zorlayıcı” demek, bireyin kendi içsel gerçekliğine saygı duymak ve onu doğrulamaktır.
  • Kendi Deneyimine Güvenmek (Bireyleşme Yolculuğu): Bir otistik bireyin veya bakım veren annenin kendi duygusal deneyimlerini tanımlama hakkına saygı duymak, onların kendi bireyleşme süreçlerindeotonomilerini kazanmalarına destek olmaktır. Onların kendi içsel rehberliklerine güvenmeleri esastır.

Sonuç olarak, “Neler hissettiğini bilmek isterdim” dileği, Jungiyen bir bakış açısıyla, sadece kişisel bir merak değil, aynı zamanda arketipsel bağlar kurma, Gölge’lerle yüzleşme ve bireyleşme yolculuğuna çıkma arzusudur. Bu dileği, sadece otistik bireyler ve bakım veren anneler için değil, toplumun tüm farklı kesimleri için bir başlangıç noktası haline getirmek, Kolektif Bilinçdışımızın daha derin katmanlarını anlamamızı, kendi Gölge’lerimizle yüzleşmemizi ve daha bütüncül, empatik ve kapsayıcı bir dünya inşa etmemizi sağlar. Bu duygu dünyasına yapılan yolculuk, bizi sadece “onları” değil, “bizim” kendimizi ve insanlık olarak paylaştığımız arketipsel kırılganlıkları ve dönüşüm potansiyellerini de daha iyi anlamamızı sağlar.