Deli Saraydan Kaçınca: İsviçreli Hekimin Gözünden Hitler Denen O Meczup

Yazan: Jungish

Bu ecnebi ruh hekimlerinin işine akıl sır ermez. Bizim bildiğimiz delinin tarifi basittir: aklını yitirmiş, sağı solu belli olmayan, ya tımarhaneye ya da sokağa düşmüş bir zavallı… Lakin İsviçreli o meşhur hekim Carl Jung Efendi, bu delilik meselesini almış, öyle bir evirip çevirmiş ki, ortaya çıkan manzara hem insanın kanını donduruyor hem de “Acaba?” dedirtiyor.

Geçen gün bu hekimin, o bıyıklı, bütün dünyayı ateşe veren Almanların reisi Hitler hakkında söylediklerini okudum. Jung’a göre Hitler, tek başına bir deli değilmiş. O, bütün bir milletin aklını kaçırmasının ete kemiğe bürünmüş, avaz avaz bağıran haliymiş!

“Bu ne biçim laf?” demeyin, gelin size bu akıl almaz fikri, bizim bildiğimiz dilden bir anlatayım.

Bir Milletin Rüyası Bir Adama Sığar mı?

Jung Efendi diyor ki: “İnsanlığın, ta en başından beri, ruhunun derinliklerinde biriktirdiği bazı ‘kalıplar’ vardır.” Tıpkı her evde bir sandalye, bir masa olması gibi, her insanın ruhunda da bir “kahraman” kalıbı, bir “ana” kalıbı, bir de “deli” yahut “meczup” kalıbı bulunurmuş.

Bu “deli” kalıbı, genellikle ruhumuzun en karanlık, en tekinsiz mahzeninde zincire vurulmuş halde durur. Lakin bir millet, harpte yenilmiş, gururu kırılmış, parası pul olmuş, aç biilaç kalmışsa, o vakit o milletin ortak ruhundaki o mahzenin kapısı gıcırdamaya başlarmış. O zincire vurulmuş “deli”, zincirlerini şangırdatır, dışarı çıkmak için ulurmuş.

İşte Hitler, diyor Jung, tam o anda sahneye çıkmıştır. O, Almanya’nın o ortak, o kolektif ruhunun mahzeninden kaçan o delinin ta kendisiydi!

Hitler: Bir Adam mı, Bir Gramofon Hunisi mi?

İşin en acayip kısmı da burası. Jung’a göre, Hitler’in şahsında öyle pek bir marifet, pek bir akıl, pek bir kuvvet yoktu. O, bomboş bir adamdı. Lakin marifeti, o boşluğunu bir gramofon hunisi gibi kullanmasındaydı.

Tasavvur edin: Bütün Alman milletinin ruhunda biriken o hınç, o aşağılanmışlık, o “her şeyi yakıp yıkma” arzusu, bir fısıltı halinde dolanıyordu. Hitler, o milyonlarca fısıltıyı kendi boş ruhuna çekti ve o gramofon hunisinden dışarı, bütün dünyanın duyacağı bir çığlık olarak haykırdı!

Yani o meşhur nutuklarında bağıran, aslında Hitler’in kendisi değildi. O, yetmiş milyon Alman’ın bilinçaltıydı! İnsanlar ona baktıklarında bir lider değil, kendi en karanlık arzularının, en vahşi hayallerinin canlı kanlı bir yansımasını görüyorlardı. Bu yüzden ona bir insan gibi değil, sanki bir ilah, bir kurtarıcı gibi taptılar. Bir adam, bütün bir milletin cinneti tarafından “ele geçirilmişti”.

Peki, Bu Kıssadan Bizim Çıkaracağımız Hisse Nedir?

Bu İsviçreli hekimin lafları pek derin, pek de korkutucu. Lakin insan düşünmeden edemiyor: Bu şimdi bir mazeret midir?

Yarın öbür gün, bizim mahallenin en arsız kabadayısı ortalığı birbirine katsa, sonra da yakalanınca, “Ne yapayım efendim, mahalle ahalisinin birikmiş hiddeti benim üzerimden tecelli etti, ben sadece bir aracıyım!” mı diyecek? Suç, her zaman şahsidir. Delilik bile olsa, faturası o deliye kesilir.

Lakin Jung Efendi’nin bu uyarısı da kulağımıza küpe olmalı. Bir toplum, kendi karanlığını, kendi “gölgesini”, kendi içindeki o “deliyi” yok sayar, onu mahzene kilitleyip üstüne de “Biz pek medeniyiz” diye kireç çekerse, o deli bir gün o kapıyı kırar. Ve dışarı çıktığında, kendine öyle bir sözcü, öyle bir avaz bulur ki, sesi bütün dünyayı sağır eder.

Velhasıl kelam, bu “Deli” kalıbı sadece Almanların mahzeninde değil, hepimizin içinde bir yerlerde pusuda bekliyor. Mesele, o deliyi yok saymak değil, onun varlığını bilip, aklın ve vicdanın zincirini elden asla bırakmamaktır. Yoksa Allah muhafaza, her mahalleden bir Hitler çıkması işten bile değildir!