Komşunun Buzdan Devi ve Bizim Evin Sobası: Vikinglerin Tanrısı Nasıl Emekli Oldu?

Yazan: Jungish

İnsan şu eski defterleri karıştırdıkça, ecdadımızın ne acayip evhamlara, ne tuhaf inançlara sahip olduğuna şaşıp kalıyor. Geçen gün elime yine o kuzeyin buz gibi memleketlerinin, o gemileriyle bir vakitler bizim İstanbul’un bile kapısına dayanmış o Viking denilen yağmacı güruhunun din kitabı geçti. Kitap demeye bin şahit ister ya, hepsi derme çatma masallar, hepsi birer uydurma senaryo!

“Bu adamlar neye tapar, neye inanırlardı?” diye merak ettim. Okudukça gördüm ki, onların tanrıları bile kendileri gibi kavgacı, hırslı, sağı solu belli olmayan birer mahalle kabadayısıymış. Lakin asıl mesele şu: Bu koca koca inançlar nasıl peyda oldu da, sonra sanki bir sabun köpüğü gibi sönüp gitti? Gelin size bu masalın en başını ve en sonunu, bizim anlayacağımız dilden bir anlatayım.

Her Şey Bir Sis ve Bir Ateşle Başladı…

Şimdi bu Vikinglerin hesabına göre, en başta, en en en başta, ne dünya varmış ne de insan. Bir yanda zifiri karanlık ve buzdan ibaret bir sis diyarı, öte yanda ise alev alev yanan, ateşten bir memleket…

Bu ateş diyarıyla bu buz diyarı arasında da Ginnungagap dedikleri, dipsiz, anlamsız, bomboş bir uçurum… Bir gün ne olmuşsa olmuş, o ateş diyarından kopan kıvılcımlar, o buz memleketinin buzullarını eritmeye başlamış. O eriyen damlalardan da, kâinatın ilk mahluku, Ymir isminde azman bir buz devi peyda oluvermiş!

Bu lafı duyunca aklıma bizim evin o eski, isli sobası geldi. Kışın sobayı bir yakarız, camlardaki o buğulu buzlar erimeye, aşağı doğru süzülmeye başlar. Sanki o camdaki her bir damladan küçük bir canavar doğacakmış gibi… Bu kuzeylilerin hayal gücü de anca bu kadar işte! Bütün kâinatı, bir buz kütlesinin erimesine bağlamışlar.

Devin Cesedinden Kâinat Yaratmak

Sonra ne olmuş? Bu Ymir denilen dev uyurken, koltuk altından terlemiş de, o terden başka devler türemiş. Velhasıl ortalık bir anda bir devler panayırına dönmüş. Sonra o ilk eriyen buzlardan bir de inek çıkmış. Bu inek, tuzlu buzları yalaya yalaya, o buzların içinden ilk tanrıyı, Buri’yi çıkarmış.

Sonra bu tanrının torunları, yani bizim bildiğimiz o meşhur Odin ve kardeşleri, bu ilk dev olan Ymir’e gıcık kapıp, onu bir güzel haklamışlar! Devin kanından denizler ve okyanuslar, etinden toprak, kemiklerinden dağlar, kafatasından da gökyüzünü yaratmışlar. Beynini de bulut diye göğe savurmuşlar!

Bu ne vahşet, bu ne canavarlık efendim! Adamlar, bütün kâinatı bir cinayetin üstüne kurmuşlar. Bütün o taptıkları, o dua ettikleri dağlar, taşlar, denizler… hepsi bir zavallı devin ölüsünden ibaret! Bizim kasap Veli Efendi bile kurbanı kesince bu kadarını yapmıyor.

Peki, Bu Kanlı Masal Nasıl Bitti?

Bu Vikingler, bu kanlı, kavgacı tanrılarına yüzyıllarca inanmışlar. Lakin sonra ne olmuş? Güneyden, daha medeni memleketlerden yeni fikirler, yeni dinler gelmeye başlamış. Özellikle de o tek tanrılı, daha sakin, daha affedici Hristiyanlık…

Düşünün bir kere… Bir yanda size sürekli “Savaş, yağmala, ölürsen Valhalla’da şarap içersin!” diyen, elinde mızrak bekleyen Odin var. Öte yanda ise “Komşunu sev, affet, diğer yanağını çevir” diyen, daha munis, daha babacan bir Tanrı…

Ticaretle, seyahatle bu yeni fikirleri duyan Vikingler, yavaş yavaş düşünmeye başlamış: “Yahu, bu bizim tanrılar pek bir yorucu. Sürekli kavga, sürekli gürültü… Öteki daha rahat galiba.” Eskiden her fırtınayı “Thor çekicini sallıyor!” diye açıklarlarken, yeni gelen papazlar onlara daha mantıklı, daha bütüncül cevaplar vermeye başlamış.

En sonunda, o koca koca krallar bile bakmışlar ki bütün Avrupa Hristiyan olmuş, kendileri o eski puta tapan yamyamlar gibi ortada kalmışlar. Demişler ki, “Bizim de bu medeniyet trenine bir binmemiz lazım.” Böylece, o eski tanrılar Odin, Thor, Freya… hepsi yavaş yavaş unutulmuş, heykelleri kırılmış, yerlerini kiliseler ve haçlar almış. O koca inanç, sanki hiç yaşanmamış gibi, sadece şairlerin ve masalcıların dilinde kalmış.

Velhasıl kelam, bu kıssadan çıkan hisse şudur azizim: İnançlar bile, insanlar gibidir. Doğarlar, büyürler, zamanın getirdiği yeni şartlara, yeni fikirlere ayak uyduramazlarsa, yaşlanıp ölürler. Bir zamanların en korkulan tanrısı, bir başka zamanın çocuk masalı olur.

Kim bilir, belki beş yüz sene sonra da bizim torunlarımız, bizim bugünkü inançlarımızı, bizim bu Viking masallarına baktığımız gibi, bir tebessümle okuyup, “Vah vah, ne acayip şeylere inanırlarmış şu bizim antika dedelerimiz!” derler. Ne dersiniz?