Kabul Aranmaz, Varoluş Beyan Edilir: Otizmin İlişkisel Özgürlüğü

Farklılığın Değeri: Sevgi, Artık Onaylanma Mücadelesi Değil

Yazar: Jungish

(Onaylanma Açlığı ve Kırılgan Bedenin Kendini Kabulü)


Aziz İnsanlar, Ey Koşulsuz Bağ Arayanlar!

Şimdi size, engelli ve otizmli bireylerin ilişkilerindeki en büyük paradoksu, “Sevginin, kabul edilme ihtiyacının bir yansıması olmaktan çıkışı” tezini sunacağım. Sağlamcı toplumun sürekli olarak “Normal olursan sevilirsin” diye fısıldadığı bir dünyada, gerçek sevgi, bu yalanın tam karşısında durur.

I. Gündelik Hayatta “Kabul Edilme” Zinciri (Sağlamcılık Perspektifi)

Otizmli veya engelli bireyin ilişkileri, dış dünyanın yargıları yüzünden sürekli bir sınav altındadır. Sevgi, genellikle bir performans veya telafi mekanizması haline gelir:

  1. “Uyumlu Olduğum İçin Değerliyim” Yanılgısı:
    • Örnek: Otizmli bir genç, sosyal ortamlarda aşırı maskeleme (masking) yapar. Kendi duyusal hassasiyetlerini ve doğal iletişim ritmini bastırır. Neden? Sevdiği kişinin (partnerin, ebeveynin) onu “uyumlu” olduğu sürece kabul edeceğine inanır. Bu, koşulsuz sevgi değil, bir performansa dayalı anlaşmadır. Birey, kendi ruhunu onay için satar.
  2. Bağımlılık ve Kontrol: Engelli bir partner, kendi hayatındaki kontrol kaybını (finansal, fiziksel) telafi etmek için, partnerini aşırı kıskançlıkla veya duygusal şantajla kontrol etmeye kalkışabilir. Bu kontrolün ardında sevgi değil, terk edilme korkusu ve “Ben bu halimle yetersizim, bu yüzden seni tutmalıyım” kaygısı yatar. Bu, partneri kendi boşluğunu doldurmaya zorlamaktır.

II. Özgürlüğe Geçiş: Bedenin İhanetini Affetmek

Gerçek sevgi, bu bağımlılık zincirini kırmakla başlar. Bu, bireyin kendi farklılığını bir kusur değil, bir varoluş biçimi olarak görme sürecidir.

  1. Kendi Varoluşunu Onaylamak: Özgürleşmenin ilk adımı, içsel bütünlüğü kazanmaktır. Engelli birey, “Benim duyusal farklılığım, benim konuşma biçimim, benim ritmim, beni eksik değil, eşsiz yapar” bilgisini içselleştirdiğinde, dışarıdan gelen onaylanma açlığı sona erer. Artık sevgi, eksikliği giderme aracı olmaktan çıkar.
  2. Bedenin Kabulü: Engelli birey, sıkça “sakat” veya “hata” olarak algılanan bedeniyle barışır. Beden bilinciyle (Woodman’ın tezi) derin bir bağ kurar. Beden, artık utanç kaynağı değil, kendi bilgeliğini taşıyan bir tapınaktır. Bu kabul, partnerden “Beni düzelt!” beklentisini sona erdirir.
  3. İradenin Ortaklığı (Koşulsuz Bağ): Gerçek sevgi, partneri düzeltmeye veya uyumlu olmaya zorlamak yerine, onun otantik farklılığını olduğu gibi desteklemektir. Bu, iki özgür ruhun, korkusuzca ve koşulsuz bir şekilde bir araya gelmesidir.

Sonuç: Sevgi, engelli bireyin hayatında bir telafi mekanizması olarak işlediği sürece, o birey daima yalnız kalacaktır. Gerçek ve otantik sevgi, toplumun “normal” olma şartını reddettiğimizde ve hem kendimize hem de partnerimize farklılıklarımızla birlikte “Var Ol!” deme cesaretini gösterdiğimizde başlar.