Jungiyenler İdealist midir? Rüyalarımızdaki Nazi Katilini Görmezden Gelmenin Asıl Bedeli

Jungiyen psikolojinin eleştirmenleri, sıklıkla iç dünyaya odaklanıldığı için bu yaklaşımın “idealist,” “karmaşık mistisizmle dolu” veya “gerçek hayata kayıtsız” olduğunu iddia eder. Bu eleştiriler, bireysel sorunları dışsal baskılar yerine içsel dinamiklere atfetmenin, adeta “gerçek dünyadan kaçış” (cop-out) olduğunu öne sürer.

Ancak Jungiyen perspektiften bakıldığında, asıl tehlike ve asıl kaçış, tam da bu içsel karanlığı görmezden gelmekte yatar.

İşte Jungiyen analizin, rüyalarımızdaki “Nazi katili” imgesine neden bu kadar odaklandığı ve bu yüzleşmenin neden hayati önem taşıdığı:

1. Dışsal Perseküsyon Yerine İçsel Gölgeye Odaklanma

Jungiyenler, bireyin sorunlarını dış dünyaya değil, kendine çevirdiği için eleştirilir; sanki dış dünyadaki zulüm ve baskı göz ardı ediliyormuş gibi.

Oysa kaynaklar bu eleştirinin tam aksini savunur: Asıl kaçış, rüyalarımızdaki Nazi katilini görmezden gelmektir. Bu, bireyin kendi içsel despotizmini ve yıkıcı potansiyelini kabul etmeyi reddetmesi anlamına gelir.

Güncel Örnek:

Patriyarkal sistemin kızları olan kadınlar, iş dünyasında veya politikada özgürlükleri için savaşabilirler, ancak bu kamusal zaferler, özel dünya zincirler içinde olduğu sürece sadece yara bandıdır. Rüya görme bilincine sahip olmayan bir kişi, dışarıdaki bir düşmana (örneğin kocasından, patronundan) gelen eleştirileri yansıtırken, kendi içindeki eleştirel animus‘un (içsel eril) zalimliğini görmezden gelir. Bu içsel zulüm, tıpkı rüyalarda görülen tecavüze uğramış ve öldürülmüş küçük kız çocukları gibi imgelerle kendini gösterir.

2. Rüyadaki Nazi: Tarihin Tekrar Zorlantısı

Rüyadaki Nazi figürü, sadece bireyin kişisel gölgesini değil, aynı zamanda kolektif bilinçdışının tehlikeli ve otonom arketipsel güçlerini temsil eder.

  • İçsel Tiranlık: Kendi gölgemizle yüzleşmeye cesaret edenler, Nazilerin var olduğunu, kendi evlerimizde masumları toplama kamplarına attığını ve kendi pencerelerimizdeki dikenli telleri korumak için kan döktüğünü bilirler. Bu, kişinin duygusal kalbini ayırıp atmasına ve içsel bir tiranın kurbanı haline gelmesine yol açan otoriteryan komplekstir.
  • Kolektif Katastrof: Jung, arşa çıkan sembollerin solduğu ve en yüksek değerlerin bilinçdışına düştüğü çağımızda, ruhsal varoluşumuzun tehlike altında olduğunu belirtir. Tarih, bir ulusun arkaik bir sembolü canlandırdığını ve bunun bireylerin hayatlarını feci bir şekilde etkilediğini gösterir.
  • Wotan’ın Gölgesi: Örneğin, Nasyonal Sosyalizm (Nazizm) fenomeninin psikolojik vaftiz babası olan Wotanizm, atavistik, bilinçdışı bir ruhun (Wotan’ın) yansımasıdır ve bozulmayı en düşük seviyeye taşımıştır. 12 Eylül sonrası Türkiye’de ise, kolektif hafızadaki travmalar, “iç düşmanlarla mücadele” söylemlerini aktive etmiş, sol ise “milli birliği tehdit eden öteki” olarak kodlanmıştır.

Bu nedenle, rüyadaki Nazi, dışsal bir kurgu değil, bilinçdışının kolektif olarak taşıdığı, yıkıcı enerjinin bir yüzüdür.

3. İdealizmden Uzak, Sorumlulukla Gelen Tedavi

Jungiyen psikoloji, bu arketipsel figürlerin büyüleyici etkisine kapılmanın en büyük tehlike olduğunu savunur. Rüyaları sadece “bireysel, öznel hayal ürünü” olarak görmek, dışsal koşulların gerçek tehlikeye sadece vesile olduğunu unutmaktır.

Jungiyenlerin sözde “idealizmi”, aslında şu kritik adımları atmayı gerektirir:

  1. Gölgeyle Yüzleşme: İnsanın kendi gölgesiyle karşılaşması, derin kuyuya inen herkesin kaçınılmaz olarak deneyimleyeceği, dar bir geçit ve acı veren bir sıkışmadır. Ancak bu yüzleşme sayesinde, psikozun belirtilerini üreten arketiplerin otonom güçleri kontrol altına alınabilir.
  2. Sistemle Sorumluluk Alma: Kendi rüyalarındaki Nazi hapishanesinden dişilliğini özgürleştirmek için özenle çalışan erkek ve kadınlar, bu sorumluluğu dış kültüre taşımaya karşı daha duyarlı hale gelirler. Aksi takdirde, kendi bilinçsiz işbirlikleri nedeniyle bürokrasinin veya kendi komplekslerinin kurbanı olmaya devam ederler.
  3. İçsel Entegrasyon: Gerçek dönüşüm, bastırılanın bilinçdışına itilmesiyle değil, bilincin karanlığın farkına varmasıyla gerçekleşir. Türkiye’nin de eskinin soğuk kontrolü veya yeni politik yapının’nin duygusal intikamı arasında sıkışıp kalmaktan kurtulması için aklın ruhla barıştığı yeni bir psikolojik olgunluk düzeyine ulaşması gerekir.

Sonuç olarak, rüyadaki Nazi’yi ciddiye almak, sözde idealizmden çok uzaktır. Bu, kişisel ve kolektif travmanın anlamını bularak, tekrar zorlantısı döngüsünü kırmak için gereken pratik, psikolojik bir eylemdir. Jungiyenler, bu içsel çalışmanın nihayetinde “vatandaş değil, bireyin konuştuğu; inancın değil, anlamın belirleyici olduğu” yeni bir toplumsal olgunluk düzeyini mümkün kılacağına inanır.