‘Demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu’ kimin?… – Canan Koçak

Peygamberin Son Beş GünüTahsin Yücel, “Peygamberin Son Beş Günü” isimli romanında, Rahmi Sönmez ve Fehmi Gülmez adlı, Üsküdarlı iki eski arkadaşı konu edinir. Lise ve üniversite yıllarında tanıştıkları yazın ve sanat hayatı, fikirlerinin ayrışmasına sebep olur ve her zaman birbirini bütünler durumda olan bu iki arkadaş, farklı düşünceler sebebiyle ayrılır. Üstüne üstlük bir de aynı kıza yani Feride?ye aşık oluşları ve Feride’nin Rahmi’yi seçmiş olması ipleri daha da gerer.

Rahmi “peygamber” takma adıyla, şiirle uğraşarak, devrimci ve Marksist bir kimliği seçerken, Fehmi önce arkadaşına destek olmaya çalışır, fakat en sonunda Rahmi ve Feride gibi komünist olmak yerine kapitalistliği seçer. Rahmi ve Feride hayatlarını birleştirdikten kısa bir süre sonra Feride hastalanarak ölür ve geride küçük bir bebek bırakır. Rahmi önce kızını, ardından torununu iyi bir devrimci gibi yetiştirmeye çalışır, fakat sonunda her ikisinde de beklediği sonuçları göremez. Bilinmeyeni göğüslemeye çalışırken, aslında göğüsleyemediği tek şey kendisidir.

Tahsin Yücel’in usta bir dille anlattığı komünist karakter Rahmi Sönmez, romanın yazıldığı 1992 yılından beri çoğu kez “bir devrimci komünist böyle mi olur?” tartışmasına sebep olmuştur.

Kendisiyle “Golyan Devrimi” kitabı hakkında yapılan bir röportaj sırasında, “Özellikle karşı ütopya kurmayı tercih etmemişsiniz fakat böyle yazmanın belli olanaklar sağladığını düşünüyor musunuz?” sorusuna, “Daha rahat oluyorsunuz. Politik korku nedeniyle değil ama daha rahat oluyorsunuz, çünkü hayal gücünü daha iyi çalıştırıyorsunuz. Bizde bence yanlış bir şey var. Edebiyat bir yerde sürekli gerçeğe gönderir ama edebiyatın gerçeğin kopyası olması gerekmiyor. Bir toplumsal olayı anlatıyorsanız onun illa o toplumu anlatması gerekmez. “Peygamberin Son Beş Günü”nü düşünelim. Kitap hakkında olumlu ve olumsuz pek çok şey yazıldı. Olumsuz yazanların birçoğu “böyle solcu olmaz” dedi. ?Bu yanlış bir solcu şair tipi çiziyor? dediler. Ben onu tip diye anlatmıyorum, kişi olarak anlatıyorum. Birçok insan, roman kahramanı bir tip olmalı, bütün bir grubu temsil etmeli, diye düşünüyor. Diğer yazarlara bakın, böyle bir şey yok. Dostoyevski bir deli tipi anlatırken bütün delileri yansıtacak bir deli anlatmaz. Hep bunda kalırsak, özgün bir şey yaratamayız. Ben farklı bir kişi yarattım, peygamber, farklı biri, solcular da aralarına almıyorlar?” (06.10.2008 Sol gazetesi- Sanat Cephesi röportajı-Filiz Ateş) demiştir.

Yazar, her ne kadar tip olarak anlatmadım, birey olarak anlattım diyerek ifade etse de, ?devrimci? Rahmi Sönmez karakteri ile, özellikle 60 ve sonrası devrimcilerini karikatürize ettiğini göstermiştir. ?Devrimciliğini? Beyoğlu meyhanelerinde attığı nutuklarla ispatladığını düşünen, ilkel insanların geleceklerini cennette, sıradan insanların çocuklarında, gelişmiş insanların kendi ellerinde, dünyanın en gelişmiş insanlarınınsa yeni bir düzende gördüklerini, bir peygamber edasıyla yoldaşlarına anlatırken, bu inançlı çıkışlarıyla peygamber lakabını kazanan, yarım yüzyıllık ?devrimci? hayatını taçlandırmayı hapislikle eşdeğer gören, solcu arkadaşları tarafından ?ajan provokatör? diye itelenen Rahmi Sönmez?in, sistemi değiştirmekten öte tek hedefi, biran önce içine girmeyi düşlediği tabutluklar olmuştur. İster istemez okuyucuya ?bütün devrimciler böyle mi?? sorusunu sorduran yazar, kendi müebbetini yaratan Rahmi karakteri ile doyurucu bir cevap verememiştir. O müebbetten çıkışı ise bilincini yitirip kendini yok etme noktasına vardığı için, hiç kuşkusuz bir ömür mücadelesini verdiği tüm değerleri alt üst etmiştir.

“Tarih sürekli bir evrim süreci olarak tanımlandığına, dolayısıyla, Nazımın dediği gibi kişi ölen babasından ileri, doğacak çocuğundan geri olduğuna göre bu işte bir yanlışlık olduğu kesindi.”(sh.76)
Kuşkusuz kimse sadece ailesinin istediği ve yönlendirdiği fikirler doğrultusunda ilerleyip, gelişmiyor. Fakat Rahmi Sönmez?in dönüştürmeyi, kısaca kendi fikirlerine yönlendirmeyi bir türlü beceremediği kızının yaptıkları biraz abartılı olmakla birlikte, okuyucuyu bu kadarı da olmaz noktasına getiriyor. Rahmi Sönmez’in kızı Feride, önce babasıyla yaşamakta olduğu sade hayatını, zengin ve kendinden epey büyük bir iş adamının metresi olarak terk ediyor. Sonrasında dünyaya getirdiği oğlunu babasına bırakarak başka bir adamla Amerika’ya kaçıyor. Büyük umutlar yüklediği, emek verip büyüttüğü, “devrimci” diye tutuklanan serseri, çeteci, hatta banka soyguncusu torunu ise onu çok şaşırtsa da, sonuç değişmiyor. Rahmi Sönmez kendi çevresinde durmadan dönüyor. E tabi okuyucu da yazara “bu basiretsizlik neden?”diye soruyor.

Hayali bir devrim için yola çıkan Rahmi Sönmez, yolculuğu boyunca karşılaştığı karakterleri garipsiyor ve tüm bu gördüğü insanlar, kendi dünyasından değilmiş gibi davranıyor. ?Ufak tefek, eğri büğrü, kavruk bedenler, incecik boyunlar üzerinde, sakalları, bıyıkları uzamış, soluk, donuk, çarpık, hasta yüzler gördü, iliklerine dek ürperdi: kokuyu, kiri, çirkinliği ve düşkünlüğü tek bir görüntüde birleştiren maskeler geçirmişlerdi sanki insanların üzerine. Onlarda, maskelerin altında, büyük bir yıkımdan, örneğin bir zelzeleden çıkmış gibi bir izlenim uyandırıyorlardı.?(sh.255) Kahrolduğu, küfrettiği insanlarda ki bu gerçeklik, kapitalizmin yıkıcılığından habersiz yaşayan ?devrimcimizin? kendi uyurgezerliğinin de bir ispatı oluyor. Ve ister istemez okuyucu yazara soruyor ?ne zamandan beri insanlığa yabancılaşanlara devrimci deniyor??

Canan Koçak

Peygamberin Son Beş Günü
Yazar: Tahsin Yücel
Yayınevi: Can Yayınları
312 sayfa, Baskı Tarihi: 1999

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Küba Devrimi’nin Sorumluluğu – Raul Castro Ruz

Next Story

Elias Petropoulos Nam Adem – Prof. Dr. M. Şehmus Güzel

Latest from Canan Koçak

Go toTop