İnsana ‘Kendine gel!’ diyen kedi – Elif Kutlu

Avcı toplayıcılık, tarım ürünlerinin depolanmasıyla birlikte sona erecekken tahıl ambarlarını farelerden kurtaran kediler sayesinde tarım devrimi gerçekleşiyor. “Kediler sustuğu için” insanlık tarihi bunları çok farklı bir şekilde yansıtsa da kediler aracılığıyla tarım devrimi olmasaydı, Marx’ın artı değeri yazamayacağı hatta insanın aya ayak basamayacağı ihtimali de yok değil.

Gündüz Vassaf, 2009 yılında “İstanbul’un 100 Kedisi” isimli bir köşe yazısı yazmıştı. Özelleştirmeleri eleştirip, devletin borçlarından, işsizlikten ve nasıl para kazanılacağından dem vururken aklına gelen “çılgın projeyi” okurlarıyla paylaşmıştı. Yatırımsız kapitalizm bu proje aracılığıyla, İstanbul’da bolca bulunan kedilerden para kazandıracaktı. Kedilerin bireyselleştirilmesinden yarışmalara, reklamlardan kedileri isimlendirmeye, İstanbul’un kedi turizmi şehri haline gelmesinden kedileri meşhurlaştırmaya varan ve yeni yarışmalara kapı aralayan bir projeydi bu. Kamu özelleştirmelerinden elde bir şey kalmayınca kedileri pazarlama yoluna gidilen süreçte bu projenin bile özelleştirilmesine kadar varacaktı konu. Vassaf, muktedirin yapıp etmelerine eleştirisini kediler aracılığıyla dile getirmişti.

2009’da yazılan yazının üstünden uzun bir zaman ve iki yıllık bir araştırma süreci geçtikten sonra bu proje 5-10 sayfalık kısa bir hikaye olacakken İstanbul’da Kedi adıyla raflarda yerini aldı. Kitap, sadece bu projenin onca sayfaya yayılmış bir halinden ibaret olmakla kalmıyor aynı zamanda kedilerin tarihi ve insanlıkla olan ilişkisini içeren bilgileri de okurla paylaşıyor.

İstanbul’da Kedi, insanın kendini bilmezliğini eleştirerek başlıyor söze. Sokrates’in “Kendini Tanı!” sorusuyla birlikte kendini sorgulamanın anlamsızlığından başlayıp hayvanları köleleştirme, onlara işkence etme ve en nihayetinde onları bir süs metası haline getirmesine kadar varıyor. Ardından söz insandan kediye geçiyor ve kedilerin tarihine odaklanılıyor.

Söz kediye geçince -bu konuda muzdarip oldukları için- tür olarak başlarından geçeni anlatmaya başlıyor. Önce mitolojiye uzanıp kedilerin başlangıçtaki durumunu hatırlatıyor. Mısır’da kedilerin 2000 yıllık tanrılık ve kutsallık serüveninin Persler tarafından nasıl yok edildiğiyle devam ediyor. Kutsallık ataleti ve insanların kendini bilmezliği üzerine birkaç kelam eden kedi, insan türünün kendi çelişkilerini anlatması için sözü “kediler katibi Vassafi Efendi’ye” bırakıyor. Vassaf, kediler katibi olarak kedilerin başından geçenleri ve “uygarlık denen kepazeliğin” kedilerin başına ne işler açtığını anlatmaya başlıyor.

Kediler katibi, söyleyeceklerini kronolojik bir sırayla anlatmıyor. İnsanların kedilerle -özünde kendileriyle- ilgili çelişkilerini kedilere nasıl yansıttığından bahsediyor. Önce tanrı olarak tapındıkları, kutsal saydıkları, dokunulmaz yaptıkları kediyi tektanrılı dinlerle birlikte şeytanlaştırıp, lanetliyorlar. Kediler, yüzyıllar boyunca tanrı sevgisi adı altında türlü işkencelere maruz kalıp; yakılıyor, diri diri gömülüyor… Avcı toplayıcılık, tarım ürünlerinin depolanmasıyla birlikte sona erecekken tahıl ambarlarını farelerden kurtaran kediler sayesinde tarım devrimi gerçekleşiyor. “Kediler sustuğu için” insanlık tarihi bunları çok farklı bir şekilde yansıtsa da kediler aracılığıyla tarım devrimi olmasaydı, Marx’ın artı değeri yazamayacağı hatta insanın aya ayak basamayacağı ihtimali de yok değil.

Ardından kedilerin son 100 yıldır içinde bulunduğu duruma geliyor konu. Malum artık fareler için kedilere ihtiyaç duyulmuyor. Sevgi dahil her şeyi tüketme arzusu içinde olan insanlar, kedileri de bir tüketim nesnesi haline getiriyor. “Her şeyi olana neler satılabilir?” sorusu etrafında kedileri süs eşyası, yalnızlığa çare ve çocuklara eğlence olsun diye petshop’larda satmaya başlıyorlar; kedilere isimler takıyorlar, pedikür yaptırıyorlar; onları psikologa, dermatologa götürüyorlar; kedilerin neyi, ne zaman, nasıl yiyeceğine dahi karışıyorlar. En sonunda kedileri, yabancılaşmış dünyalarında kendi yalnızlıklarına hapsediyorlar. Kediler ise sadece insanın uygarlık tantanası adı altına gizlediği benmerkezci davranışlarından vazgeçmesini istiyor. İnsanların kendi dışındaki her şeyi ötekileştiren ecce homo kibri, kedi-insan ilişkisinin metalaşmasından başka bir işe yaramıyor.
Kedilerin tarihine ve insanla, sanatla, edebiyatla, siyasetle, felsefeyle ilişkisine değinen Vassaf, İstanbul’da kedi turizmi yaratacak projesini de ekliyor araya. Kentsel dönüşüm adı altında sunulan “çılgın” projelerin kedilerin yaşam alanlarını nasıl etkilediğini hicvetmeden de geçmiyor. “İstanbul’da 100 Kedi” yazısındaki projeye atıfla kurduğu ütopyada kedi bakanları, turizm elçisi kediler aracılığıyla daha fazla rant sağlamanın peşine düşüyor.

Vassaf, kedilerin meramını öyle iyi dile getiriyor ki, insanlar tarafından nankör ve bencil olarak nitelendirilen kedilerin “insanlığa hizmet etmek için değil aksine insana haddini bildirmesi için” gönderildiğini öğretiliyor. Sayfalara eşlik eden birbirinden güzel kediler ise kitabın görsel olarak doyurucu olmasını sağlıyor. Kediler katibi Vassafi Efendi, insanlığın en önemli gücünün sevgi olduğunu hatırlatarak sözlerine son veriyor.
İstanbul’da Kedi’nin alâmetifarikası Vassaf’ın üslubu haline gelen şiir-roman biçimi olsa da çoğu kez düz yazı olarak daha doyurucu olabileceğini akıllardan geçiriyor. Kitaba adını veren İstanbul kedilerinin ütopik dünyası ise kedilerin tarihinden ve insanlarla olan ilişkisinden daha az ilgi çekiyor. Vassaf’ın, bu şiir-romanın ardından iki yıllık araştırma verilerini daha farklı bir biçimde de kullanması ve kedilerin tarihiyle ilgili bir kitap daha yazması kediler hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için keyifli bir kaynak olabilir.

İstanbul’da Kedi
Gündüz Vassaf
Yapı Kredi Yayınları
İstanbul, 2014
300 s.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir