AFORİZMALAR ve FELSEFİ NOTLAR-3/ Nejdet Evren

Ölçmek bir karşılaştırma yapmaktır ve her zaman bir şeye/olguya karşı yapılan bir değerlendirmedir. Ölçünün soyutlanarak bir birim haline gelmesi ölçme ediminin amacını ve içeriğini değiştirmez; sadece bunu, yöneldiği amacı daha kısa yoldan gerçekleştirmesine olanak sağlar. Bu nedenledir ki her ölçme edimi bir olguyu temel alır ve ona göre bir değerlendirme yapar. Hangi olgunun esas alınacağı mutlak surette bir ereğe/amaca hizmet eder; bu amacı da ölçüm yapan edim belirler. Soyutlanan ölçü biriminin insan yaşamını kolaylaştırdı inkar edilemez ve ancak materyal ölçmenin sosyal ölçmelere uyarlanması ciddi sorunlar yaratmaya eğilimlidir. Uzunluk, mesafe, yoğunluk, hacim gibi nesneler ve uzaklıklar arasında kullanılan tüm ölçümler maddeyi ve uzamları daha iyi algılamaya ve bunlar arasındaki süreçleri analiz ederek bir takım sonuçlara varmayı sağlarlar. Bu edimlerin tümü maddi dünyada bir karşılık bulur; oysa ölçümlerin sosyal alana zerk edilmesi anından itibaren bilgide bir kirliliğin başladığı hemen görülecektir. İnsanın bir ölçüsü var mıdır? Bu ölçü nasıl bir ölçü olabilir? Boyu, ağırlığı, kütlesi ile ölçülebilir ve fakat tüm bu ölçüler insanı insan olarak tanımlamaya yetebilir mi? İnsan tanımı da kendi başına bir ölçüdür; bu tanımlama diğer canlılara karşı yapılmış olan bir ölçme edimidir ve insan ürünüdür. “Kendini yarattığı” günden beri bu ölçüyü her alanda kullanarak canlılar aleminde piramidin en üstüne yerleşmiştir. İnsanın diğer canlılardan üstün olmayı gerçekleştirdiği bir realite ve fakat bu durum onun daha değerli olduğu anlamına gelir mi? Ölçme biçiminden değer biçimine geçildiğinde yine insan yaratısı ikinci bir ölçme biçimi ile karşı karşıya kalınır; değer ölçüsü…Sosyolojik olay ve olguları matematiksel ölçülerle çarpıp, toplamak, bölüp çıkarmak neredeyse olanaksızıdır; buna rağmen ölçü kullanmak insanın en büyük keşiflerinden olup onu/ölçüyü hayatın her alanında kullanma eğilimini göstermesine neden olmuştur. Kamuoyu araştırmaları, tahminler, anketler hepsi sosyolojik insanı ölçüp sınıflandırmaya ve buna göre bir takım sonuçlar çıkartarak çıkan sonuçları kullanmaya yönelik edimler değil midir?

Kişi önce kendi devrimini yaratmalı, özne olmalı; bunu yapmadıkça başkasının devrimi için kolları sıvaması sadece bir etiket edinme, boy gösterme, çalımlamaktan öteye geçemez..Sınıf bilincinin ve dayanışmanın zayıf olduğu toplumlarda öznelleşme sağa, sola savrulur, yamalı bohça gibi bir yere yaslanmak, içinde olmak ya da ayak uydurmak gibi zikzaklar çizer. Duyguların akla, düşünceye, felsefeye galebe çalması çok kolaylaşır, başkası için devrim öznel devrimin önüne geçer…Asılır, kesilir, keskince alınır satılır mezat yeri kan revan, kimse umursamaz…Devrim önce kendinde başlamadıkça tüm devrimler ters doğar…

Evrensel normlar bir eylemi suç saydığında o normu tanıyan için o eylem suçtur ve bir yaptırımı vardır; faşizan tüm eylemler evrensel normlarda suç sayılmaktadır, bir ormanın yanmasına seyirci kalmak ya da bir çıkar gurubu için bir ormanın ağaçlarını katletmek, ekolojik kırım faşizan bir edim olarak evrensel normlarca suç sayılmıştır….Bu değerleri korumaya çalışan insanların suçlu muamelesi görmesi, biber gazıyla, şiddetle hırpalanması, özgürlüğünden yoksun bırakılıp suçlanması suçlu güçlü ile suçsuz güçsüzün yer değiştirmesinden başka bir şey değildir…Bu kirlenmeye kim ne şekilde katıldıysa masum olduğunu söyleyemez, direnmek için mutlaka çemberin dışında olmak gerekmiyor, bilakis tam içinde olmak gerek…Cana kıyanlar, ağaca kıyanlar, insana kıyanlar hepsi faşist bir güruhtur; Cudi de, Madımak da, Akbelen de….Bilmedikleri bir şey var, ne yakılarak, ne kesilerek direnen insan yok edilemez….Faşizme karşı omuz ver, gerisi gelir….

Herkes ‘hak’tan söz eder, ‘adalet’ hak denilen olgunun önüne geçemez, neye kime göre hak denilene biçilen değer bu değeri biçenin nerede olduğunu gösterir, hiç bir zaman hak yarışında ne eşitlik ne de tarafsızlık olamaz, o zaman hak denilen o mevhum şey nedir?

 

Hak, karşılıklı bir edimi gerektiren bir olgudur. Onun/hakkın var olduğu yerde karşı bir edim/yükümlülük kaçınılmazdır. Hak, hakkaniyet, haksızlık, keyfiyet at-başı giderler; ancak hiç biri tek başına “hak” denilen şeyi açıklayamaz. Yaşamak, beden bütünlüğünü korumak, beslenmek, barınmak gibi en temel haklardan söz edilir ve fakat buna dair sözü olanların her nedense bunları ihlal etmekte tereddüt etmediği görülür; demek ki, hak kavramı/olgusu bir fenomen olmaktan öte çıkarlar üzerine inşa edilmiş bir tabudur. Gücü elinde bulunduran istediği sonucu elde edebilir, bu, onu haklı kılmaz. Hak, canlılar arasında maddi olgulardan doğan bilincin ortaklaştığı/benimsediği bir değerdir. Bunu yaparken bilinçli canlı bir diğerinde korumaya çalıştığı şeyi –yaşama hakkı gibi- aslında kendisi için bir korumayı sağlamaktadır; bu nedenle, hakkın temelinde bireyin kendini var etme yönelimine bağlı egosu vardır, bu edim egoist bir edim olsa da yek diğerine de aynı olanağı sağladığından egoist olmaktan çıkar ki, bu nedenle “hak” olgusu üzerinde geniş bir ortaklaşma/konsensüs mevcuttur. Hak, mutlak olmadığı gibi mükemmel sayılanın bir tanımı da değildir, zira, mükemmelin teşkili kendinin parçalanmasından başka bir şey değildir. Hak insana dairdir, insana ait değildir ve bunu/hakkı yaratan insan onun bir öznesi iken diğer canlılar kategori olarak özneleşmezler, onlar sadece sahip olanlardır. Canlının yaşama hakkı denilen o kutsal hakkı kim kime neden bahşetmiş olabilir ki? İnsan ve canlı doğurur/çoğalır ancak bahşetmez; hiç kimse yek diğerine hak bahşedemez. Çünkü hak denilen şey temelinde bir kazanım/bir yer edinmedir, zira, kazanılmış hak kavramı da buradan doğar

Aydınlanma, rasyonel olma, aklın efendi sayılmasına dayanan rasyonalizm hak denilen mefhumu doğallaştırdı, oysa hak denilen mevhum sosyal, ekonomik, tarihsel bir içeriğe sahipti….Komünal toplumda tanımlanan hak ile kapitalist toplumda tanımlanan hak kavram ve içeriğinin farklı olması bu nedenledir….İnsanın özne olarak merkeze konulması bir açıdan anlaşılabilir bir durumdur ve fakat onun üstün olduğunu ileri sürmek bu denli anlaşılır değildir, gök tanrılar yerine yer tanrıları yaratarak hak olanı tanımlamak insanın özgür köleliğini benimsemektir, rasyonalizmin yarattığı özgür sanılan köle bireylerden başka bir şey değildir, hak denilen olgu rasyonalizmi aşar..

Hak mevhumunu yaratan insandır ve haksızlık olgusu üzerinden kendini tanımlamak gereğini duyumsar…Artık ürün olmasa hak kavramlaşabilir miydi, sanmıyorum…Hak denilen mevhum artık ürünle ilişkili ve sömürü ile….

Her hak, bir yükümlülük ile birlikte var olur; “hak”ın olduğu her yerde bir yükümlülük kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. “Hak” denilen olgu bir bahşedilmişlik durumu asla değildir; o, bir diğerine göre kazanılmış bir mevzi, bir durumdur; doğal/evrensel haklar olsun, kazanılmış haklar olsun hepsinin özünde canlı ve bunun bir uzantısı olan insanın bir diğer insan ya da canlıya göre bir diğer insan ya da canlının karşılıklı konumlarının belirlenmesi vardır. Örneğin, yaşama hakkından söz edildiğinde bu sözün muğlaklığı et-obur canlı için farklı, ot-obur bir canlı için farklı bir içeriğe/anlama sahip olacaktır. Bu muğlaklık hak tanımını yapan insanın egosundan kaynaklanmaktadır. Temelde sosyal paylaşım ve tüketime sahip olan toplulukların varlıklarını sürdürebilmeleri için kendi için istediğini, kendine layık gördüğünü bir diğeri için de istemek ve layık görmek zorunda kalması hem gerekli ve hem de kaçınılmazdır. E.Canetti’nin ilk yasa olarak tanımladığı “paylaşım yasası” olmasaydı, bu yasayı insan toplulukları ve diğer canlı toplulukları gerçekleştirmeseydi ne insan ne de “hak” denilen mevhum hiçbir zaman gün yüzüne çıkmayacaktı. Denek ki, “hak” denilen olgu ile insanlaşma arasında doğrudan bir etkileşim, ilişki ve bağ bulunmaktadır. Hak denilen olguyu kavramlaştıran insan, yine buna bir dayanak bulmak zorundadır. Hak denilen mevhumun özünde insan ve onun geçmişi ile “ kendini yaratması” yatar ve bir kere başlayan bu süreç insanla at-başı gider; alet ile yaratırken insan ürettiğini paylaşmak bunun sosyal temellerini örgütlemek gereksinimini duyar ve bu gereksinim sonucunda hak denilen olgu ile yüzleşerek onu ileriye doğru taşır.

Yargılarımız/ön-yargılarımız/gizlenmiş vahşet içimizdedir. Dışa atmak ancak onunla yargısal düzeyde yüleşmeyi gerekektirir.

Yargılar tartışılarak, tez ve antitez süzgeçten geçirilerek oluşurlar ve fakat ön-yargılar böyle değildir; onlar peşin kabule, yargısız sonuca dayanırlar ve bu nedenle yargı gücüne asla erişemezler. Yargı öznel olsa da tartışmaya, eleştiri ve yeniye açık olduğu sürece bir dogmaya dönüşmez, önü her daim açık bir süreçtir. Her yargı somut bir olgu ile ilişkili olmak zorundadır; olgu ile temas etmeyen bir yargı, olmasa da olur; kıymeti harbiyesi yoktur.

İyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin hepsi de normatif ve öznel yargılardır. İyi, doğru ve güzel hakkında evrensel bir yargı/çerçece oluşturmak olanak dışıdır; ne ki, kötü yanlış ve çirkin hakkında bunu yapmak mümkün gibi görünmektedir; zira, insana dair kötü, yanlış ve çirkinin bir ön-yargısal kural, diğerlerinin ise istisna olmalarıdır. İnsan yaşamına kastetmeye yönelik bir eylemin/edimin iyi, doğru ve güzel olduğu asla söylenemez ve fakat kötü, yanlış ve çirkin olduğu kesinlikle ileri sürülebilir. Ne ki; edimin/eylemin amacına bakarak onun iyi, doğru ve güzel olduğu ileri sürüldüğünde bu savın canlı türleri arasında eşitsiz bir sonuç doğuracağı aşikardır. Yaşama hakkına yönelik eylemin insan yönelmesi ile besin zincirinde en üstte bulunan insandan başka bir canlıya yöenemesi arasında amaçsal bir fark gözetilerek ilkinin yanlış ikincisinin doğru olduğu sonucuna varılacaktır. Bu durumda ilk baştaki önermenin doğru olmadığı sonucu ortaya çıkar. Oysaki amaçsal yargının kendisidir doğru olmayan ve bu bir ön-yargıdır. Zira, türünü sürdürmek adına diğer canlıların yaşamına yönelen bir canlının eylemi ile insanın besin kaynağı için başka canlının yaşama hakkında yönelik eylemi arasında vahşilik açısından hiçbir fark yoktur. Aralarındaki fark ise, ilkinin billinçsiz olması nedeniyle yargılanamayacak olmasıdır.

Ne dersiniz? Arayış sürdürmeli insan…

Nejdet Evren

Akarca/Kimi zamanlar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here