Amsterdam’dan Gelen O Kâfir ve Bizim Mahallenin Allak Bullak Olan Aklı

Yazan: Jungish

Bu Frenk diyarının filozofları yok mu… İnsanın aklını pamuk gibi atıp, bildiği ne varsa hepsini birbirine katmadan rahat edemezler. Geçen gün elime Hollanda’dan, Baruch Spinoza isminde, pek zeki ama bir o kadar da tekinsiz bir Yahudi gözlükçünün kaleme aldığı acayip fikirler geçti. Okudukça, “Aman efendim, bu adam bizim mahalleye gelse, ne imam kalır ne de haham, ortalık toz duman olur!” demekten kendimi alamadım.

Bu Spinoza denilen zat, daha yirmi dört yaşında, kendi cemaati tarafından kapının önüne konulmuş, “Aforoz edildi, lanetlendi!” diye arkasından teneke çalınmış bir garip. Sebebi ne mi? Sebebi, o sivri dilini ve daha da sivri aklını tutamaması! Adam öyle laflar etmiş ki, üç yüz senedir ne Hristiyan’ı rahat bırakmış ne de Musevi’si…

Gelin size bu “dâhi kâfirin” bizim beynimizi ütüleyen üç beş fikrini, bizim anladığımız dilden bir anlatayım da, görün curcunayı!

1. “Tanrı Dediğin Şu Kâinatın Ta Kendisidir!” Meselesi

Biz ne biliriz? Tanrı, göklerde, tahtında oturan, sakallı, haşmetli, yeri geldiğinde gazap eden, yeri geldiğinde merhamet buyuran bir padişahtır. Biz aşağıda dua ederiz, o yukarıdan duyar.

Spinoza Efendi ise çıkıp diyor ki: “Ne göğü, ne tahtı? Yanılıyorsunuz! Tanrı, ne aşağıdadır ne yukarıda. Tanrı; şu gördüğünüz ağacın kendisidir, şu miyavlayan kedinin ta kendisidir, yağan yağmurun, esen rüzgârın, hatta ve hatta sizin o aklınızdan geçen günahkâr düşüncenin bile ta kendisidir! Her şey O’dur, O da her şeydir.”

Bu lafı duyunca bizim Hacı Nuri Efendi’nin kahvede nasıl köpüreceğini bir tasavvur edin! “Vay zındık, vay dinsiz! Ne demek kedi Tanrı’dır? Ben o kediyi dün sopayla kovaladım, günaha mı girdim şimdi?” diye ortalığı velveleye verir.

Spinoza’ya göre, evren kocaman, canlı bir makinedir. Bütün o dişliler, çarklar, vidalar (yani bizler, hayvanlar, bitkiler) hep birlikte tıkır tıkır işleyerek o makinenin kendisini, yani Tanrı’yı oluşturur. Ayrı bir yaratıcı yoktur; yaratan da yaratılan da aynı şeydir! Akıl alacak iş mi?

2. “Mucize Diye Bir Şey Zırvadır!” Hadisesi

Bizim mahallede en sevilen hikâyeler nedir? Falan evliyanın yürüttüğü gemiler, filan yatırdaki hastanın şıp diye iyileşmesi… Mucizeler, imanın en tatlı şerbetidir.

Bizim gözlükçü filozof ise eline bir bez almış, bu mucizelerin hepsinin üstünü karalamış. Diyor ki: “Kâinat, demirden kanunlarla işler. Fizik, kimya, matematik… Bunlar Tanrı’nın (yani Doğanın) anayasasıdır. Tanrı, kendi koyduğu anayasayı bir kulunun hatırı için çiğner mi hiç? Çiğnerse, o anayasanın ne kıymeti kalır? Deniz yarılmaz, ateş yakmazlık etmez, ölü dirilmez! Bütün o anlattığınız mucizeler, ya sizin cehaletinizden ya da doğa kanunlarını henüz tam anlayamamış olmanızdandır.”

Bu lafı duyan, bizim evdeki o her nazara, her sihre inanan ananem, adamın arkasından yedi mahalle duyacak şekilde beddua okumaya başlar. “Allahsız herif! Benim onca duam, onca adağım boşa mı gitti yani?” diye saçını başını yolar.

3. “İyi-Kötü, Günah-Sevap Hepsi Bizim Uydurmamız!” Rezaleti

İşte zurnanın en fena zırt dediği yer burası! Spinoza diyor ki: “Doğada iyi veya kötü diye bir şey yoktur. Bir aslanın ceylanı yemesi kötü müdür? Hayır, doğanın kanunudur. Bir fırtınanın evleri yıkması günah mıdır? Hayır, meteorolojidir. İyi ve kötü, sadece bizim, işimize gelip gelmemesine göre nesnelere yapıştırdığımız etiketlerdir.”

Aynı şekilde, “cennet” ve “cehennem” de bu dünyadadır diyor. Eğer aklını kullanır, doğanın kanunlarına (yani Tanrı’ya) uygun, sakin ve erdemli bir hayat sürersen, iç huzuru bulursun, işte bu senin cennetindir. Yok, eğer hırslarının, öfkelerinin, ihtiraslarının kölesi olursan, sürekli bir azap ve karmaşa içinde yaşarsın, işte bu da senin cehennemindir. Öbür dünyada bir ödül veya ceza beklemeyin, her şey burada olup bitiyor!

Velhasıl kelam, bu Spinoza Efendi, eline mantık usturasını almış, ne kadar inancımız, ne kadar tesellimiz, ne kadar masalımız varsa hepsini bir bir tıraş etmiş. Geriye de sadece akıl ve doğa kanunlarından ibaret, soğuk, mesafeli ama bir o kadar da dürüst bir kâinat bırakmış.

Bu adam dâhi miydi? Şüphesiz. Fikirleri bugün bile insanın beynini yakıyor. Peki, kâfir miydi? Onu kendi cemaati öyle görmüş.

Benim diyeceğim o ki azizim, bu gibi adamların fikirleri, bizim mahallenin o sakin ve iman dolu hayatı için pek tehlikelidir. Lakin arada bir, kendi rahat koltuğumuzdan kalkıp, böyle akıl almaz fikirlerle şöyle bir boğuşmak da insanın zihnini açıyor, pasını siliyor vesselam.

Neyse, bu kadar felsefe yeter. Ben en iyisi gidip bizim “Tanrı’nın bir parçası olan” kedim Otsi’ye biraz süt vereyim de, ne olur ne olmaz, gazabından korunalım!