Kimi felsefe tarihçileri tüm 19. yüzyılı ve bir bölümüyle 20. yüzyılı “tarih yüzyılları” sayarlar ve bu yüzyıllarda felsefe etkinliğinin çok büyük bir oranda tarihe yöneldiğini belirtirler. Bu açıdan bakıldığında, antikçağın felsefe ile tarih arasına koyduğu karşıtlık modern insana yadırgatıcı gelebilir. Bu yadırgama, antikçağın genel düşünce tablosunun ana çizgilerinin saptanmasıyla giderilebilir. Biz burada bu tablonun ana çizgilerini ve bu ana çizgilere göre oluşan antikçağın tarih anlayışını, bir 19. yüzyıl filozofu olan ve ileride tin bilimlerinin temellendirilmesinde Wilhelm Dilthey’ı önemli ölçüde etkilediğini göreceğimiz Paul Yorck von Wartenburg’un yorumu ışığında ele alacağız.
Wartenburg’a göre Herakleitos’tan Aristoteles’e kadar tüm Grek düşüncesinde hakiki bilgi (episteme)-istorik bilgi (doxa) ayrımını bulmak olanaklıdır. Çünkü Greklerin tüm düşünce ve etoslarına (ethos) egemen olan temel kavrayış biçimi, doğada olduğu kadar insani-toplumsal yaşamda da bir “genel düzen” olduğu inancına dayanıyordu. Grekler için doğa, düzenli bir oluşum, bir “kozmos”tu. Bu yüzden felsefi ilgi de daima kalıcı ve temel olan şeylere ve bunların değişmez niteliklerine yönelikti. Öyle ki felsefe, varoluş nedenini ancak kalıcı ve temel şeylerin bilgisine yönelmede bulabilirdi. Özellikle Platon ve Aristoteles’te felsefe, “çokluk bilgisi” olarak doğrudan gözlemi de (empeiria) kapsayacak biçimde istoria’dan, yani modern terminolojide “deney bilgisi” olarak sözünü ettiğimiz şeyden ayrı tutulmuştu. Greklerin gözünde insani-toplumsal yaşam, doğal yaşamın bir uzantısı, ama bir “rastlantısal uzantı”sıydı. Gerçi hem Platon hem de Aristoteles, devlet biçimlerini tipleyen (aristokrasi, oligarşi, demokrasi vb.) bir öğreti geliştirmişlerdi. Ne var ki burada bu devlet tipleri aslında biricik, tek, hakiki bir devlet formunun çözülmüş görüntüleriydiler. Özellikle Aristoteles’te bu devlet tiplerinin hiçbiri “yetkin” değildi; olsa olsa birbirlerine göre daha iyi-daha kötü olarak nitelendirilebilirlerdi. Ama Aristoteles’te bu devlet tipleri, maddeye yaklaşmaları bakımından yetkinleşemeseler de yine “form” idiler. Bu nedenle de Wartenburg’un sözleriyle “yeni hiçbir şey içermeksizin” her zaman geçerliklerini korurlardı. Yine Wartenburg’a göre, “insani olayları doğal süreçlermişçesine yorumlayan bu tablo, döngüsel bir tabloydu.” Bu döngüsel süreç içinde insanlar, örgütlü toplumlar halinde yaşadıkları sürece, bu devlet tiplerinin birinden öbürüne dönenip dururlardı. Bu nedenle Grekler için geçmiş ve gelecek, bu formların tekrarlanıp durduğu, gelip geçici bir evrenle ilgili zaman boyutlarıydı. Yani insanların ve toplumların geçmişleri de, gelecekleri de bu formlar çerçevesinde rastlantısal olarak dönenen, bir sürekliliği olmayan şeylerdir. İnsani-toplumsal yaşam, geçmişten geleceğe doğru sürekli bir gelişimi olmayan bir yaşamdı. Bu yaşam, belli devlet formları çevresinde rastlantısal olarak dönenen, bu formlara göre tekrar eden, kesik ve birbirinden kopuk halkalardan ibaretti. Kısacası Grekler için tarih, rastlantısal olarak tekrar eden bir süreçti. “Tarih tekerrürden ibaretti.’’5
Latin Antikçağı da istoria sözcüğünü “historia” olarak aynen alıp Greklerin koyduğu theoria-historia ayrımını benimsemiştir. Romalılar için de historia bir edebi türdür ve olayları yıllara göre kaydetme işi (annale) ile tarih yazıcılığı (historiyografi) arasında edebi ölçütlere göre bir ayrım vardır. Annalistler; olayları yıldan yıla kaydeden memurlar, vakanüvisler olarak görülürken, tarih yazıcıları edebiyatçı sayılırlar. Örneğin Cicero için tarih yazıcıları (historiyograflar) insanlara geçmişten “ders” (kıssadan hisse) çıkartan kişilerdir.
Doğan Özlem
Tarih Felsefesi – Birinci Bölüm
Notos Kitap