Aşk ve Gurur – Jane Austen

“Aşk ve Gurur ” özgün adıyla Pride and Prejudice Jane Austen’in ikinci romanıdır. 18 Ocak 1813’te yayımlanan roman, 1796-1797 yılları arasında kaleme alınmıştır.
1938, 1952, 1967, 1980 ve 1995 yıllarında yapılan dizilerle birlikte televizyona uyarlanmıştır. İki kez sinema filmi çekilmiştir. Kendi dillerinde isimleri Pride and Prejudice olan bu filmler Türkiye’de Gurur ve Önyargı (film, 1940) ve Aşk ve Gurur (2005 yapımı) isimleri ile bilinmektedir.

“ZITLIKLAR ve ÇATIŞMALARIN YAZARI” Esin Coşkun
30/11/2007 Radikal Kitap Eki

Jane Austen’in Aşk ve Gurur’unu okurken aklıma sık sık daha önce Sırma Köksal’ın yazdığı bir yazı geldi. Sırma Köksal bu yazısında Yay burcu ünlülerinden bahsediyor ve bir yayın en önemli özelliklerinden birinin eleştirmek, çevresinde gördüğü yanlış, komik ya da saçma davranışları alaya almak olduğunu belirttikten sonra, Jane Austen’in de bunu en iyi ve eğlenceli bir şekilde yapan yazarlardan biri olduğunu belirtiyordu.
“Jane Austen de Yay’dı ve İngiliz taşra soylularıyla zenginleri onun dilinden epey çekmişlerdi. Özel hayatında da dedikoducuydu. David Mamet berbat olduğunu düşündüğümüz bir dünyada bize dokunmayan şeylere razı geldiğimizi söylerdi. Biz buna, bana dokunmayan yılan bin yaşasın deriz. Jane Austen ise, bana dokunmayan yılana ben dokunup maskara edeyim derdi.”

“İnsanlar arasındaki ilişkileri mizahi bir dille ele alır”

16 Aralık 1775’te Hampshire, Stevenson’da doğan ve kısa yaşamının büyük bölümünü bu kısıtlı taşra çevresinde geçiren bir yazar olarak Jane Austen, romanlarında bu dar çevrede yaşayan insanlar arasındaki ilişkileri mizahi bir dille ele alır. Her ne kadar onu ‘aşk romanları yazarı’ olarak niteleyenler çoksa da, Jane Austen aslında eserlerinde döneminin taşra zenginleri ve soyluları arasındaki toplumsal ilişkileri alaya alarak, bu ilişkilerdeki yapmacıklığı, ikiyüzlülüğü, saçmalığı eleştirmiştir. Bu dar taşra çevresinde geçen yaşamı ve insanların karakteristik özelliklerini çok iyi gözlemleyip tüm detaylara inerek eserlerinde yansıtan Austen’i ‘aşk romanları yazarı’ olarak nitelemek ona ve eserlerine büyük haksızlık olur kanımca. Gerçi onun ilk eseri Sense and Sensibility’den (Duygu ve Duyarlık, 1795) itibaren yazdığı tüm romanlarında aşk sorunsalı önemli bir yer tutar. Bu anlamda öne çıkan romanı ise Aşk ve Gurur’dur ki (1796), Jane Austen’in bu romanının otobiyografik özellikler taşıdığı ileri sürülür. Nitekim onun biyografisini yazan Jon Spence, Austen’in tıpkı Aşk ve Gurur’da olduğu gibi romantik bir ilişki yaşadığını iddia etmiş ve onun bu iddiaları da geçen eylül ayında gösterime giren Aşkın Kitabı (Becoming Jane) filmine dayanak noktası oluşturmuştur.
Aşkın Kitabı, gerçekten de Aşk ve Gurur’la büyük oranda paralellik gösterir. Filmde Jane yirmili yaşlarda genç bir kızken, annesiyle babası onun dönemin gelenek ve görenekleri uyarınca iyi bir evlilik yapmasını isterler. Ve en uygun koca adayı da bölgede oturan soylulardan Lady Gresham’ın yeğeni Bay Wisley’dir. Ancak Jane para için sevmediği bir adamla evlenmek istemez ve aşkın peşinden koşar. Bu aşk ise çok geçmeden onu bulur. İrlandalı genç hukukçu Tom Lefroy Londra’dan Hampshire’ı ziyarete gelmiştir ve akıllı olduğu oranda kibirli, yakışıklı olduğu oranda züppe tavırlara sahiptir. Taşra halkını küçümseyen tavırlarına rağmen Jane’in kişiliği onu çeker ve çok geçmeden aralarında tutkulu bir aşk başlar. Ancak bu aşkın önünde çok önemli bir engel vardır: para!
Nitekim Lefroy’un her şeyi göze alan tavrına rağmen Jane fedakârlık yaparak bu aşka sırtını çevirir ve kendini romanlarına verir. Aslında Austen, romanlarından da anlaşılacağı üzere, her ne kadar dönemin İngiltere’sinin ikiyüzlü toplumsal değerlerini alaya almış olsa da, kendisi ne yazık ki bu toplumsal değerlerin kıskacından kurtulamamıştır.

İkinci şansa sahip kahramanlar
Belki de bu yüzden, yani kendi hayatında yaşadığı mutsuzluklar ve hayal kırıklıkları yüzünden romanları hep mutlu sonla biter. Ya da belki bunun nedeni, Jane’in kendi hayatında sahip olamadığı ikinci şansları, yarattığı roman kahramanlarına tanımak istemesidir. Ya da Austen belki de gerçek hayatla kurgu arasındaki farklılığı vurgulamak istemiştir. Kendi başından geçen üzücü deneyimle romanlarındaki mutluluk arasındaki ironi Austen’in kendine karşı yönelttiği acı bir eleştiri de olabilir.
Yine de, bunun nedeni her ne olursa olsun, hem Aşk ve Gurur’da, hem de İkna’da Austen’in roman kahramanları ikinci bir şansa sahip olarak sevdikleri kişilerle evlenirler. Austen’in gözbebeğinin ise Aşk ve Gurur’da yarattığı Elizabeth Bennet karakteri olduğu su götürmez bir gerçektir. Austen, Elizabeth’te tıpkı Becoming Jane’de öne sürüldüğü gibi bir anlamda kendi hayatının ve kişiliğinin bir yansımasını ortaya koymuştur. Küçük bir taşra çevresine mensup olan bu genç kız kendi kendini yetiştirmiş, oldukça zeki, nüktedan ve canlı bir yapıya sahiptir. Davranışları oldukça serbest ve dili de hayli iğneleyicidir; aynı zamanda iyi niyetli ve candan bir yaradılışı da olmasının yanı sıra bir hayli de gururludur. Vaktini ise kitap okuyarak ve çevresini gözlemleyerek geçirir. Çevresindeki insanların kişiliklerini incelemek, onların saçma ve komik davranışları ile bu kısıtlı çevredeki toplumsal ilişkileri alaya almak ise en sevdiği eğlenceler arasındadır. Darcy ise Elizabeth’le tamamen zıt yapıdadır; oldukça ciddi, gururlu ve kibirli olan bu genç, bu taşra kasabasında tanıştığı insanlara ve Elizabeth’e karşı hor gören ve soğuk bir tutum takınacaktır. Bunun nedeni ise, Darcy’nin bir soylu olarak sahip olduğu sınıfın değer yargılarını aşamamış olmasıdır.
Austen Aşk ve Gurur’da Elizabeth ve Darcy arasında gelişecek olan tutkulu aşkı zıtlıklar ve çatışmalar üzerine inşa eder. Davranış ve karakter açısından olduğu kadar ait oldukları toplumsal sınıf açısından da birbirlerinden oldukça farklı olan bu iki insanın ilişkileri gurur ve önyargı yüzünden bir türlü yolunda gitmeyecek, ancak en sonunda gerçekler ortaya çıktıkça ve ikisi de birbirleri hakkında peşin hükümlü olmakla yaptıkları yanlışları fark ettiklerinde bir araya geleceklerdir. Austen’in kitabında yarattığı diğer karakterler de Darcy ve Elizabeth kadar renklidir. Bunların en ilginçlerinden bir tanesi papaz olan kuzenleri Collins ve orduda subay olan Wickham’dır. Austen, papaz olan Collins karakterinde taşra çevrelerindeki din adamlarını ve onların zengin ve soylulara karşı olan davranışlarıyla cemaatlerine karşı tutumlarını kıyasıya eleştirir. Collins, kibir ve dalkavukluğun garip bir karışımıdır ve ortaya da saçma sapan bir karakter çıkmıştır. Wickham ise, görünüşünün tersine, yapmacıklığın, yalancılığın, ikiyüzlülüğün ve kötülüğün bir timsalidir ve Darcy’nin tam zıddı bir karakter olarak çıkar karşımıza kitapta. Elizabeth ve Darcy ile Wickham arasındaki çatışma kitabın ana
eksenini oluşturduğu gibi, insanları görünüşlere ve ilk izlenimlere göre değerlendirmenin yanlışlığı da kitabın ana temasını oluşturur. Zaten kitabın orijinal adı da Pride and Prejudice’dır.
Austen daha sonra yazdığı Mansfield Parkı, Emma ve Northanger Manastırı gibi kitaplarında da bu tür konuları işlemeye devam etmiştir ve bu kitaplar onun sahip olduğu keskin zekayı, gözlem yeteneğini, ironik bakış açısını, ince mizah anlayışını yansıttığı gibi tüm bunların altında yatan tutkulu bir ruhu ve hassas bir yapıyı da yansıtır. Nitekim onun eserleri romantizm akımı çerçevesinde değerlendirilse de, bugün birçok kişi onu modern edebiyatın başlıca yazarlarından biri olarak kabul etmektedir. Austen’in işlediği konuların ve yarattığı karakterlerin gerçekliği bugün dahi geçerliliğini koruduğu gibi, birçok kitaba, filme ve diziye de ilham kaynağı olmuştur. Kırk bir yıllık kısa ömrüne sığdırdığı altı romanının hepsi de beyazperdeye aktarılmıştır. Jane Austen bugün İngiliz edebiyatının önemli kadın yazarları arasında sayıldığı gibi, aynı zamanda feminizmin ilk temsilcilerinden biri olarak da kabul edilir.

 

Tanıtım Yazısı
“Aşk ve Gurur, taşralı bir beyefendinin kızı olan Elizabeth Bennett ile varlıklı ve soylu toprak sahibi Fitzwilliam Darcy arasındaki çatışmayı anlatır. Gerçi Jane Austen bu iki karakteri birbirlerinin tuzağına düşmüş kişiler gibi sunar, ama ?ilk izlenim?i tersine çevirmekte gecikmez: Soyluluk ve servetten kaynaklanan ?gurur? ile Elizabeth?in ailesinin soylu olmayışı karşısında beslediği ?önyargı?, Darcy?yi mesafeli davranmak zorunda bırakır. Elizabeth?in davranışında da hem özsaygının uyandırdığı ?gurur?, hem de Darcy?nin züppeliği karşısındaki ?önyargı? etkili olur. Zeki ve coşkulu Elizabeth yalnızca Austen?ın en çok sevdiği kadın kahramanı değil, aynı zamanda bütün İngiliz edebiyatının en çok ilgi uyandıran kadın roman kişiliklerinden biridir.

Sıradan insanların günlük yaşamlarını işleyerek romana ilk kez belirgin bir modern nitelik kazandıran Austen?ın en sevilen romanlarından biri olan Aşk ve Gurur?u, Nihal Yeğinobalı?nın yetkin Türkçesiyle sunuyoruz.

Asuman Kafaoğlu-Büke ‘nin “Aşk ve Gurur” romanına dair yorumu
edebiyatelestiri.blogspot.com

Geçmiş yıllarda, klasik bir roman sinemaya uyarlandığında mutlaka roman ile sinema arasındaki tutarlılıktan, konunun işlenişinden, roman karakterlerinin büyük ekranda nasıl göründüklerinden söz edilirdi, ya da en azından edebiyat sinemada nasıl duruyor konusu ele alınırdı. Geçtiğimiz günlerde sinemalarda oynayan ?Aşk ve Gurur? (yön.: Joe Wright) ile ilgili çıkan eleştiri yazılarına bakınca artık edebiyat eseri ile bağlantı kurulmaya çalışılmadığını görmek bence çok şaşırtıcı. İngiliz basının ünlü sinema eleştirmenleri ?Aşk ve Gurur? hakkında yazdıkları makalelerinde filmi romanla kıyaslamak yerine, daha önceki sinema ve televizyon uyarlamaları ile karşılaştırmayı tercih etmişler. Edebiyat sanki sinemanın malıymış gibi davranılmasına sinirlenen edebiyatçılar vardır mutlaka ama asıl üzücü olan romanların esprilerini sinemada yitirmeleri.

İroni
Jane Austen her şeyden çok, alaycı dili ile okurların sevgisini kazanan bir yazardır. Örneğin “Aşk ve Gurur” romanı şöyle garip bir cümleyle başlar: “Evrensel olarak bilinen bir gerçeğe göre, varlık sahibi her bekar erkek, uygun bir eşle evlenmek ister.”
Edebiyatta ironi, ilk okuyuşta sözcüklerden anlaşılan yüzeysel anlamların ötesinde okuru yorum yapmaya davet eder. Burada da Austen yorumlamamız için bize mantıksız bir giriş cümlesi verir, zaten öneri saçma bir genelleme ile başlar. Zengin bekar erkeklerin ne istediği değildir bu cümlenin altında yatan, aslında onların evlenmelerinin önemidir. Bu ilk cümle öykü-anlatıcı ağzından verildiği için, anlatıcının bakış açısının bir çöpçatanınkine yakın olduğunu sezer hemen okuyucu. Edebiyatın bu ince alaycılığı nadiren uyarlama eserlerde kendini gösterir. Austen’in romanlarındaki ironi çıkartıldığında, geriye Barbara Cartland romanlarından daha fazlası kalmaz, özellikle “Aşk ve Gurur,” evlenerek sosyal sınıf atlayan kadınların hikayesine anlatıyor görünür.
Oysa Jane Austen kahramanları zeki ve bilgilidirler. “Aşk ve Gurur”un başkahramanı Elizabeth Bennet, diğer Austen kahramanları gibi gelişmiş edebiyat zevkine sahiptir, çok okur ve hazır cevaplığı küstahlıktan çok zeka gösterisidir. Austen, aynı edebiyat bilgisini okurundan da talep eder.
1811 ile ölüm yılı olan 1817 arasında yayınlanan altı romanında Austen, ev içindeki gündelik yaşamı anlatır. Karakterler ve kişilik gelişimi üzerinde durur, özellikle kadın kahramanları, toplumsal beklenti karşısında boyun eğmek istemeyen kişilerdir. Kahramanlar ile toplum arasında gerilim olduğu gibi, kadınlara karşı adaletsiz düzene de dikkat çeker. Bunun gibi bir çok yönüyle Austen?in romanları, 18. yüzyıl anlatı geleneğinden çok modern romana daha yakın dururlar.

Sinemada Jane Austen
Sadece son on yıl içinde bile, onlarca Austen uyarlaması film izledik. 1995’de Ang Lee’nin yönettiği “Sense and Sensibility” (başrollerde Emma Thompson ve Hugh Grant) 1996?da Gwyneth Paltrow’un başrolünde oynadığı “Emma” ilk akla gelenler. Bu iki filme kıyaslayınca “Aşk ve Gurur” biraz farklı görünüyor. İlk başta kostümler bugünün zevkine uygun biçimlendirilmişti. Örneğin, Bingley’in kız kardeşinin (Kelly Reilly tarafından canlandırılan karakter) kırmızı tuvaleti, 1800’lerin modasından çok bugün ünlü modaevlerinden çıkmışa benziyordu. Ev elbiseleri ise sade ama çok güzeldi, adeta günümüz zevkine uygun düşünülmüştü. Aynı şey saç modelleri için de söylenebilir, Keira Knightley’nin son derece modern bir görünümü vardı. Bu çağdaş görünüm benim hoşuma gitti.
Yer seçimlerine de çok özen gösterilmişti, özellikle evlerin içi, aradaki sınıf farkını iyi dile getiriyordu. Uçurum başında etekleri uçuşan Knightley, biraz Bronté romanlarından fırlamış bir sahneye benzese de, etkileyiciydi. Sinemanın görsel avantajını yönetmen iyi değerlendirmiş gibiydi film boyunca.

Oyuncular
Bence yolunda gitmeyen şeylerin başında Brenda Blethyn?nin yarattığı Bayan Bennet rolü geliyordu. O kadar abartılıydı ki (özellikle kazlar arasında, kızının peşinden koştuğu sahne) komik değil neredeyse fars tiyatrosundan çıkmaydı. Romanda da Bayan Bennet sevimsiz bir kadın olarak algılanır ama bu denli antipatik değildir, hatta yazar yer yer onu haklı bulmamızı bile ister.
Keira Knightley eleştirmenlerden övgü dolu sözler aldığı gibi en iyi kadın oyuncu Oscar?ının adaylarından biri de oldu. Romandaki Lizzy belki biraz daha ağırbaşlı yorumlanmayı hak ediyordu ama Catherine de Burgh (Judi Dench) ile atıştığı son sahnede gerçekten iyiydi. Bu son sahneye kadar çok yetersiz bulduğum oyuncu burada tam Lizzy?den beklenecek heyecan ve açık sözlülükle rolünün hakkını verdi.
Matthew Macfadyen’in yarattığı Bay Darcy rolüne gelirsek, romanda Darcy tüm kibirli davranışlarının altında karizmatik ve çekici olmayı bilen biri olarak betimlenir, oysa Macfadyen’nin Darcy’si zihnimizde soru işareti bırakmayacak kadar küstahtı. Lizzy ile Darcy’nin düşmanlığı ve inatlaşması altında hep flört hissedilirken filmde bu eksikti. Sanırım Darcy rolünü BBC dizisinde zihnimize kazıyan Colin Firth’den sonra birini bu rolde beğenmemiz zor, ama özellikle kamera karşısında deneyimsiz görünen Macfadyen bunu başaramıyor.
Kağıt üzerinde sözcüklerin yaptığı etkiyi aynen ekranda beklemek belki de haksızlık oluyor fakat başka bir açıdan bakarsak, klasikler ekranda bu kadar seyirci bulurken, ne gariptir ki kitaplar aynı ilgiyi görmüyorlar. Jane Austen’i okura sevdiren özelliği zekice yazılmış ince nüanslar oysa film uyarlamalarında bu inceliklerin büyük bir kısmı olmuyor. Büyük olasılıkla klasiklerin bu incelikten arınmış olmaları geniş kitle tarafından anlaşılmalarını sağlıyor. Asıl güzel olan özelliğini yitirmiş olarak bunca insan karşısına çıkıyor olmaları bu yazıyı yazmama neden oldu, yani şimdi oturup Austen okumanın doğru zamanı.


Kitabın Künyesi
Aşk ve Gurur
Yayına Hazırlayan: Pınar Savaş
Çeviren : Nihal Yeğinobalı
Yazar : Jane Austen
Özgün adı : Pride and Prejudice
Yayın tarihi : 2007
Sayfa sayısı : 442

“İngiliz romanının doğuşu 18. yüzyılın ilk yarısında Daniel Defoe, Samuel Richardson ve Henry Fielding’in yapıtlarıyla başlatılırsa da, romanın gündelik yaşamın sıradanlığı içinde sıradan insanları gerçekçi bir bakışla ele alan modern bir türe dönüşmesi Jane Austen’la gerçekleşmiştir. Austen, altı romanıyla, İngiliz toplumundaki orta sınıf yaşamını edebiyata yansıtmış, “aile” edebiyatının olanaklarını ortaya koymuştur. Austen’ın romanlarını 18. yüzyıl geleneklerinden çok, modernliğe yakın kılan da kadın kahramanları ile toplumsal çevreleri arasındaki gerilim üstünde yoğunlaşmalarıdır. Nükteli, gerçekçi ve her çağa seslenen üslubunun, böylesine ustaca anlatılan öykülerin ve böylesine güzel kurulmuş romanların verdiği doyumun yanı sıra o modern yaklaşım da Austen’ın yapıtlarının günümüzde bile her türden okura seslenebilmesinin nedenlerinden biridir. Austen’ın romanlarının sağlam yapısı ve dar çevrelerde yaşayan sıradan insanların trajikomik yaşamını tüm çıplaklığıyla sergilemesini sağlayan teknik yetkinliği, günümüz eleştirmenlerini de hayran bırakmaktadır.” Can Yayınları tanıtım yazısından


Aşk ve Gurur aile mülkiyetinden kaynaklanan baskıların ve geleneksel sosyal düzenin ağırlığının ön planda olduğu bir hikâyedir. İlk bakışta bunu aşmayı başarmış gibi görünen Darcy ile Elizabeth adlı karakterler toplumsal gerçeklerden kaçma girişiminde bulunurlar…
İngiltere’de sınıflar arasındaki ilişkiler sorununun, topluma uygulanan sosyal baskının ve ifade özgürlüğünün sınırlanmaya devam ettiğinin vurgulandığı dönemi anlatan Aşk ve Gurur’un odak konusu Darcy ile Elizabeth arasındaki ilişkidir. Ve hiç kimse bu ilişkinin sosyal ve toplumsal açıdan imkânsızlığı konusunda Leydi Catherine de Bourgh’tan daha güçlü bir fikre sahip değildir:

“Kızımla yeğenim birbirleri için yaratılmışlardır. İkisi de gerek anne gerekse baba tarafından aynı köklü ve asil soydan geliyorlar. İkisinin de şerefli ve adı sanı belli aileleri var. İki taraf da son derece varlıklı. Ve aileleri onları birbirlerine bu kadar yakıştırıp birleştirmek isterken, onları kim ayırıyor?”

İyi servete sahip bir erkeğin arzusu ne ise aslında bu dünyadaki kadın karakterlerin de arzusu aynıdır ve onların da erkekler gibi üstesinden gelmeleri gereken bir endişe kaynağı vardır. Jane Austen’in bütün romanlarında olduğu gibi Aşk ve Gurur’daki ana mesaj da bu noktadan hareketle genç kadınların evlilik yoluyla yok edilmesi gerçeğidir. Bu açıdan ele alındığında evlilik kısaca bir statü sorunudur… Ayrıntı Yayınları

KÜNYE
Aşk ve Gurur
Jane Austen
Ayrıntı Yayınları
Çevirmen : Ayşe Belma Dehni
Orijinal Adı : Pride And Prejudice
Sayfa Sayısı : 464

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here