BARIŞ ADLI ÇOCUK / SEVGİ SOYSAL

BARIŞ ADLI ÇOCUK / SEVGİ SOYSAL – Ayşe Kaygusuz Şimşek

Selanik’li Mithat Yenen’in üçüncü çocuğu olarak 1936’da İstanbul’da dünyaya gelmiştir Sevgi. Annesi Alman asıllı Annelisese Rupp’tur ve evlendikten sonra Aliye adını almıştır. Sevgi 1976’da dünyaya gözlerini kapadığında henüz daha 40 yaşındadır. Bu kısacık ömründe üç evlilik, üç çocuk, on bir kitap, birçok radyo oyunu, gazete yazıları ve onurlu bir yaşamı…

Ölümüyle birlikte, 1976’da yazmaya başladığı, “Hoş geldin Ölüm” başlıklı romanı yarım kalmıştır…

Yazarın yaşamı metne dâhil midir, diyen bir soruya; evet, yazarın yaşamı metne dâhildir demek, en çok Sevgi Soysal’a yakışır. Bunu eserlerinin tamamında görebiliriz. Dil’i ustalıkla kullandığı eserlerinin birinde, evlilikleri- ayrılıkları, birinde zor ve mücadeleci yanını ve en çok da tutuklu kaldığı cezaevi yaşamını, sürgün günlerini anlatır. Örneğin, Adana’da sürgünde bulunan bir kadının başından geçenleri, 12 Mart darbesini eleştirdiği romanı “Şafak” bunlardan biridir.

Sevgi Soysal, ben kadınım ve kadın tarafından bakarım hayata, olaylara ve insanlara demeden yazar öykülerini. Kadına da erkeğe de insan olarak nesnel bakmayı becerir. Birlikte kurduğu, başlattıkları oyunu birlikte bozan, sonlandıran iki insan gibi… Bu bakış açısı yaşamında yapmış olduğu üç evliliğine ve ayrılmalarına yansımış olmalı diye düşünmeden edemiyorum.

Sevgi Soysal’ın derdi sadece insanca yaşamdan yanadır ve bunun için iktidarla hep çatışkı içindedir.

Adaletsizliği, haksızlığı açık sözlülükle ve ince bir alayla anlatır yazılarında. Abartmadan, daha daha demeden, olduğu gibi ama en çok da ironik bir dille.

“Barış Adlı Çocuk”, kitabının ilk giriş öyküsü işte bu adaletsizliği konu alan, “Delikli Nazarlık”tır. Ağalar ve marabalardır konunun özü. Ağa çocuklarının dünyaya gelirken insanlar tarafından nasıl karşılandığını ve ne değin şanslı olduğunu anlatırken, marabaların – işçi- çocuklarının da ne değin kadirsiz kıymetsiz ve hatta dünyaya gelmelerinin bile bir hata olduğunu, yaşam haklarının da olmadığını, bunun için her türlü kötülüğü ‘hak’ ettiklerini gözümüze sokarak, yaşamdaki adaletsizliği gösterir. Tabii eski ağaların yerini günümüzde karteller ve küresel sermaye denilen para sahipleri alsa da Sevgi Soysal’ın anlattığı, varlığını devam ettiren ağalar da vardır ve hangi şekilde olursa olsun iki ayrı uçurum olan yaşamların özü değişmemiştir.

“Cellat Fuchs Kent Halkına Nasıl Karıştı”, öyküsünde yaşamını cellatlık yaparak kazanan ve halkın dışladığı birinin zaman içinde halkın arasına nasıl karıştığını anlatır. “Karanlık kapılarını açtı. Ay göründü. Kıpkızıl akıyordu ırmak. Ay baktı ırmağa. Fuchs’un suçunun kentin kanına karıştığını gördü.” diye bitirirken öyküyü, okuru, ‘bir suç varsa ortaktır’, diye düşündürmek mi istedi yazar, diye düşünebilirsiniz. (s.26)

“Nasıl Öğreteceğim Köpeğe Aport’u”, öyküsü evin içindeki bir erkeğin kendiyle konuşmasını anlatıyor. Vücudu kullanma konusunu ve osurmak, geğirmek gibi vücut fonksiyonlarının yanında, beklenmedik belalara da hazır olmalı, kişi diyor. Ve öfkenin insanı harekete geçiren bir durum hali olduğu için, “kutsal öfke” olarak isimlendirir. Burada ki öfke haksızlık, adaletsizlik karşısında harekete geçiren, duyarlılık öfkesidir…

Sevgi Soysal, kadının, kadın sorunlarının daha günümüzdeki kadar konuşulmadığı, konuşulamadığı bir dönemde, kadına aile ve toplum içinde biçilen rolleri, cinsel ayrımcılığı, kadının birey olarak iç sıkıntılarını irdeleyen, isyan eden, başkaldıran, kurallara, kalıplara sığmayan bir kadındır. Öykülerinde ve romanlarındaki kadın karakterler de bilinçli birer seçimdir. “Mal Ayrılığı ve Şampanya Kovası”, boşanma sonrası mal paylaşımını anlatan bir öyküyken, “Hanife” öyküsünde kadına yüklenen namus kavramını neşterle parçalar.

 “Savaş ve Barış”, “Bir Görüş Günü” ve kitaba da adını veren “Barış Adlı Çocuk” öykülerini bir bütün olarak okuyabildiğimiz gibi bağımsız birer öykü olarak da okuyabiliriz. Bu öyküler, çok çeşitli kadın karakterleriyle bir cezaevi öyküleridir. Sözünü söylemek isteyenleri ne içerde ne de dışarıda kimse tutamaz. Onlar sözlerini söyler. Her koşulda sözünü esirgemeden söyleyenler tutarlı, kararlı bir kişiliğe sahip olanlar ve insanca yaşamdan yana olanlardır. İşte yazarımız Sevgi Soysal’da bu kişilerden biridir. Cezaevi koşullarında bile örgütlü olmanın ve komün yaşamın iktidarın karşısında durabilmenin bir yolu olduğunu vurgular. Aynı öyküde öz eleştirisini de verir dolaylı olarak.

Tutuklular sistemin kendini koruyucu gücü olarak tuttuğu polis ve gardiyanlarla çatışkılıdır. Bu çatışkı politik tutuklularda daha belirgindir. Öyküde Barış bir gardiyanın dört yaşındaki oğlunun adıdır. Kısa bir alıntı ile seçici olan kitap kurtlarına kesinlikle Sevgi Soysal okumalısınız, diye, bir öneriyle yazımı tamamlıyorum.

“…

“Barış! Oğlum Barış, rahatsız etme ablaları.”

Bu kadarı fazla.

“Anarşistlikten ablalığa düştük” diye sırıtıyor Güler.

“Şehir şakiyesi ablaları” diye gır gır geçiyor Tülay.

“Çocuğun adı Barış. Barış adında bir polis çocuğu!” diye mırıldanıyor Nina.

Çocuk yanlarında yürümeyi sürdürüyor.” …

Son olarak değinmeden geçemeyeceğim, “Bir Ağaç Gibi” öyküsünde, aynı zamanda gerçek yaşamının son yılı, son ayları belki de son günlerini anlatır Sevgi Soysal. Genç yaşta yaşama veda ettiği hastalığını, hastane günlerini, doktor ve hastalarla olan ilişkilerini… Sevgi Soysal okurken, bir dostunuzu, arkadaşınızı dinliyor, sohbet ediyormuş gibi kaptırıp gideceksiniz kendinizi…

Barış Adlı Çocuk/ Sevgi Soysal/  181 sayfa/ Bilgi Yayınevi 1998

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir