30/32 yıldızı anahtarı kaldırıp atan Recep Usta, burnundan soluyordu.
Sigara içmezdi, – böylesi durumların dışında- yardımcısı Ozan Ahmet’e bakarak elini ağzına götürdü. Ahmet, çorabının arasından çektiği tek sigarayı ustasına keyifle sundu. İkram, Ahmet’i kendi içmişçesine mutlandırdı. Çakmağıyla birlikte sunulan sigarayı alan Usta, çalışma alanından olabildiğince uzaklaştı. Doldurup üflediği dumanın ardından bakarken, onarmaya çalıştığı 100 tonluk gezer vincin çelik gövdesine üst üste birkaç yumruk indirdi.
Vinç’in kılı kıpırdamadı.
Elli adım ötedeki 45 tonluk ocak, yüksek voltajlı elektrik akımıyla sarsıldı, çatırdayarak sallandı birkaç kez. İki adım ötesinde onu izleyen teknisyen Fikri Özlü, ocaktan gelen gümbürtüye, Usta’nın huysuzlanmalarına aldırmadan bildiğini okumayı sürdürüyordu.
Gözaltında çalışmak, o işi yapmaktan iki kat daha zordu Recep Usta için.
Kendini işe veremiyor, huzursuz oluyordu.
Söylemese neyseydi. Kaç kez söylemiş ama teknisyen Fikri Bey’i bu huyundan vazgeçirememişti. Yukardan gelen iş emrini, öteki teknisyenler gibi ustasına bildirip keyfine bakacağına, takım çavuşu gibi önlerine düşüp arıza mahalline gitmiyor muydu, sinir oluyordu usta.
Bunaltmasın, rahat bırak sındı onu.
Güven duymaması için bir neden mi vardı? Hangi işin üstesinden gelememiş, ağzına yüzüne bulaştırmıştı? Daha iyisini biliyorsa, elinden alan yoktu, buyursun kendisi yapsındı.
Dar alanda birkaç kez gidip geldi usta. Yerinde duramıyordu. Ahmet’le kendi aralarında fısıldamaya başladılar. “Bir adam yüreksiz mi, üstünün karşısında dili tutuluyor mu hayır gelmez ondan” dedi. İşi telefonla bildirmeli, efendi efendi masasında oturmalıydı. Herkes nasıl yapıyordu görmüyor muydu bu adam? Ozan Ahmet, “Ekmek parası Usta” dedi, “işe gireli kaç ay oldu, kendini kabul ettirecek ya sıkı tutuyor işte.” Ustasının kulağına eğilerek, “Sana bir şiir okuyum istersen” dedi. “Şimdi sırası mı Allah’ını seversen” diye tersledi yardımcısını. Ahmet’in iyimserliğine ve duygusallığına, “Askerlik mi yapıyoruz kardeşim, durmasın başımda, istemiyorum, iş bitince gelsin kontrol etsin, bir eksiklik bulursa sorsun hesabını!” dedi.
Dudağını yakmak üzereyken attı sigarayı.
Bir kat yukarıdaki vinç operatörünün, “Recep Usta, daha bitmedi mi arıza, ocaktan sıkıştırıyorlar”, diye ünlemesiyle yeniden başladı çalışmaya.
Sağlıklı iş yapacaksa, tepesinde dikilen teknisyeni unutması gerekiyordu.
Bir süre zorlandıysa da unuttu içinde bulunduğu durumu.
Kartal gibi serildi işinin üstüne. Gevşetti, söktü, parçalara ayırdı, ayrı ayrı gözden geçirdi her birini. Önce üstüpüyle sonra bezle sildi pürüzsüz, sızdırmaz metal yüzeyleri. Eski, ezik, yıpranmış elemanları değiştirip yeni contalar, orinğler taktı. Güçlükle ayırdığı parçaları yerlerine özenle yerleştirdi. Kan-ter içinde kalmıştı Usta. Kenara çekilip yığılırcasına çöktü çelik döşemeye. Bundan sonraki işler yardımcısının işiydi. Cıvatalar sıkılacak, takımları toplanıp çantaya yerleştirilecek, çevre temizliği yapılacaktı. Yağ içinde kalmıştı her yer. Gözünü bir an bile ayırmadı yardımcısından. Ustadan zılgıt yememek için iki kat titizleniyordu Ozan Ahmet. Çevre temizliği deyip geçmemek gerekirdi. Benzin gibi olmasa da hidrolik yağın kolayca parlaması, koca vincin yangın yerine dönmesi işten değildi. Ustanın öyle acı bir deneyimi de vardı, yüzü kızararak anımsadı onu. Doğru düzgün çevre temizliği yapmadan kaynak işine başlamış, yağlı bir bez parçasının tutuşması sonucu hidrolik sistemde çok önemli hasarlar oluşmuştu.
Aynı hatayı iki kez yapmak aptallık olurdu. İyice emin olduktan sonra pompayı çalıştırarak denedi. Teknik yönden de hidrolik sistemlerin şakaya gelir yanı yoktu. Küçük bir savsaklamanın yangın dışında da büyük iş kazalarına neden olabileceğini iyi bilirdi Usta. Kırk beş dakikalık bir üretim dışılık sonlandırılmış, bakım onarım ekibi işini başarıyla tamamlamıştı.
Önde Teknisyen Fikri, arkasında Recep Usta ve yardımcısı, merdivenlere yöneldiklerinde dev gövdesiyle vinç, aynı anda iki ayrı yöne doğru yürümeye başlamıştı bile. Asıl gövde (köprü) ileri doğru giderken, operatörün bulunduğu kabin, içinde çelik fokurdayan 45 tonluk ocağa doğru yol alıyordu. Sıfır kodunda, bileklerine dek toza gömülerek yürüdüler.
Ozan Ahmet, işyeri gazetesinde çıkan şiirinden bir dörtlük okudu.
Bazen dev bir araç susar / Hiç kıpırdamaz yerinden
Bu kez devleşir Bakımcı / Can verir ona terinden.
“Helalsin be Ozan” dedi Usta. Sırtına bir şaplak attı Ahmet’in. Gözlerinin içi gülüyordu ikisinin de. Gece yarısı da olsa işi başarmanın, duran bir makineyi yürütmenin gönencini duydular içlerinde. Teknisyenin onu, onun da yardımcısını gözaltında tutması geçti usundan, bir kez daha yumuşadı yüreği, gülümsedi Usta. Demek böyle oluyormuş diye geçirdi içinden.
Dinlenmeyi hak ettiklerini düşünüyorlardı.
Teknisyen Fikri, “Ellerinize sağlık, zamanında teslim ettik vinci, şimdi bir güzel dinlenirsiniz” diyerek, üst kattaki odasının yolunu tuttu.
Bakım odasının tahta sedirlerine uzanacak, tavşankanı çaylarını yudumlayacaklardı şimdi.
Celal İlhan
“Türkü Yarası” adlı kitaptan bir öykü
KÜNYE
Türkü Yarası
Celal İlhan
Kanguru Yayınları
Basım Tarihi : Ocak 2020
Basım Yeri : Türkiye / İstanbul
Boyutlar : 13,50 x 19,50 cm
Sayfa Sayısı : 128