Attila İlhan’ın 1960 yılında basılan ‘Ben sana mecburum! ‘ kitabının tek teması aşk değil elbette; bu kitapta beş bölümde topladığı şiirlerinde, dönemin siyasi havasını, çalkantılarını, gerilimi, direnişi, başkaldırıyı, imkânsız aşkları ve özgürlük özlemini de dile getirir. Kitap beş bölümden oluşuyor.
İdeal düşüncelere sahip insanlar hep “askıda yaşamak”tadır. Hayat onlar için hiç de kolay değildir. Problemleriyle Fransa’ya geçmiş olan şair bu ruh halini yansıtmaktadır. Başlarken oluşturduğu şu mısralara bir bakalım.
“Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
gece trenlerine binme kaybolursun
sokaklarda mızıka çalma çocuk vurulursun”
Bu dizeler tamamen bir tereddüdün, bir gerilimin sonucudur. Bu bölümün ilk şiiri olan “istanbul ağrısı” da bu havayla yansıtılmıştır. Buradaki İstanbul ölümüne sevilen bir ülke toprağı ama bütün başına gelenlerinde kaynağıdır. “ulan yine sen kazandın? ifadeleri de bunun bir göstergesidir. Ne olursa olsun terk edemeyiş” Yine bu bölümde bir taraftan emirgan’da su içer öte yanda Fransız Afrikası’nda iş arar ve Cezayir’de kurşuna dizilir.
İstanbul Ağrısı
Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çökmüş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul’san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa’dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul’san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ……. eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan’i
Zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıklari tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite’den
Tophane İskelesi’nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş biçkin soförler
Uykusuz dalgalanıyor
Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvilcımlari fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin
Eğer sen yine İstanbul’san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
Satır satır okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul’san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül’ünde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık. “
Gönlü İstanbul’da zihni ideallerindedir. “Geç kalmış ölü” de ise her şeyin bedeline razı bir kimliği görürüz. Bütün bunlara rağmen yaşamak ve mücadele etmek vardır. “Yaşamakta direnmek ne demek düşündün mü? diye sorar tüm bulanıklığı yaşayanlara.
Geç Kalmış Ölü
Korkacak bir şey yok hesap tamam
Sıram geldi mi hatta güleceğim
Kendimi hazırladım biliyorum
Önce turgut arkasından ömer haybo
Daha sonra varujan sonra nureddin
Sonra ben değilsem demokrat toni
Sonra o değilse mutlaka benim
Kendimi hazırladım biliyorum
Aysel’in gölgesine saklandım
Hep susamışım su içiyorum
Tension à Smyrne
Kasım?da bir çarşamba çatladı
Yarısını çaldılar yarısını ben çaldım
On üç gün dudak dudak yaşadım
Dün gece kayboldu beni bıraktı
Bir cıgara yaktım telefon ettim
Ekipler on bir buçukta geldiler
Gemisi on bir yirmi beşte kalktı
Gözbeklerimize mızrak gibi saplı
Çığlıklar ***ürüp getiren bir tren
Dokuz gün yolculuk dedik durduk
O eksik bir çarşamba ben eksik bir salı
L. armstrong?ın delik deşik sesinden
Otuz altı saat hayal dokuduk
Çekirdekli ve mürekkep kanatlı
Bir yağmur üstümüze yıkılırken
Yolculuk dedik durduk yolculuk
Sonra aşk sıyrılmış dört gün bir gece
İki bıçak hızıyla yaşadığımız
Ateş ve barut gibi sımsıkı içiçe
Birbirimizin avuçlarına kapanışımız
Sabırsız dudaklarımıza değdikçe
Rüzgarın sünger gibi köpürmesi
Aklımıza dakar limanı geldikçe
Zehirli gözlerimizin yaşarması
Kaybettiğimiz kaybolduğumuz vs?
Yarın şafakla bir konsolosluğun kapısındayım
Dakar için fransız vizesi isteyeceğim
-… pardon monsieur! je vais vous demander
Un visa, si c?est possible, pour dakar
İzmir’e gidiş gelişlerinde yazdığı şiirleri topladığı bu bölümde şair yine sıkıntılıdır. İstanbul kadar olmasa da İzmir?in de önemli bir yer olduğunu vurgulamaya çalışır.
“basmâne’de gaziler caddesi’ne / ürkek bir çarşamba götürdüm / siz böyle akşamüstü görmediniz.” dizeleriyle hem korkularını hem de İzmir’i yansıtır. İzmir yaşanılası yerdir ama yine de yabancı hisseder kendini ve “bu rüzgârın tadı senin hiç tatmadığın / bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor” dizeleri şekillenir. Sürekli İzmir’den ayrılışlarını da ?seninle gelmeyeceğim attilâ ilhan / beni koyup koyup gitme / ne olursun? diyerek anlatır.
İşte bu kitapta kendimi bulduğum bölüm. Bulduğum anda kaybettiğim?
Şu mısralar var bu bölümün başında:
Memleket Havası
Bu bizim gökler gibisi hiç bir dağda çatılmamıştır
Yıldızlarımızın titremesi yüreğine deprem indirir
Hiç bir yerde bu denize bu acı tuz katılmamıştır
Topraktan sağdığımız pekmez güneşin başını döndürür.
Şairin Anadolu’yu yansıttığı şiirleri vardır bu bölümde. Kendisi “Erzincan’da askerliğimi yaparken çıktı bu dizeler? diye özetler. Yıllarını İstanbul, İzmir ve Paris?te geçirmiş şairin Anadolu’yu dolayısıyla kendini tanımasıdır buradakiler. Uşak, Akşehir, Sivas, Kadıhan, Raman hepsini bu bölümde verir.Sonra bugün özlem duyduğumuz saf Anadolu bütünlüğünü ortaya koyar. “üç köylü” Anadolu yiğitlerinin “neden kızkardeşlerim” yiğitleri doğuran geç kızlarımızın anlatımıdır. Her şey vardır bu bölümde. Emek, toplum, düşünce, kültür “imkânsız aşk”
Attilâ İlhan olur da aşk olmaz mı? Hem de ne aşk!..Kendi bu bölüme verdiği isim için şöyle diyor: “günümüzde de maddi nedenlerden, ya hayat koşullarından, ya sınıfsal farklılıklardan aşklar çokluk imkânsız değil midir? Birçoğu umulduğu ve beklendiği gibi mutluluğa değil, hayal kırıklığına, yalnızlığa ve üzgünlüğe ulaşmaz mı?” ‘sen beyaz bir kadınsın / uzaktaki /gözlerin aklımdan çıkmıyor” derken kavuşamamayı ve yalnızlığını ortaya koyar. “belma sebil’de “kapılarını çaldım adını sordum / söylemediler buluşması’nda şöyle çıkar: “ben senin olmadığını arıyorum” Bütün bu bölümdeki duygu bileşkesi ise “ben sana mecburum’da ortaya çıkar.
“sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu? öğrenemedim” ile arayışlarını seslendirir. Bu arayışlardaki çaresizliği karşımıza “gece”cehennem dairesi?Aşkın arkasından klasik Attilâ İlhan şiirleri gelir. İçinde özgürlük savaşının ve ruhunun olduğu bu şiirler bir başkaldırışın, bir mücadelenin ve bir davanın şiirleridir. Özgürlüğün olduğu ve olması gerektiği her yere ulaşır bu şiirler. Özgürlüğü kısıtlayan her şey de bu şiirlerden nasibini alır.
Cezayir, Kerkük, İspanya, Fransa, Irak, Macaristan fark etmez. Yeter ki özgürlük olsun. Onun mücadelesini anlatır bu bölümde. Özgürlük özlemini buluruz en yüreklice. Ve bu bölümün finali, çok bilinçli olarak şu şiirle noktalanır: hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir? şiir bu bölümün ana düşüncesi niteliğindedir. Şair “hürriyet gibi gözünde pırıl pırıl / hâlâ çatlamış gözlükleri / bir gece sabaha karşı / en kilitli kapılarım açılacak / yalnızlığımdan çıkıp gideceğim? diyerek özgürlüğün sonsuz aydınlığını vermektedir.
Kitabı sonuna “meraklısı için notlar” bölümünü koyan şair, bu şiirlerin hangi ortamda ve hangi ruh halinde ortaya çıktığını söyleyerek şiirleri daha anlamlı kılmaktadır.
Ben Sana Mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
Kitabın Künyesi
Ben Sana Mecburum
Attila İlhan
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Kapak Tasarımı : Birol Bayram
İstanbul, 2010, 30. Basım
156 sayfa
Atilla İlhan’ın Yaşam Öyküsü
15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. Kardeşi, oyuncu Çolpan İlhan’dır. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir’de, kalanını ise babasının mesleği dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat’ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözaltında kaldı, iki ay hapis yattı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle pek çok ünlü şairi geride bırakarak ikincilik ödülünü aldı. 1946’ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. Hukuk Fakültesi?ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi imkânlarıyla çıkardı.
Paris Yılları
1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris’e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han’daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Bir kaç kez gözaltına alındı.
İstanbul – Paris – İzmir Üçgeni
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca Paris’e tekrar gitti. Fransa’daki bu dönem, Attilâ İlhan’ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul – İzmir – Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar.
Sanatta Çok Yönlülük
1957’de gittiği Erzincan’da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul’a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960’ta Paris’e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968’de evlendi, 15 yıl evli kaldı.
İstanbul’a Dönüş
1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 1981’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 – 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi’nde sürdürdü. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “… birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye’nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye’ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa’daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde irdeliyordu.
Hazırlık ve Arayış Dönemi
Romanda ‘hazırlık ve arayış dönemi’ diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’de yazarın Paris’te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye’deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam’da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez’de Avrupa’da komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan’ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için bakın neler diyor:” Kitap ‘soğuk savaş’ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul’daki ve Paris’teki ‘solcu’ çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim.”
Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.
Olgunluk Dönemi
Yazarın “olgunluk dönemi” diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam’da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez’de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası’nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türkiye aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir- ki sonradan yazdığı beş kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmuştur-. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları ve O Karanlıkta Biz bu seriyi oluşturan romanlar. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye’nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden herbiri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türkiye aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.
Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan’ın 2004’ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
Tüm Eserleri
Müzik Albümü
An Gelir / Kendi Sesinden Şiirleri (2006)
Şiir kitapları
Duvar (1948)
Sisler Bulvarı (1954)
Yağmur Kaçağı (1955)
Ben Sana Mecburum (1960)
Bela Çiçeği (1961)
Yasak Sevişmek (1968)
Tutuklunun Günlüğü (1973)
Böyle Bir Sevmek (1977)
Elde Var Hüzün (1982)
Korkunun Krallığı (1987)
Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
Kimi Sevsem Sensin (2002)
Romanları
Sokaktaki Adam (1953)
Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
Kurtlar Sofrası (1963)
Bıçağın Ucu (1973)
Sırtlan Payı (1974) Yunus Nadi Roman Armağanı
Yaraya Tuz Basmak (1978)
Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981)
O Karanlıkta Biz (1988)
Fena Halde Leman (1980)
Haco Hanim Vay (1984)
Allah`ın Süngüleri-Reis Paşa (2002)
Allah`ın Süngüleri-Gazi Paşa (2006) ISBN 975-458-426-5
O Sarışın Kurt (2007)
Öykü
Yengecin Kıskacı (1999)
Deneme ve anı
Abbas Yolcu (gezi notları) (1957).
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985).
1.Hangi Sol (1970).
2.Hangi Batı (1972).
3.Hangi Seks (1976).
4.Hangi Sağ (1980).
5.Hangi Atatürk (1981).
6.Hangi Edebiyat (1993).
7.Hangi Laiklik (1995).
Atilla İlhan’ in Defteri.
1.Faşizmin Ayak Sesleri (1975).
2.Batı’nın Deli Gömleği (1981).
3.Gerçekçilik Savaşı (1980).
4.Sağım Solum Sobe (1985).
5.Ulusal Kültür Savaşı (1986).
6.Aydınlar Savaşı (1991).
7.Kadınlar Savaşı (1992).
8.’İkinci Yeni’ Savaşı (1983).
9.Sosyalizm Asıl Şimdi (1991).
Senaryoları
Ver Elini İstanbul.
Rıfat Diye Biri.
Yalnızlar Rıhtımı.
Şoför Nebahat.
Devlerin Öfkesi.
TV Filmi :
Paranın Kiri (1979).
TV Dizileri :
Sekiz Sütuna Manşet (1982).
Kartallar Yüksek Uçar(1983).
Yarın Artık Bugündür (1986).
Yıldızlar Gece Büyür (1992).
Teleflaş.