Benliklerimiz Çarpıştığında Ne Olur ?
Üçüncü Bölüm: Benliklerin Çarpışması Özeti
James Hollis’in “Hayatın İkinci Yarısında Anlam Bulmak” adlı kitabının üçüncü bölümü, “Benliklerin Çarpışması”, bireylerin kendi gerçek benlikleriyle yüzleşmekten duyduğu doğal isteksizliği ve bu yüzleşmenin zorunlu hale geldiği anları ele alır. Yazar, yaşamın getirdiği acı ve hayal kırıklıklarının, bireyi bilinçli bir öz-dönüşüm yolculuğuna iten temel katalizörler olduğunu vurgular.
Öz-Bilgeliğe Karşı İsteksizlik ve Tetikleyiciler: İnsanlar genellikle, kendilerini derinden tanımaktan, kendi içlerindeki çelişkilerle ve ego ideallerine uymayan enerjilerle yüzleşmekten kaçınırlar. Terapiye başvuran çoğu kişi, mevcut yaşam stratejilerinin, bilinçli ya da bilinçsiz, artık işe yaramadığını gördükleri için gelir; bu genellikle tükenmişlik veya derin bir hayal kırıklığı halindedir. Bir ailedeki ölüm, bir ilişkinin sona ermesi, işte işten çıkarılma, ciddi bir hastalık veya “kurt saati” olarak adlandırılan 3 AM korkularıyla yüzleşme gibi dışsal veya içsel olaylar, kişiyi ilk kez aynadaki “yabancıyla” tanışmaya zorlayabilir.
Geçici Kişilik ve Kırılganlığı: İlk başta aynada görülen, kişinin kendi olmak istediği “persona” veya “geçici kişilik”tir. Bu, kişinin dünyayı yönetmek için öğrendiği davranışların, tutumların ve refleksif stratejilerin bir dokusudur. Bu geçici kişilik, kişinin içsel benliğinden oldukça uzak olabilir, ancak birey buna sarılır çünkü “iyi ya da kötü, bizi buraya kadar getirdi”. Ancak yaşam, bu geçici kişiliği sorgular hale gelir. Örneğin, bir kadın kocasının gecikmesiyle ilk panik atağını deneyimleyerek terk edilme korkularıyla yüzleşirken, bir erkek kariyerinde zirveye ulaştığını fark edince depresyona girer. Bu durumlar, iyi işleyen görünen yaşamların aslında ne kadar kırılgan olduğunu gösterir ve geçici kişiliğin altta yatan şüphe ve korku uçurumu üzerinde ince bir zemin olduğunu ortaya koyar. Bu tür öz yanılsamalar, eninde sonunda yüzeye çıkmaya mahkumdur.
Varoluşsal Yaralanma ve Benlik Algısının Programlanması: Bölüm, yaşamın erken dönemlerinde yaşanan “varoluşsal yaralanmaların” kişinin benlik algısını nasıl programladığını inceler. Çocukluktaki travmatik ayrılık (doğum gibi) temel mesajı verir: “Dünya büyük ve sen değilsin; dünya güçlü ve sen değilsin; şimdi bununla başa çıkmanın bir yolunu bul”. Yetersiz bir ego gelişimiyle birleşen bu deneyimler, çocukta “sihirli düşünme”ye yol açar – çocuk, “ben bana olan veya olan şeyim” ya da “bana nasıl davranılıyorsa öyleyim” sonucuna varır. Bu erken “yanlış okumalar”, dünyanın ve benliğin nasıl algılandığına dair temel önermeler haline gelir ve yaşam boyu devam eden refleksif tepkiler yaratır.
Aşırı Genelleme Yanılgısı ve Tarihsel Tekrarlar: Bu refleksif tepkiler, günlük işlevselliğimizin yaklaşık %95’ini oluşturur ve genellikle bilinçsizdir. Antik Yunan trajedisi, bireyin hayatını nasıl yarattığına, hatta istenmeyen sonuçların bile bilinçli seçimlerden nasıl kaynaklandığına dair derin bir içgörü sunar. Eugene O’Neill’ın “Long Day’s Journey into Night” oyunundaki Mary ve Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü”ndeki İvan İlyiç karakterleri, sanki “başka bir yerde yazılmış bir senaryoyu” yaşıyormuş gibi hissetmenin acısını örnekler. Bilinçsiz olan şey, kişinin hayatını “sahip çıkar” ve felaket sonuçları olan tekrarlayan kalıplara yol açar.
Benliğin Ego’yu Devirme Rolü: Paradoksal olarak, sıradan bilincin ötesinde bir güç olan “Benlik” (Self), bütünlüğün mimarı olarak, ego’nun “devrilmesini” sağlar. Bu, ego için en büyük tehdit olsa da, ruhun (soul) daha büyük ve daha zorlu bir gündemle yaşama davetidir. Bu iki güç alanı (ego’nun konfor, güvenlik arzusu ve ruhun anlam, mücadele, oluşma talebi) arasındaki çatışma, bireyi parçalayabilir ve semptomlar olarak yüzeye çıkarak bu mücadelenin ipuçlarını sunar.
Depresyonun Terapötik Hediyesi: Depresyon, ruhun bir “çağrısı” olarak ele alınır ve farklı türleri vardır.
- Biyolojik temelli depresyon: Kimyasal dengesizliklerden kaynaklanır ve genellikle ilaç tedavisi ile kısa süreli terapi kombinasyonuyla en iyi şekilde tedavi edilir.
- Reaktif depresyon: Sevilen birinin kaybı, işte bir aksilik veya değerli bir değerin kaybı gibi önemli bir kayba tepki olarak ortaya çıkar. Bu tür depresyon, kişinin kaybedilen şeye aşırı yatırım yapıp yapmadığını ve kişisel sorumluluğu üstlenmesi gerektiğini sorgulamak için bir davettir.
- İntrapsişik depresyon (distimik bozukluk): Ruhun özerk bir tepkisi olarak ortaya çıkar ve kişinin bilinçli ego hedefleri ile ruhun gerçek gündemi arasındaki çatışmadan kaynaklanır. Kişi, kültürel beklentilere uyarak ruhunun ihtiyaçlarını ihmal ettiğinde ortaya çıkar. Ruh enerjiyi geri çeker ve egoyu da beraberinde çeker. Bu durum, egoya “ruh ne istiyor?” sorusunu sorması için bir davettir. Depresyondan kurtulmanın yolu genellikle “içinden geçmektir”. Gelişimsel olan “endişe”yi seçmek, regresif olan “depresyon”u seçmekten iyidir. Depresyonun altında her zaman bir büyüme gündemi yatar.
İlişki: Ateş Alanı: Yakın ilişkiler, kişinin ruhsal durumu gergin olduğunda sıklıkla bozulur. İlişkilere genellikle “aşırı beklentiler” yüklenir ve “eski bagaj” şimdiki zamana aktarılır, bu da kırılgan yeni ilişkiyi tarihin yüküyle ağırlaştırır.
- Projeksiyon: İlişkiler “projeksiyonla” başlar. Kişi, kendi içsel deneyimini, çözülmemiş gündemlerini ve geçmişten gelen beklentilerini bilinçsizce diğer kişiye yansıtır. Romantik aşk, bu “sihirli diğer” fantazisi aracılığıyla güçlü ve yanıltıcı bir ideolojidir. Başlangıçta büyüleyici olan projeksiyonlar, zamanla hayal kırıklığına yol açar çünkü gerçeklik, fanteziye uymaz. Projeksiyonun erozyonu, kişinin kendi üzerine düşen bir gündem veya enerji olduğunu fark etmesi için bir davettir.
- Aktarım (Transference): Geçmişten gelen tarihsel kalıplar ve sonuçlar, yeni ilişkilere aktarılır. Çocukluktaki ilk ilişkilerden (genellikle ebeveynlerle) gelen “imago’lar” veya derinlemesine yüklü görüntüler, şimdiki ilişkilerdeki davranış kalıplarını etkiler. İstismar edilmiş bir çocuk, farkında olmadan istismarcı veya ruhsuz bir partner arayabilir. “Aşka düşmek”, bireysel bilincin silinmesi ve bir nevi çocukça bir “füzyon” arayışı olarak görülebilir. Ancak olgun bir ilişki, kişinin kendi “yalnızlığını” ve “büyüme” görevini üstlenmesini gerektirir. Gerçek aşk, partnerin “öteki”liğini, farklılığını kabul etmeyi ve karşılıklı gelişimi desteklemeyi gerektirir.
Eyüp’ün İhlal Edilen Sözleşmesi: Bölüm, insanların evrenle zımni bir “sözleşme” içinde yaşadığı yanılsamasını ele alır (örneğin, “iyi davranış ödüllendirilir”, “terapi kanseri önler”). Ancak yaşam, kaçınılmaz olarak bu beklentileri boşa çıkarır ve hayal kırıklığı, hatta “ihanet” hissi yaratır. Bu, derin bir ruhsal acıdır, çünkü dünyanın ve yaşamın işleyişine dair temel anlayışı sarsar. Bu durum, yaşamın daha riskli, daha güçlü ve daha gizemli olduğunu anlamayı sağlar.
Çatışan Gündemler: Yaşamın ilk yarısının gündemi çoğunlukla “sosyal”dir – dünyaya uyum sağlamak, ego gücü kazanmak, ilişkiler ve kariyer yoluyla kimlik oluşturmak. Ancak yaşamın ikinci yarısında gündem “ruhsal” hale gelir: “Ruh benden ne istiyor?” “Burada olmamın anlamı ne?”. Bu, “edinme”den “vazgeçmeye” doğru bir geçiştir – mülkiyet, roller ve statüyle olan özdeşleşmelerden vazgeçme ve içsel olarak onaylanmış değerleri benimseme. “Schmidt Hakkında” filmi, bu değişimi ve ilk yarının gündeminin çöküşünü iyi bir şekilde tasvir eder. Bu tür kriz anları acı verici olsa da, ego’nun önceliklerini yeniden belirlemesi için bir davettir ve ruhun büyüme çağrısına boyun eğmeye zorlar.
Sonuç: Bölüm, bireylerin kendi içsel dünyalarıyla, geçmişlerinin “pahalı hayaletleriyle” ve bilinçsizce hayatlarını yöneten karmaşık güçlerle yüzleşmeleri gerektiğini vurgular. Bu “benliklerin çarpışması”, bilinçlenmenin, büyümenin ve ruhun amacına uygun, daha anlamlı bir yaşam sürmenin gerekli ve kaçınılmaz bir parçasıdır. Acı ve hayal kırıklığı, ruhsal genişleme ve kişisel sorumluluk için birer davettir.