Adil olmak bu kadar zor mu?
Harper Lee’nin ‘Bülbülü Öldürmek’i, kötücüllüğe yenik düşmemek için her daim mücadele etmek gerektiğini vurguluyor. Robert Mulligan filmiyse bu romanın ruhunu kusursuzca görselleştiriyor
Harper Lee… Yazdığı tek romanla 20. yüzyıl edebiyatının önemli kalemlerinden birine dönüşmüş bir isim. 1960’ta yayımlanan ve kısa zamanda “çok satanlar” arasına giren “Bülbülü Öldürmek”le insanoğlunun “iyicil” doğasını su yüzüne çıkaran bir metne imzasını koyan Lee’yi yalnızca bu eseriyle tanımıyoruz tabii ki.
Truman Capote’nin çocukluktan itibaren arkadaşı olan yazar, “Soğukkanlılıkla?nın araştırma aşamalarında Capote”ye eşlik etmişti. Philip Seymour Hoffman’a Truman Capote kompozisyonuyla Oscar kazandıran Bennett Miller filmi “Capote’de, Harper Lee”yi Catherine Keener canlandırmış, yazarın kimliğine dair kimi ipuçları vermişti bize.
Gelelim, Harper Lee’ye Pulitzer Ödülü getiren yarı otobiyografik romanı “Bülbülü Öldürmek”e… Bu metin, başta da söylediğimiz gibi insanın iyilikle imtihanını merkeze alıyor, tabii ki “kötü’yü de araç olarak kullanarak. ABD’nin güneyindeki “siyah düşmanlığı” malûmunuz. Roman, “Büyük Bunalım” döneminde bu bölgedeki küçük ve sıkıcı bir kasabayı mekân alıyor. Avukat Atticus Finch’in iki çocuğundan küçük olanı Scout anlatıyor bize hikâyeyi. Ağabeyi Jem’le birlikte gözlemledikleri üzerinden takip ettiğimiz bu hikâye, babalarından öğrendikleri “adil olma” kavramıyla birlikte “büyüyen” çocukların olaylara bakışlarındaki “saflık”a vurgu yapıyor. Ama bu saflık, bizi yanlışa götürmüyor hiçbir zaman, aksine “doğru”yu yanıbaşımıza taşıyor. Bu ikiliye bir de yeni arkadaşları Dill ekleniyor ve üç çocuğun gözünden bir insanlık dersi veriyor roman.
“Bülbülü Öldürmek”in temelini adalet duygusu oluşturuyor. Atticus, bir beyaza tecavüz ettiği iddiasıyla yargılanan bir Afro-Amerikalıyı savunma görevi üstleniyor. İdealist avukatın bu hamlesini kasabadaki “önyargılı” kitle onaylamıyor tabii, ama onun inandıklarının doğruluğu er ya da geç kanıtlanıyor, acı tecrübeler yaşanma pahasına. Hikâyenin öteki kanadındaki çocuklarsa, önyargının başka bir boyutuyla haşır neşir oluyorlar. Mahallelerindeki hiç görmedikleri bir adamı duyduklarıyla yargılayıp ondan korkuyorlar. Gerçekmiş gibi uydurulanların etkisindeki üç çocuk, Boo Radley adlı bu adamı gözlerinde iyice büyütüp bambaşka bir boyuta taşıyorlar.
Çocuklarına doğruyu göstermek için elinden geleni yapan, ideallerini çocuklarına da aşılamaya çalışan Atticus ise içinde bulunduğu toplumdan soyutlanma pahasına inandığı şeyin peşinden gidiyor. Her iki hikâyeyi birbirine paralel biçimde anlatan roman, sanığın yargılanması sırasında bu hikâyeleri buluşturuyor. Atticus, doğru argümanlarla tümüyle beyazlardan oluşan jüriyi ikna etmeye çalışıyor. O da biliyor önyargıların kırılmazlığını, beyazların “Suçsuz!” diyemeyeceğini, davayı kazanma şansının sıfıra yakın olduğunu. Ama elinden geleni yapıyor, çabalıyor, “iyi”nin kazanması için uğraşıyor. Bu noktada, babalarını mahkemenin siyahlara ayrılmış olan balkonundan izleyen çocuklar, o güne kadar ondan öğrendiklerinin ete kemiğe büründüğüne tanık oluyorlar. “Erdemli” olmanın sınıfsal değil, nereden gelirse gelsin “doğru”yla anlam kazanan bir şey olduğunu net biçimde görüyorlar.
Çocukların çok korktukları Boo Radley ise hikâyenin şahikasında önemli bir rol üstleniyor. Toplumsal önyargıların nasıl kırılabileceği üzerine benzersiz bir finalle nihayete eriyor roman. Hem yetişkinler hem de çocuklar, adalet duygusundan bir an bile uzaklaşmamanın erdemiyle yüceliyorlar. Bugün bile yoğun biçimde hissedilen önyargıysa, en azından bu romanda yerle bir oluyor.
Horton Foote’un Oscar’lı senaryosu
“Bülbülü Öldürmek”in yayımlanmasının hemen ardından projelendirilen ve 1962’de gösterime giren aynı adlı Robert Mulligan filmi ise, Harper Lee’nin yarattığı dünyayı mükemmelen aktarıyor geniş kitlelere. Romana sadık bir uyarlama oluyor bu. Horton Foote’un Oscar?lı senaryosu, Harper Lee’nin rotasından bir an olsun sapmıyor; romana kusursuz bir görsel rehber oluşturuyor.
Uyarlanması zor bir metin değil belki “Bülbülü Öldürmek” ama senaryodan peliküle geçiş aşamasında çuvallama ihtimali de büyük. Yönetmen Robert Mulligan, bu riski bertaraf ederken birçok yan unsuru da ustaca değerlendiriyor, romanın duygusunu beyazperdeye taşımayı başarıyor. Özellikle “zorluğu kanıtlanmış” çocuk oyuncuları kullanma becerisi üst sınırda yönetmenin. Şimdilerde 60 yaşında olan Mary Badham’ın Scout kompozisyonu unutulacak gibi değil. Keza Phillip Alford’ın Jem ve Harper Lee’nin Truman Capote?den esinlendiği John Megna’nın Dill karakterleri de yerli yerine oturuyor filmde. Tabii ki çocuklar taşıyor bu filmi ama Atticus Finch’teki performansıyla Oscar?a uzanan Gregory Peck?in katkısı da yadsınamayacak düzeyde. Aktör, romandan yansıyan “erdemli” olma durumunu her haliyle, her bakışıyla doğru biçimde aktarıyor beyazperdeye.
Robert Duvall’ın da ilk sinema deneyimlerinden birinde “kilit” bir karakteri canlandırdığı “Bülbülü Öldürmek”, defalarca izlenip hatmedilmesi gereken bir başyapıt, tıpkı Harper Lee’nin romanında olduğu gibi. Lee?nin çocukluğundan izler taşıyan, az çok deneyimlerini aksettirdiği romana enfes bir yorum getiriyor bu film. İyinin, doğrunun, adaletin kazanması için her daim mücadele etmek gerektiğini, bundan vazgeçildiği noktada insanlıktan da vazgeçileceğini işaret ediyor. Kötücüllüğün, önyargıların ve riyakârlığın karşısında duran saflığın yüceltilmesi için herkese görevler düştüğünü, hayata gerçekten tutunabilmek adına “doğru”yu kovalamayı sürdürmek ve hep tetikte olmak gerektiğini vurguluyor “Bülbülü Öldürmek”.
Horton Foote ve Gregory Peck’in aldıkları dışında sanat yönetimiyle de Oscar kazanan bu eskimeyen başyapıt, bugünün “kirlenmiş” insanına çok şeyler söylüyor. Artık yüzüne bakılmaz yaratıklara dönüşmüş insanların buradan ne gibi doğrular çıkarabileceği kuşkulu, ama ufak bir şans bile olsa denemeye değer!
Not: “Bülbülü Öldürmek”in DVD’sini raflarda bulabilirsiniz.
Murat Özer
(16/03/2012, Radikal Kitap Eki)
Sel Yayınları Arka Kapak
1960 yılında yayımlandığından bu yana bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek, Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch’in gözünden anlatıyor.
Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, Scout’ın büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mercek altına alıyor. Bir “zenci”nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Etkileyici gerçekliği ile ürperten, “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede.
“İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”
Kitabın Künyesi
Bülbülü Öldürmek
Yazar: Harper Lee
Çevirmen: Ülker İnce
Yayıncı: Sel
09 / 2014
355 Sayfa
Kitabın Künyesi
Bülbülü Öldürmek
Orjinal isim: To Kill a Mockingbird
Harper Lee
Çeviri : Füsun Elioğlu
Oda Yayınları / Dünya Klasikleri Dizisi
İstanbul, 2006, 7. Basım
272 sayfa
Arka Kapak Yazısı
“Bülbülü Öldürmek” ilk yayımlandığında satış rekorları kırmış ve yazarını kısa sürede üne kavuşturmuş güzel bir romandır. 1961 Pulitzer Edebiyat Ödülü’nü kazanmış, bir yıl sonra beyaz perdeye aktarıldığında ise Oscar almıştır. Harper Lee “eski ve yorgun” bir kasabanın insanlarını etkili bir gözlem gücüyle ve ince bir duyarlıkla anlatırken çocukluğun o uçsuz bucaksız dünyasını tüm zenginliğiyle yansıtmayı başarır.
bence gizemli bir kitap