Çalınmış vals – A. Ömer Türkeş

Antonio Skarmeta, Gökkuşağı Günleri’nde Şili tarihinde dönüm noktası sayılan bir süreci, Pinochet diktatörlüğününün sonunu getirecek olan halk oylaması sırasında cereyan eden olayları anlatıyor.

1988 yılındayız. General Augusto Pinochet’nin faşist askeri darbesinin üzerinden on beş yıl geçmiş ama muhaliflere yönelik baskılar, tutuklamalar, faili meçhul cinayetler sürüp gidiyor.

Hikâyenin hemen başında böyle bir olaya, lise son öğrencisi Nico’nun -aynı okulda- felsefe öğretmeni olan babasının sınıfından alıp götürülmesine tanık oluyoruz. Aynı sıralarda Nico’nun sevgilisi Patircia’nın babası Andrea Bettini de sıkıntılı saatler geçiriyor. Daha önce işkence gören ve kara listeye alınan ve işsizliğe mahkûm edilen ünlü reklamcı Bettini başına ne dertler açılacağını düşünürken hiç beklemediği bir teklifle karşılaşır. İçişleri Bakanı, ülkenin kaderini belirleyecek referandumda “Pinochet’ye Evet” kampanyasını yürütmesini ister Bettini’den, üstelik büyük bir ücret karşılığında. Benzer bir teklif 16 siyasi eğilimin yer aldığı muhalefet cephesinden de gelecektir. Bettini fazla düşünmez, İçişleri Bakanı’nın üstü kapalı tehditinden ürkmekle birlikte ilkeleri ağır basar ve “Hayır” kampanyasını hazırlamak için kolları sıvar.

Bettini, 16 siyasi guruptan oluşan muhalefetin cephesinden, bu kadar farklı eğilimlerden oluşan bu yığından net bir reklam konsepti çıkarmak zorunda. Pinochet iktidarının halkı ikna etmek ve aptallaştırmak için 15 yıldır kullandığı televizyonda halkı ona karşı oy kullanmaya ikna etmeye soyunan Bettini’ye ayrılan süre sadece 15 dakika. Bettini, hayat dolu kızının da etkisiyle geçmişin acılarını öne çıkarmaktansa gençliğin duygularını öne çıkarmaya karar verir. Şilililere bugün pazarda olmayan bir şeyi alma heyecanı verecektir; “Neşe”yi!

Kampanyanın müziği Raul Alarcon adlı bir sanatçının “Hayır” sözcükleriyle yeniden düzenlediği Strauss’un “Mavi Tuna”sı. Kampanyanın sembolü ise muhalefetin bütün renklerni simgeleyen gökkuşağı olacaktır. Ancak neşe üzerine tasarlanan kampanya, Pinochet diktatörlüğün acılarının canlı tanıklarını hiç de neşelendirmez. Hatta iktidar bile bu “kıytırık” konsepti ciddiye almamıştır. Bettini pişmandır. Ne var ki zaman kalmamış, kampanya filminin ilk gösterim zamanı gelmiştir. Değil filmi izlemeye, müziğini bile duymaya tahammülü kalmayan Bettini, umutsuz bir ruh haliyle sokağa atacaktır kendisini. Sonuç şaşırtıcıdır

“Genç bir çift müziksiz bir valsin piruetleriyle dönüyordu: Yıldızlı bir gecede çalınmış olan bir valsin anısıyla dans ediyorlardı sanki. Döne döne ıssız meydanın döşeme taşları üzerinde ilerlediler, Bettini’ye sürünecek kadar yaklaştıklarında dansçı kadın şöyle bağırdı: ‘Kazanacağız senyor! Kazanacağız!’”

Yaşama sevinci
Bettini bir yandan kampanya hazırlıkları diğer yandan etrafını kuşatan sivil polisler arasında zikzaklar çizerek işin üstesinden gelmeye çalışırken, Nico da babasının ve aynı okulda görev yapan Perades öğretmenin özgürlüğe kavuşması için mücadele ediyor. Birbirine yakın mekânlar, aynı kaderi taşıyan insanlar ve olaylarla paralel biçimde ilerleyen hikâyede yazar iki farklı anlatım tekniği kullanmış. Bir bölüm Nico’nun bakış açısından, kendi ağzından aktarılıyor. Bettini’nin yaşadıklarını ise üçüncü tekil şahıs açından izliyoruz. Bakış açısındaki değişim, romanın barındırdığı duygusal ağırlığı dağıtmaya yardımcı oluyor.

Doğal olarak ana temayı, yani politikayı öne çıkardım. Oysa bu romanın Nico, sevgilisi Patricia ve okul arkadaşları tarafında akan hikayesinde aşk var, gençlik arayışları var, edebiyat ve sanat var, özgürlük arayışı, cinselliğe adım atmanın sancıları ve heyecanı var. İşte bu yüzden Nico’nun kendi ağzından anlattığı duygular, düşünceler, gelecek planları, umut ve hatta umutsuzluk Gökkuşağı Günleri’ne yaşama sevinci ve coşkusu katmış. Tıpkı Skarmeta’nın Türkçede daha önce yayımlanan -Postacı ve Victoria’nın Dansı- romanlarında olduğu gibi…

Yeniden siyasi ve toplumsal boyutuna dönelim ve Skarmeta’nın Şili özelinden yola çıkarak modern çağ diktatörlüklerinin ve diktatörlük altında yaşayan halkları evrensel ruhunu yakaladığını söyleyelim. Gökkuşağı Günleri’nde anlatılan Şili’nin kayıp anaları, tacize uğramış kadınları, işkence görmüş gençleri, aldıkları darbelerden böbrekleri mahvolmuş işçileri, sağır ihtiyarları, evsiz işsizleri, üniversiteden kovulmuş gençleri, bilekleri kırık piyanistleri, meme uçları köpeklere parçalatılan kadınları, kayıp bakışlı memurları, aç çocuklarıyla Şililerin hikâyesi. Ama romanda anlatılanlar -ufak tefek rötuşlar ve isim değişiklikleriyle- kolaylıkla çok inandırıcı bir Türkiye ya da başka bir üçüncü dünya ülkesi hikâyesine dönüştürülebilir. Sadece 70’lerde, 80’lerde hüküm sürmüş askeri dikatatörlüklerle sınırlı kalmıyor benzerlik, günümüz diktatörlükten farksız otoriter yönetimlerine de uzanıyor. Benzerliği -Nico ve arkadaşlarının maruz kaldığı şiddeti özetleyen- küçük bir alıntıyla yansıtabilirim;

“Bu protesto gösterilerinde önce TOMA’lar gelir ve su sıkar. İnsan suya alışır.En kötüsü basınçlı su nedeniyle bir duvara çarpıp kafanı kırmandır.En iyisi de kendini yere atman. Islanırsın. Islak bir sıçana dönersin. Paredes öğretmen basınçlı suyun altında şöyle derdi: “Relax and enjoy it.” Ama göz yaşartıcı bombalar farklıdır.Bir tanesi yüzünde patlayabilir ve kör olursun.”

Yukarıdaki alıntı iktidarın karakteristiğini ortaya koyuyor. Topluma ve insanlara, gençlerin arayışlarına, ülkelerinden umudunu kesmelerine ilişkin kısa ama çarpıcı tasvirlerde de Skarmeta’nın aynasından yansıyan bizim yüzümüz:

“Bir zamanların tadına doyum olmayan sohbetlerinin müdavimleri artık sadece futboldan ya da döviz kurunun dalgalanmalarından söz eder olmuşlardı. Yüzleri daima ifadesizdi, düşünceleri ne bilinebilir ne de tahmin edilebilirdi. İnsanların umutlarını tüketen korku değil, basit gündelik yaşamdı. Ekranlarında rakamların ve uzak ülkelerin ürünlerinin beklediği bilgisayarlarla buluşacakları işyerlerine dönmeyi geciktirmek için ağır bir törensellikle kahvelerin içiyorlardı. Bu işte. Uzaktaydılar. Artık kendi yaşamlarıyla ilgileri kalmamıştı (…) Sanki ülkede hiçbir şey hareket etmiyor ve tüm Şili Pinochet ile birlikte çürüyecek gibi.”

İlk bakışta karamsar bir tablo. Ne var ki Şili halkı sonunda bu karanlığın üzerine gökkuşağı çizmeyi başarmıştı. Skarmeta, bu değişim sürecini yaşamanın, sürecin aktörlerinden birisi olmanın verdiği iç rahatlığıyla yazmış romanını. Bireylerin çektiği acıları, darbenin travmasını, korkuları, suskunluğu göz ardı etmemiş ama asıl olarak -tıpkı roman kahramanı Bettini gibi- çok sade bir anlatım tutturarak değişime, mücadelenin sonundaki coşkuya, neşeye vermiş ağırlığı. Basit ama kolay unutulmayacak bir roman çıkarmış.

A. Ömer Türkeş
http://kitap.radikal.com.tr/ 30.01.2015

GÖKKUŞAĞI GÜNLERİ
Antonio Skarmeta
Çeviren: Pınar Savaş
Kırmızı Kedi Yayınevi
2015, 184 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir