Kategori: Michel Foucault

Kubik Sendromu ve Heterotopyanın Ofis Mekânındaki Yankıları

Kubik sendromu, modern ofis çalışanlarının kübik ofis düzenlerinde deneyimlediği duygusal, zihinsel ve fiziksel bir sıkışmışlık hissini ifade eder. Bu durum, bireyin mekânsal kısıtlamalar, gözetim ve standartlaşma altında özgürlüğünü yitirdiği bir tür çağdaş esaret biçimidir. Michel Foucault’nun heterotopya kavramı, bu sendromu anlamak için güçlü bir mercek sunar; zira heterotopyalar, toplumun sıradan

OKUMAK İÇİN TIKLA

Otistik Davranışların Biyometrik Gözetimde Şüpheli Olarak İşaretlenmesi: İnsanlığın Yeni Sınavı

Biyometrik gözetim, modern toplumların güvenlik, kontrol ve düzen arayışında geliştirdiği en karmaşık araçlardan biridir. Yüz tanıma sistemlerinden davranış analitiğine kadar uzanan bu teknolojiler, bireylerin fiziksel ve davranışsal özelliklerini inceleyerek “normal” ile “anormal” arasında keskin bir ayrım çizer. Ancak bu ayrım, özellikle nöroçeşitlilik bağlamında, otistik bireylerin davranışlarını “şüpheli” olarak işaretleme riski

OKUMAK İÇİN TIKLA

Görünmez Gözün İpleri: Black Mirror, Panoptikon ve Odysseus’un Özdenetimi

Dijital Gözetimin Mimari KökleriBlack Mirror’ın sosyal kredi sistemi, bireylerin her hareketini izleyen, puanlayan ve toplumsal konumlarını bu puanlara göre belirleyen bir düzen sunar. Bu sistem, Michel Foucault’nun panoptikon kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Panoptikon, Jeremy Bentham’ın tasarladığı, merkezi bir kuledeki görünmez gözetleyici tarafından mahkumların sürekli izlendiği bir hapishane modelidir. Ancak mahkumlar, gözetleyicinin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kırmızı Harfin Damgası: Hester Prynne’in “A”sı ve Foucault’nun Stigmatizasyonu

Nathaniel Hawthorne’un Kızıl Damga romanında Hester Prynne’in göğsüne işlenen kırmızı “A” harfi, yalnızca bir utanç simgesi değil, aynı zamanda toplumsal kontrol, bireysel kimlik ve güç dinamiklerinin karmaşık bir yansımasıdır. Michel Foucault’nun “damgalama” (stigmatization) kavramı, bireyin toplum tarafından işaretlenmesi, kategorize edilmesi ve disipline edilmesi sürecini ifade eder. Hester’ın “A” harfi, bu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Jouissance ve Biyoişlev: Haz Arzusunun İkiliği

Lacan’ın jouissance kavramı ile Foucault’nun biyoiktidar aracılığıyla bedeni disipline etme süreçleri, bireyin haz arayışını ve toplumsal yapılarla ilişkisini anlamak için güçlü bir zemin sunar. Jouissance, haz ile acının, arzunun tatmini ile onun imkânsızlığının kesişiminde yer alan karmaşık bir kavramdır; Foucault’nun biyoiktidarı ise bedeni, toplumsal normlar ve iktidar mekanizmaları aracılığıyla düzenleyen

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dijital Çağda Gözetim İktidarının Evrimi: Panoptikondan Algorithmik Kontrole

Panoptikonun Dijital Dönüşümü ve Genişleyen Sınırları Foucault’nun 18. yüzyıl hapishane tasarımı olarak tanımladığı panoptikon, günümüzde dijital alanda çok daha karmaşık bir forma büründü. Jeremy Bentham’ın orijinal tasarımında, tek bir gözetleyicinin çok sayıda mahkumu gözlemlemesi esas alınmıştı. Modern dijital panoptikon ise merkezi olmayan, çok katmanlı ve sürekli genişleyen bir yapıya sahip.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Söylemin Sınırlarında: Foucault ve Derrida’nın Karşılaşması

İktidarın Üretkenliği ve Söylemin Dokusu Michel Foucault’nun iktidar anlayışı, bireylerin ve toplumların nasıl şekillendiğini anlamak için söylemi merkezine alır. İktidar, ona göre yalnızca baskıcı bir kuvvet değil, aynı zamanda öznellikleri inşa eden, bilgi üreten ve toplumsal ilişkileri düzenleyen bir mekanizmadır. Söylemler, bu bağlamda, tarihsel arşivlerde biriken ve bireylerin kimliklerini, arzularını,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Lacan ve Foucault Arasındaki Diyalog: Bilinçdışı ve Söylemin Öznellik Üzerindeki Etkileri

Öznelliğin İnşasında Dilin Rolü Jacques Lacan’ın “bilinçdışı dil gibi yapılandırılmıştır” iddiası, öznelliğin oluşumunda dilin merkezi rolünü vurgular. Lacan’a göre, bilinçdışı, dilin simgesel düzeni aracılığıyla işler; bu düzen, bireyin arzularını, kimliğini ve toplumsal varlığını şekillendirir. Bilinçdışı, öznenin kendi içsel gerçekliğini anlamaya çalıştığı bir alan değildir yalnızca; aynı zamanda dilin kodları, imgeleri

OKUMAK İÇİN TIKLA

Josef K.’nın Belirsiz Suçluluğu: İktidar, Disiplin ve Varoluşsal Çıkmaz

Franz Kafka’nın Dava adlı eseri, modern bireyin görünmez zincirler altında ezildiği bir evreni resmeder. Josef K.’nın belirsiz bir suçlamayla karşı karşıya kalması, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda insanlığın iktidar, disiplin ve varoluşsal anlam arayışıyla yüzleştiği bir anlatıdır. Michel Foucault’nun iktidar ve disiplin kavramları, bu eseri anlamak için güçlü

OKUMAK İÇİN TIKLA

Postkolonyal Eleştirinin Foucault’cu Tarih Okumasına Müdahalesi ve Spivak ile West’in Katkıları

Postkolonyal eleştiri, Batı merkezli düşünce sistemlerinin evrenselcilik iddiasını sorgularken, Michel Foucault’nun tarih, bilgi ve iktidar üzerine geliştirdiği kavramları yeniden çerçeveleyerek Avrupa-merkezci anlatıları dönüştürür. Foucault’nun dispositif, söylem ve biyopolitika gibi araçları, sömürgecilik sonrası bağlamda, Batı’nın tarih yazımındaki hegemonyasını ve ötekileştirme pratiklerini açığa çıkarmak için yeniden yorumlanır. Bu dönüşüm, yalnızca tarihsel bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Frankenstein ve Prometheus: Bilginin Çağdaki Yansımaları

Bilginin Peşinde İki Figür Victor Frankenstein ve Prometheus, insanlık tarihinin bilgi arayışına dair güçlü anlatılar sunar. Mary Shelley’nin Frankenstein’ında Victor, doğanın sırlarını çözme hırsıyla hareket eder; modern bilimin sınırlarını zorlayarak bir canlı yaratır. Öte yandan, Aiskhylos’un Prometheus Bound’unda Prometheus, tanrıların tekelindeki ateşi insanlara sunarak onların karanlıktan kurtulmasını sağlar. Her iki

OKUMAK İÇİN TIKLA

Her Gün Yeni Bir Olayla Uyanmanın Şoku : İktidarların Tekinsizlik Halleri

Her sabah yeni bir olayla uyanmak, modern dünyanın sıradan bir ritüeli haline geldi. Bir gün skandal, bir gün kriz, bir gün felaket haberi… Ancak bu sadece bir haber akışı değil; iktidarların kurguladığı bir psikopolitik rejim. Bu rejim, yalnızca bilgiyi değil, zihinsel ritmimizi, duygularımızı ve algılarımızı şekillendiriyor. Her gün yeni bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Metavers ile Düşler Arasındaki Çok Katmanlı Bağlantı

Metavers, dijital bir evren olarak, insan bilincinin düşler âlemine açılan bir kapı gibi işler. Bu iki alan—metavers ve düşler—gerçeklikten kopuşun, yaratımın ve insan varoluşunun sınırlarını zorlamanın kesişim noktasında buluşur. Gerçekliğin Yeniden İnşası Metavers, fiziksel dünyanın ötesinde, insan bilincinin kolektif bir tasavvuru olarak ortaya çıkar. Düşler de bireysel bilinçaltının bir yansımasıdır;

OKUMAK İÇİN TIKLA

Cinsellik, Suskunluk ve Ailenin Bastırma Mekanizmaları

(Kızgın Damdaki Kedi filminde susturulan arzu ve konuşulamayan beden) 🧊 1. Brick’in Sessizliği: Arzunun Sansürlenmiş Hâli Brick, yalnızca babasıyla ya da karısıyla konuşmayı reddetmez — arzusunu da inkâr eder.Bu suskunluk, sadece yasla ya da suçlulukla açıklanamaz.Asıl mesele: konuşulmasına izin verilmeyen cinselliktir. 🎭 Tennessee Williams’ın özgün oyunundaki homososyal (ve muhtemelen eşcinsel)

OKUMAK İÇİN TIKLA

Büyük Birader ve Panoptikonun Ötesi

Gözetimin Kökenleri George Orwell’in 1984 romanında Büyük Birader, totaliter bir rejimin sembolü olarak her an her yerde varlığını hissettirir. Gözleri, duvarlardaki posterlerden, teleskranlardan ve hatta insanların zihinlerinden hiç eksik olmaz. Bu, bireyin her hareketini, her düşüncesini denetleyen bir otoritenin cisimleşmiş halidir. Michel Foucault’nun panoptikon kavramı ise, Jeremy Bentham’ın hapishane tasarımından

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kolektif Arzuların Düğümlendiği Yer: Jung, Foucault ve Deleuze’ün Kavşakları

Bu metin, Carl Gustav Jung’un kolektif bilinçdışı, Michel Foucault’nun sosyal kontrol mekanizmaları ve Gilles Deleuze’ün arzu-makineleri kavramlarını bir araya getirerek, insan deneyiminin derinliklerinde yatan dinamikleri araştırıyor. Bu üç düşünürün fikirleri, birey ve toplum arasındaki gerilimleri, bilinç ile bilinçdışının kesişimlerini ve arzunun işleyişini anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. İnsanlığın tarihsel,

OKUMAK İÇİN TIKLA