Kategori: Sinema

Her Ülkenin Bir Kemal Sunal’ı Var mı? Toplumlarda “Kemal Sunal Pratiği”

Kemal Sunal… Türkiye’nin yüzünü güldüren, kalplerine dokunan, toplumsal eleştiriyi mizahla harmanlayan eşsiz bir figür. Onun filmleri, sadece güldürmekle kalmaz, aynı zamanda saf, masum, haksızlıklara karşı duran “ezilen halk kahramanı” tiplemesiyle derin bir toplumsal ayna tutar. Peki, her ülkenin bir Kemal Sunal’ı var mıdır? Yani, toplumlarda “Kemal Sunal pratiği” olarak adlandırabileceğimiz, benzer işlevleri gören figürler

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nöroplastisite ve Dijital Ölümsüzlük: Zihnin Sınırları ve San Junipero’nun Yansımaları

Nöroplastisite, beynin deneyimlere, öğrenmeye ve çevresel değişikliklere yanıt olarak kendini yeniden yapılandırma yeteneğini ifade eder. Black Mirror dizisinin San Junipero bölümü, bilinçlerin dijital bir ortama aktarılmasıyla ölümsüzlük fikrini işler. Bu iki kavram, insan zihninin doğası ve varoluşun sınırları üzerine derin sorular ortaya atar. Nöroplastisite, zihnin uyarlanabilirliğini gösterirken, San Junipero’nun dijital

OKUMAK İÇİN TIKLA

Stalker’ın Doğa İmgeleri ve Yeni Materyalizmin Işığında Bir Okuma

Andrei Tarkovsky’nin 1979 yapımı filmi Stalker, doğanın insan deneyimiyle kesiştiği bir anlatı sunar. Filmdeki “Bölge” (Zone), doğanın hem fiziksel hem de metafizik bir varlık olarak insan bilinciyle etkileşimini temsil eder. Jane Bennett’in “vibrant matter” teorisi, maddenin kendi özerk gücüne ve canlılığına vurgu yaparak, doğanın yalnızca insan merkezli bir çerçevede değil,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gündelik Nesnelerin Yıkımı: Kapitalizme Karşı Sessiz Bir İsyan

Nesnelerin Anlamı ve Tüketim Toplumu Michael Haneke’nin The Seventh Continent filminde, para, yiyecek ve eşyalar gibi gündelik nesneler, kapitalist sistemin birey üzerindeki tahakkümünü temsil eder. Bu nesneler, modern toplumda bireyin kimliğini ve varoluşunu tanımlayan araçlar haline gelmiştir. Jean Baudrillard’ın tüketim toplumu kavramına göre, nesneler yalnızca işlevsel değildir; aynı zamanda statü,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Belgeselci Üslup ve Şiddetin İzleyiciyle Buluşması

“Henry: Portrait of a Serial Killer” (1986), Michael Rooker’ın canlandırdığı Henry karakteri üzerinden, belgeselci bir üslupla şiddetin ve voyeurizmin karmaşık ilişkisini ele alır. Film, seyirciyi rahatsız eden bir gerçeklik hissi yaratırken, aynı zamanda izleyicinin暴力 ile olan bağını sorgular. Bu metin, filmin belgeselci yaklaşımının, voyeurizm ve şiddet arasındaki ilişkiyi nasıl yeniden

OKUMAK İÇİN TIKLA

Doğa ve Yıkım: Interstellar ile Hindu Kali Tanrıçasının Karşılaştırması

Doğanın Acımasız Yüzü Interstellar filminde geçen “Doğa kötü değildir, acımasızdır” ifadesi, evrenin tarafsız gücünü vurgular. Bu söz, doğanın ne ahlaki bir iyilik ne de kötülük taşıdığını, yalnızca kendi döngüsel yasalarına bağlı olduğunu ifade eder. İnsan merkezli bir bakış açısıyla doğayı anlamaya çalışan bu anlatı, hayatta kalma mücadelesinde insanlığın kırılganlığını gözler

OKUMAK İÇİN TIKLA

Blue Valentine’ın Çöküşü: Gottman, Freud ve Bauman’ın Kuramlarıyla İlişkisel Bir Otopsi

İlişkisel Dinamiklerin Çözülüşü: Gottman’ın Dört Atlısı Dean ve Cindy’nin ilişkisinin çöküşü, çiftler arasındaki çatışma dinamiklerini inceleyen bir kuramla açıklanabilir. Bu kuram, ilişkilerin sonunu getiren dört temel davranışı tanımlar: eleştiri, savunma, küçümseme ve duvar örme. Filmde, Dean’in Cindy’ye yönelik sürekli eleştirileri, Cindy’nin duygusal geri çekilmesiyle birleştiğinde, bu dört davranışın döngüsü açıkça

OKUMAK İÇİN TIKLA

Doğa ile İnsan Arasındaki Kırılgan Denge: Princess Mononoke ve Godzilla Üzerinden Mitik Anlatılar

Orman Tanrıçası’nın Gaia ile Buluşması Princess Mononoke filminde Orman Tanrıçası (Shishigami), James Lovelock’un Gaia teorisinin animist bir yansıması olarak ortaya çıkar. Gaia teorisi, Dünya’yı canlı bir organizma gibi değerlendirir; biyosfer, atmosfer, hidrosfer ve litosfer arasındaki etkileşimler, gezegenin yaşamı sürdürme kapasitesini düzenler. Orman Tanrıçası, bu teoriyi somutlaştırır: hem yaşam verici hem

OKUMAK İÇİN TIKLA

Anton Chigurh’un Felsefi Yüzleşmesi: Determinizm, Absürdizm ve Ahlaki Boşluk

Anton Chigurh, No Country for Old Men’in soğukkanlı katili, yalnızca bir karakter değil, aynı zamanda insan varoluşunun en karanlık sorularını sorgulayan bir aynadır. Onun determinist dünya görüşü, evrendeki nedenselliğin kaçınılmazlığını mı yoksa anlamsızlığın absürd dansını mı yansıtır? Ahlaki nihilizmi, Nietzsche’nin ahlak eleştirisinden nasıl bir uçurumda durur? Bu metin, Chigurh’un felsefi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hafızanın Silinmesi: Kimlik, Özgürlük ve Varoluşun Çözülüşü

Kimliğin Hafızayla İmtihanıHafıza, insan kimliğinin temel taşlarından biridir; Locke’un felsefesinde, bireyin sürekliliği, bilinç ve anıların birikimiyle tanımlanır. Eternal Sunshine of the Spotless Mind’da Joel ve Clementine’in hafıza silme kararı, Locke’un kimlik anlayışını sarsar. Anılar silindiğinde, birey hâlâ aynı kişi midir? Film, bu soruyu, Joel’in silme işlemi sırasında Clementine’e dair anılarını

OKUMAK İÇİN TIKLA

Tüketimin Sessiz Çöküşü: Haneke’nin “Yedinci Kıta”sında Ritüelistik İntihar ve Baudrillard’ın Tüketim Toplumu

Michael Haneke’nin Yedinci Kıta (1989) filmi, modern tüketim toplumunun ruhsal ve toplumsal yozlaşmasını çarpıcı bir şekilde ele alan bir başyapıttır. Filmde, Anna ve Georg’un başını çektiği bir ailenin ritüelistik intiharı, Jean Baudrillard’ın tüketim toplumunun kendi kendini yok etme eğilimi üzerine tezleriyle derin bir bağ kurar. Bu metin, filmin bu intihar

OKUMAK İÇİN TIKLA

Aynadaki Benlik: Lacan ve Özne Oluşumunun Kırılganlığı

Nina’nın mükemmeliyetçiliği, Jacques Lacan’ın ayna evresi teorisiyle derin bir şekilde açıklanabilir. Ayna evresi, bireyin kendi imgesini tanıyarak bir benlik inşa etmeye çalıştığı, ancak bu imgenin her zaman eksik ve yanılsamalı olduğu bir süreçtir. Nina, balenin kusursuz idealini kendi benliğine yansıtmaya çalışır; her piruet, her jest, aynadaki imgesini mükemmel kılma arzusunun

OKUMAK İÇİN TIKLA

Engelli Bir Çocuğun Varlığı: Japon Utanç Kültüründe Tabuların Yıkımı

Utancın Kültürel Temelleri ve Toplumsal Dinamikler Japon toplumunda “haji” (utanç), bireylerin kolektif normlara uyumunu sağlayan güçlü bir sosyal düzenleyici olarak işler. Bu kavram, bireysel farklılıkları bastırarak toplumsal uyumu önceler ve aile onurunu koruma yükümlülüğünü vurgular. Engelli bir çocuğun varlığı, bu normların sorgulanmasını tetikler, çünkü engellilik, kusursuzluk ve uyum ideallerine meydan

OKUMAK İÇİN TIKLA

Before Sunrise’ın Felsefi ve Sevgiye Dair Düşünceleri: Buber, Levinas ve Fromm Üzerinden Bir Okuma

Karşılaşmanın Doğası: Ben-Sen mi, Öteki mi? Jesse ve Celine’in Before Sunrise’daki diyalogları, iki yabancının bir gecede kurduğu derin bağı gözler önüne serer. Martin Buber’in ben-sen ilişkisi, bu karşılaşmayı otantik bir karşılıklılık olarak çerçeveler: İki insan, birbirini nesneleştirmeden, varoluşsal bir diyalogda buluşur. Jesse ve Celine’in sohbetleri, bu felsefeye uygun şekilde, yargıdan

OKUMAK İÇİN TIKLA

Nina’nın Aynasındaki Çatlayan Benlik: Mükemmeliyetçilik ve Özne Oluşumunun Psikanalitik Labirenti

Aynanın Ötesinde: Mükemmeliyetçilik ve Özne Oluşumu Nina’nın Black Swan’daki mükemmeliyetçiliği, insanın kendi benliğini inşa etme çabasının trajik bir yansımasıdır. Lacan’ın ayna evresi, bireyin kendisini bir imge olarak algıladığı ve bu imgeyle özdeşleştiği anı tanımlar. Nina, balerin kimliğinde ideal bir “ben” yaratır; ancak bu imge, onun içsel kaosunu gizleyen kırılgan bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bataille’ın İçsel Deneyimi ve Şiddetin Seyirci Üzerindeki Etkileri

Deneyimin Sınırları Georges Bataille’ın “içsel deneyim” kavramı, bireyin bilinçli kontrolün ötesine geçerek varoluşun sınırlarını zorladığı bir alana işaret eder. Bu deneyim, akılcı düşüncenin çözemediği, insanın kendi varoluşsal kırılganlığıyla yüzleştiği bir karşılaşmadır. Irréversible filmindeki tecavüz sahnesi, seyircinin fiziksel ve duygusal tepkilerini tetikleyerek bu sınırları somutlaştırır. Sahne, uzun süreli ve kesintisiz yapısıyla,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Michael Corleone’un Dönüşümünün Psikanalitik ve Arketipsel İncelemesi

Başlangıçtaki Masumiyetin Çatışması Michael Corleone, The Godfather filminde, başlangıçta ailenin karanlık işlerinden uzak, idealist bir figür olarak belirir. Freud’un id, ego ve süperego kavramları, onun iç dünyasındaki çatışmayı aydınlatır. Id, Michael’ın bastırılmış arzularını ve hayatta kalma içgüdüsünü temsil eder; bu, ailesine yönelik tehditler karşısında harekete geçer. Ego, onun rasyonel karar

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hollywood’un Orta Doğu Temsillerine Postkolonyal Eleştiri

Temsilin İnşasında Emperyal Bakış Postkolonyal teori, Hollywood’un Orta Doğu temsillerini, Batı’nın tarihsel olarak oluşturduğu hegemonyacı söylemlerin bir uzantısı olarak inceler. Bu temsiller, genellikle egzotikleştirilmiş, stereotipik ve indirgemeci bir çerçevede sunulur; Orta Doğu, kaotik, tehlikeli ve medeniyet dışı bir coğrafya olarak kurgulanır. Bu kurgu, Batı’nın üstünlüğünü pekiştiren bir ayna işlevi görür.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Parıltının Hiper-Nesnesel Okuması: Annihilation ve Timothy Morton’ın Kavramları Üzerine

“Annihilation” filmindeki “parıltı” (Shimmer) bölgesi, Timothy Morton’ın hiper-nesne kavramıyla derin bir ilişki kurar. Hiper-nesne, insan algısını aşan, devasa ölçekte, zamansal ve mekânsal olarak dağılmış varlıklardır; örneğin, iklim değişikliği veya nükleer atıklar. Parıltı, bu kavramın somut bir temsili olarak, hem fiziksel hem de metafizik bir varlık olarak insan bilincini zorlar. Bu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Netflix’in Türkiye’deki Yerel İçerik Stratejisinin Küresel Yankıları

Netflix’in Türkiye’deki yerel içerik stratejisi, glokalleşme kavramının somut bir yansıması olarak, hem yerel kültürel dinamikleri hem de küresel eğlence endüstrisinin taleplerini bir araya getiriyor. Bu strateji, yalnızca Türkiye’deki izleyici kitlesini hedef almakla kalmıyor, aynı zamanda Türk kültürünün küresel ölçekte temsilini şekillendiriyor. Aşağıdaki analiz, bu stratejinin çok boyutlu etkilerini, yerel ve

OKUMAK İÇİN TIKLA