Çoktan unutulanlarla çabucak unutulanlar günün birinde anılırlarsa… – Nazım Hikmet

Bir Fotoğrafçı Vitrini – Nazım Hikmet
Ne adını biliyordu, ne sanını duymuştu … Onu bir gün bir kıyıdan bir kıyıya işleyen vapurlardan birinin güvertesinde gördü.

Hava güneşliydi, deniz durgun. Güneş genç kızın altın saçlarında idi, deniz, gök gözlerinde.
O, ona baktı. .. Ona baktı o … Bu bakışma bir saniyelikti belki.
Delikanlıya bir yıl gibi geldi bu biricik saniyecik.

***
Günler geçti bu bakışmanın üstünden.
Yağmurlar başladı. Yağmurların ardından kar. Delikanlı, güneşli bir yaz sonunda gözlerinin içinde ışıldayan altın saçlarla gök bakışları unutmuştu çoktan … unutmuştu çabucak …
Çoktan unutulanlarla çabucak unutulanlar günün birinde anılırlarsa, onları ananlar için kötü olur. Delikanlı için de çoktan unutulan, çabucak unutulanın günün birinde anılması kötü oldu.
Karlı bir günde şehrin en kalabalık sokağından geçiyordu.
Paltosu yoktu. Yakasını kaldırmıştı. Öğle yemeği yiyememişti, akşama ne yiyeceğini düşünüyordu. Gözleri mağazaların camekanlarında… Mağazaların camekanlarında pırıl pırıl ışıldayan eşyalar.
Birden durdu. Durduğu yer bir fotoğrafçının camekanıydı.
Orada küçük kartların ortasında büyük, koskocaman bir kadın başı. Bu baş bir yaz sonunda gözlerinin içine bakanındı.
Durdu. Baktı …
Ne kadar durdu; ne kadar baktı? Bilmiyoruz … Yağan karın altında çok durdu, çok baktı ki, gece bekar odasına döndüğünde üstünün başının sırılsıklam olduğunu görebildi ve ince, iğneli bir ürpermenin gövdesini kapladığını duyabildi.
* *
Bir delikanlının giyecek bir paltosu olmazsa karlı günlerde fotoğrafçıların camekanlarındaki kadın başlarına bakmamalı. Hele bu baş, bir yaz sonunun Çoktan, çabuk unutulmuş güzelinin başı ise …
Delikanlıyı ev sahibi bir hafta sonra bir belediye hastanesine kaldırttı.
Delikanlı bir fotoğrafçı vitrinine karlı bir günde saatlerce bakmasından on beş gün sonra bir belediye hastanesinde ölüverdi ….
Gazeteler onun öldüğünü yazmadılar. Gazeteler onun öldüğü­nü yazmadıkları için bir fotoğrafçı vitrinindeki resmin sahicisi bu ölümü duymadı. Gazeteler, ciğerlerini üşüten yoksul bir delikanlı­nın bir belediye hastanesinde öldüğünü yazsalardı bile; bir yaz sonu, saçları güneşle ışıldayan genç kız, gözlerinin içine bir saniyecik baktığı delikanlının bu ölen delikanlı olduğunu nasıl bilebilirdi?

Nazım Hikmet
(Ben / Yedigün dergisi, 6.2. 1935)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir