Çorak Ülke (The Waste Land): İnsanın Ahvali ve Ruhsuz Şehir
Medeniyetin Tozu Toprağı ve O Yüce Keder
Yazar: Âkil Bîçare
Aziz Okuyucular, Kıymetli Dertdaşlarım!
Şu ecnebi şair, Thomas Stearns Eliot Efendi’nin “Çorak Ülke” dediği eserine bakınız. O kadar kasvetli, o kadar büyük bir keder anlatıyor ki, sanırsınız bütün İstanbul’un, bütün Galata Köprüsü’nün, hatta bütün memleketin ruhu kurumuştur!
Bu şiir, öyle basit bir aşk hikayesi, öyle alelade bir manzara tasviri değildir; bu, modern medeniyetin ruhen iflas ettiğinin, bütün dünyanın bir büyük çöle döndüğünün çığlığıdır.
I. Özet: Çoraklık, Kısırlık ve Yıkılan İnanç
Eliot, 1922 senesinde yazdığı bu uzun şiiri, beş bölüme ayırmıştır ve her bölüm, ruhsal bir krizin veya toplumsal bir yıkımın feryadını taşır:
- Ölülerin Gömülüşü: Şair, başlangıçta mevsimlerin döngüsünü tersine çevirir. Nisan, yani bahar, en zalim aydır; zira ölü toprağı uyandırıp hatıraları ve arzuları canlandırır, lakin bu canlanma sadece acı verir. İnsanlar, kışın unutkan karının verdiği uyuşukluktan (kısır bir hayattan) memnundur. Güvenebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır; bildikleri tek şey, **güneşte kavrulmuş bir “kırık putlar yığını”**dır. Korku, bir avuç tozda gösterilir. Kalabalıklar, Londra Köprüsü’nde ölümün çökerttiği bir sürü gibi akar.
- Bir Satranç Partisi: Bu bölüm, zenginliğin, lüksün ve şehvetin arkasındaki iletişimsizlik ve duygusal kısırlığı gösterir. Bir yanda altın, mücevher ve sentetik kokularla bunalmış, sinirleri bozuk bir kadın, diğer yanda ona cevap veremeyen, suskun bir erkek. Konuşma, anlamsız bir gürültüye dönüşmüştür. Satranç, yaşamın kendisini, kapaksız gözlerle, kulağı kapıda oynanan gergin ve soğuk bir oyuna dönüştürmüştür. Ardından gelen konuşmalar, sıradan insanların (Lil ve arkadaşları) sefaletini, bayağılığını ve ahlaki çöküntüsünü gösterir.
- Ateş Töreni: Bu kısım, ahlaki çöküşü ve tensel arzuların hüküm sürdüğü bir dünyayı anlatır. Thames Nehri kirlenmiş, su perileri gitmiştir. Bir yanda İzmirli tüccar Mr. Eugenides’in kaba teklifi, diğer yanda Tiresias’ın (kör kâhin, iki hayat arasında bocalayan) gözünden görülen daktilo kızın ruhsuz sevişmesi. Duygusuzluk, zorlama ve kayıtsızlık hakimdir. Kartaca’dan duyulan ses, “yanıyor yanıyor yanıyor” diye feryat eder.
- Suda Ölüm: Fenikeli gemici Phlebas’ın suda ölümü anlatılır. Ölüm, onu martı çığlıklarından, fırtınalardan ve en önemlisi kâr ile zarardan kurtarır. Bu, dünya meşgaleleriyle uğraşan herkes için bir uyarıdır: Yahudi ol, olma, bu dünyevi çarkı çeviren herkes, o yakışıklı Phlebas gibi aciz kalacaktır.
- Gök Gürültüsünün Dedikleri: Şiirin sonu, ilahi bir sese, Gök Gürültüsü’ne kulak verilmesini ister. Dağlardaki kuraklık ve susuzluk manzarası, insanın manevi tükenmişliğini simgeler. Gök gürültüsü, Hindistan’ın kutsal metinlerinden (Upanishad’lar) üç kelime fısıldar: DA (Datta: Ver / Kendini Adaya), DA (Dayadhvam: Duyguyu Paylaş / Merhamet Et), DA (Damyata: Denetle / Kendine Hâkim Ol). Şair, bu üç buyruğu kendi hayatına uygulamaya çalışır ve sonuç olarak yıkılan geçmişinden (“bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladım”) bir huzur arar: “Shantih shantih shantih” (Barış, Barış, Barış).
II. Eleştirel Yorum: Ruhsuzluğun İfşası
Aziz okuyucularım, Eliot’un bu eseri, bizim memleketimizdeki “ruhsuzluk” derdine de tam isabet kaydetmiştir. İşte bu şiirin acı gerçeği:
- Medeniyetin Zehri: Şairin anlattığı Londra, İskenderiye, Viyana, Atina, hatta Kudüs, hepsi birbiri üstüne yıkılan kulelerdir. Bu, modern medeniyetin zenginlik ve lüks getirse bile, ruhu kuruttuğunun ispatıdır. İnsanlar, Londra Köprüsü’nde sürüler halinde yürürken bile, yanındakini görmez; her biri kendi adımlarına bakarak, kendi yalnızlıklarına esir olmuştur.
- Aşkın Kısırlığı: Aşk, tutku ve şehvet, şiirde sürekli bir kısırlıkla sonuçlanır. Ne Satranç Partisi’ndeki zengin çift, ne de Daktilo Kız’ın sevişmesi, gerçek bir bağ veya bereket doğurur. Aşk, mekanikleşmiştir ve duygusuzluk içinde bir “satranç oyunu”na dönüşmüştür.
- İnkâr Edilen Hesap: Şiirdeki o tanıdık Stetson’a sorulan soru manidardır: “Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene, filiz verdi mi?” Bu, bizim geçmişte gömdüğümüz hataların, yalanların ve vicdan azaplarının hâlâ filizlenip filizlenmediğini sorar. Kimse bu hesabı vermek istemez. Şair, okura “Sen! dönek okur! – benzerim, kardeşim benim!” diye haykırarak, herkesin bu çoraklığın bir parçası olduğunu yüzüne vurur.
- Kurtuluşun Şartları: Şair, Batı’nın çoraklığından kurtuluşu, Doğu’nun bilgeliğinde (Upanishadlar) bulur: Ver, Merhamet et, Kendine Hâkim Ol. Bu, dışsal bir kurtarıcı beklemek yerine, içsel bir disiplin ve etik bir eylem çağrısıdır. Barış, ancak bu üç temel insani sorumluluk yerine getirildiğinde mümkündür.
Eliot’un bu eseri, yüksek zekanın ve ruhun açlığının aynı anda nasıl var olabileceğini gösteren, modern zamanların en büyük vicdan muhasebelerinden biridir.