Dostoyevski’nin İnsancıklar adlı ilk romanı, yoksulluğun yalnızca maddi bir yoksunluk hali değil, aynı zamanda toplumsal ve varoluşsal bir görünmezlik durumu olduğunu derinlemesine irdeleyen bir eserdir. Roman, Makar Devuşkin ve Varvara Alekseyevna gibi karakterler üzerinden, yoksul bireylerin toplum tarafından nasıl sistematik olarak silikleştirildiğini ve metafizik bir yabancılaşmaya maruz bırakıldığını felsefi bir dikkatle ortaya koyar. Bu soruyu ele alırken, Dostoyevski’nin erken dönem eserlerinde bile belirgin olan varoluşçu, sosyolojik ve etik sorgulamaları öne çıkar.
1. Yoksulluğun Ontolojik ve Toplumsal Görünmezliği
Dostoyevski’nin karakterleri, yoksulluğun varlıksal bir küçülme yarattığını gösterir. Makar Devuşkin, toplumun alt katmanlarında bir kâtip olarak, fiziksel mekânlarda bile kenara itilmiş bir figürdür. Onun yaşadığı çürük apartman odası, yalnızca maddi sefaletin değil, aynı zamanda ontolojik bir marjinalleşmenin metaforudur. Hegel’in efendi-köle diyalektiği bağlamında düşünüldüğünde, yoksul insan, toplumsal bilinçte bir nesne haline gelir; özne olma vasfını kaybeder ve görülmeyen bir gölge olarak var olur.
2. Mekanizmaların İşleyişi: Ahlaki Yabancılaşma ve Bürokratik Anonimlik
Roman, Çarlık Rusya’sının bürokratik sistemini eleştirirken, Max Weber’in demir kafes metaforunu andıran bir anonimlik ve yabancılaşma tasvir eder. Makar, devlet dairesindeki konumu itibarıyla isimsiz bir dişlidir; onun insani kimliği, statüsü tarafından örtülür. Bu, Marx’ın yabancılaşma teorisiyle de örtüşür: Yoksul insan, emeğiyle değil, yalnızca işleviyle tanımlanır. Toplum, onu görmezden gelme lüksüne sahiptir, çünkü onun varlığı sistematik olarak değersizleştirilmiştir.
3. Etik ve Sempati Krizi: Yoksulun ‘Yüzü’nün Yok Sayılması
Levinas’ın yüz metaforu burada devreye girer: Levinas’a göre, ötekinin yüzü, bize bir etik sorumluluk yükler. Ancak İnsancıklar’da yoksulların yüzü, toplumun ahlaki vizyonundan düşmüştür. Varvara’nın mektuplarında anlattığı acılar, Makar’ın iç çatışmaları, duyulmayan bir çığlıktır. Bu, Kierkegaard’ın bireyin kitle içinde kaybolması tezini hatırlatır: Modern toplum, yoksulu istatistiksel bir veriye indirger, onun trajedisini soyut bir mesele haline getirir.
4. Romanın Felsefi Direnci: Küçük İnsanın ‘Ses’ Olma Çabası
Dostoyevski, Makar’ın mektuplarında edebi bir bilinç yaratarak, yoksulun konuşan bir özne olarak kendini var etme mücadelesini gösterir. Bu, Sartre’ın Bulantı’sındaki Roquentin’in günlük tutma eylemine benzer: Yazı, varoluşu kanıtlama çabasıdır. Ancak Makar’ın mektuplarının alay konusu olması, toplumun yoksulun sesini ciddiye almama eğilimini ortaya koyar.
Görünmezliğin Metafiziği ve İsyan
İnsancıklar, yoksulluğun bir görünmezlik politikası olduğunu gösterir. Bu görünmezlik, yalnızca ekonomik değil, ontolojik bir meseledir. Roman, sonunda Makar’ın çaresizliğiyle bitse de, Dostoyevski’nin sonraki eserlerinde (özellikle Suç ve Ceza’da) geliştireceği isyan ve ahlaki diriliş temalarının tohumlarını taşır. Yoksul, ancak acı çeken bilinciyle kendini görünür kılabilir—bu, Camus’nün Sisifos mitosundaki gibi, anlamsızlığa karşı bir başkaldırıdır.
Dolayısıyla, İnsancıklar, yoksul insanın görünmez kılınmasını, modern toplumun etik çöküşü ve bireyin ontolojik savaşı bağlamında ele alarak, felsefi bir trajedi olarak sunar.