Düşkıranlar / Tekelci Burjuva Kültürü Üzerine İncelemeler – B. Sadık Albayrak

Düşkıranlarİnsanın eylemi içinde düşlerin yeri önemli; insan, gerçekliği güzelleştirmek ve değiştirmek için olması gerekeni düşler, düşünür ve harekete geçer. Zengin düşler için zengin bir kültür birikimine ihtiyaç var. Bu kitaptaki incelemelerde, insanlığın kültür sorunu ele alınıyor. Günümüz toplumunda insanlık alabildiğine kısıtlanmıştır. Kültür de, insanın varoluş koşulları olarak bu kısıtlamanın sınırları altındadır. Tekellerin hakim olduğu bir dünya, insanı fabrikasyon mamullerin yanı sıra, fabrikasyon fikirlerin, duyguların ve imgelerin müşterisine çevirmiştir. Tekellerin kültürünü üretenler ve yaygınlaştıranlar “düşkıranlardır”.

Televizyon, düşkıranların başta gelen araçlarından biri; içerdiği müzik, sinema, dizi film, haber programlarıyla topyekûn bir düşkırıcısıdır. Gündüz üretimde esir edilen emekçi, gece televizyon karanlığında uyutulmaktadır. Tekellerin kültür sanat kuşatması altında yaşayan insan, kendi yaşamına ve ihtiyaçlarına yabancılaşmıştır. İnsanın kendini görebileceği, yaşamını bulabileceği, özgürlüğünü duyumsayabileceği gerçekçi bir sanata ihtiyacı vardır. Tekellerin ortaçağındayız, karanlıktayız. Yollar bozulmuş, insanlar arasında toplumsal ortaklıklar dağıtılmış, düşlerin uzak yıldızları karartılmış, çıkışı arıyoruz. Düşkıranlar’da, “düşkıranlara” karşı yirmi yıldan beri süren bir savaşın güncesini okuyorsunuz; edebiyet cephesindeyiz. Estetik kalkışmanın en köklüsünün yolundayız. Düşkıranlar’ı alt etmek için en yıkıcı eleştirmeni, Devrim’i arıyoruz.arıyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)

Bizim Sadık Albayrak – Güzella Bayındır
Düşkıranlara savaş açmış B. Sadık Albayrak’ın yeniden basılan kitabı hakkında yazmak için oturup kalkıyorum. Kalkıp yeniden oturuyorum. Kitaplarını evirip çeviriyor, yeniden oturup kalkıyorum.

Yazı yazmaya aşina olanlar beni anlayacaklardır. Kimi insanlar, olaylar hakkında yazı yazmak zordur. Kimi kitaplar hakkında yazmanın zor olduğu gibi. Klavye başına oturursunuz, çay almaya der kalkarsınız. Tekrar oturur ‘dur bi sigara içeyim’ der yeniden kalkarsınız. Böyle böyle son ana kadar sizi zorlar da zorlar. Hem yazarı tanıyıp hem de kitaplarının içeriğine vakıfsanız katmerli bir durum ortaya çıkar.

B. Sadık Albayrak’ın kitabı Düşkıranlar için anlattığım ruh haliyle geçtim masa başına. Yıllar önce ilk baskısını okuduğum kitapla ilk karşılaşmam ve satın almam içerikten biraz bağımsız olmuştu. (2000 yılı) İlk baskıyı kapaktaki Ara Güler fotoğrafı ve fotoğrafın hikâyesine çarpılıp almıştım. Kapağını beğenerek almış ama içeriğini de çok severek ve büyük bir merakla okumuştum. Ele aldığı konular ve bunları ele alış biçimi muazzamdı.

Tekelci Burjuva Kültürü Üzerine İncelemeler üst başlığıyla çıkan Düşkıranlar’ın ikinci baskısı geçtiğimiz yılın Kasım ayında Doğu Kitabevi tarafından yapıldı. O gün bugündür de hakkında bir yazı yazmaya çalışıyorum.

Düşkıranlar her ikisi de çok önemli iki Önsöz’ün yanında, Tekellerin Ortaçağında Burjuva Kültürü, Sinemanın Işığında Silinenler, Ezilenlerin Terbiye Edicisi Mizah ve Yol Yazıları adlı dört ana başlıktan oluşuyor.

Önemli alt başlıkları içeren başlıklar; özellikle 90’ların kültürel ortamını, entelektüel camiada yaşanan tartışmaları, bunun günümüzdeki izdüşümlerini anlatıyor. Heykelde, edebiyatta, sinemada ve tiyatroda yapılan tartışmalar; izleyici/okurla sanatçının, eleştirmenin kimi kez birebir yürüttüğü kalem kavgası B. Sadık Albayrak’ın düzgün Türkçesi ve çözümlemeli diliyle gözünüzün önüne seriliyor. Dönemi benim gibi bu tartışmalardan haberdar geçirmiş olsanız da hiç o döneme yetişmemiş olsanız da çoğunlukla burnunuzun direği sızlıyor. Ülkedeki kültürel ortamın dönüşümüne şahitlik ediyorsunuz, sermayenin, liberalizmin ve gericiliğin bir ahtapot gibi her alana nüfuz ettiğini her bir makaleyle birlikte tekrar hatırlıyorsunuz.

“Seksenler Türkiye’si tekelciliğin yerleşme sürecini yaşadı. Bu süreç kültür ve sanat alanında da yaşandı. Doksanlar ise, tekelleşmenin kültür sanat alanında bütün boyutlarıyla görülebildiği ve bu alandaki kırıntı özgürlükleri de yok ettiği bir dönemi başlatıyor. Bu süreçte Yapı Kredi Bankası’nın rolü önemli.” Düşkıranlar; sayfa 92

Yaşadığımız dönemin sığ tartışmalarını, sanattan, kültürden ve estetikten kopuk yöneticilerin aydın tanımlamalarını okuyor, izliyoruz.

“Akıldışı bir şuuraltının iktidarında Türkiye, yeni gerçeğini ve yeni aklını arıyor. Bu aklı geliştirmek için başvuracağımız kitaplar devrim tarihleri olacaktır.” Sayfa 236

Bizim Sadık

Albayrak’ın isminin önündeki B harfini, kullanılmayan bir ilk ad olduğunu sanıyordum. Kitap üzerine çalışmaya başladığımda sanal âlemden okudum hikâyesini. Düşkıranlar’ın Yol Yazıları bölümünde de anlattığı son derece ironik aynı zamanda metaforik bir öyküsü var bu B harfinin.

“Bu yazı tamamlanmamış bir yazı. Yolda, şenlikler ve katliamlar ortasında yazıldı. Zonguldak bir şenlikti, Safranbolu, mimari bir katliamın dondurulmuş imgesi. Sivas yolunda İnsancıl Okuma Tiyatrosu bir şenlikti. Bu kanlı kentin ortaçağ güruhu bir otelde hapsettiği Pir Sultan yolcularını taşlarken, onların gül atacak dostları bile yoktu.” Sayfa 239

Zonguldak’ta İnsancıl Dergisi emekçilerinin katıldığı bir imza günü var. Bu imza gününe 93 yılının İslamcı yazarı, günümüzün ise ünlü dünürü Sadık Albayrak’ın imza günü diye gelenler oluyor. O gün bu karışıklıktan canı sıkılan Sadık Albayrak elimizdeki kitabın Yol Yazısı bölümüne epigraf olarak aldığı Nazım Hikmet’in dizelerindeki gibi davranıyor.

“Adınız onların adına benziyorsa/ Adınızı değiştirin”

Adı B. Sadık Albayrak oluyor. Bizim Sadık Albayrak.

Yol Yazısı Sivas’a gidişi anlatıyor.

Yoldaki durakları, geceyi, karanlığın hissettirdiklerini.

Madımak’ı, yakılanları, yakanları, aydınımızı, duruşunu ve tarihsizleşen insanı, insanlaşmaktan geriye düşenleri anlatıyor.

2 Temmuz 1993: AKP’nin Fragmanı adlı bölümde nasıl bu noktaya geldiğimizi yazıyor Albayrak.

Sadık Albayrak, ismini “onların” isminden ayırırken bir yandan da ince bir çatlak gibi gözüken ‘farkın’ nasıl benzersiz bir yarılmaya ve yıkıma neden olduğuna dikkat çekiyor. Yıllarca mağduru oynayan bir güruhun yakıcı, yıkıcı ve yok edici bir kitleye dönüştüğünü ve ayrışmanın gerektiğini gösteriyor.

Tekellerin Ortaçağı

Bu tanıtım yazısı Düşkıranlar üzerine olmakla birlikte Bizim Sadık yalnızca tek bir kitapla mücadele etmiyor. Kültürel iklim, sanat, üretim, sanatçı kavramları üzerine düşünenlerin, siyasi mücadele yürütenlerin mutlaka okuması gereken başka kitapları da var. Fırtına İkliminde, Okuma Yazmanın Izdırapları, Cinayet Olan Edebiyat adlı yine Doğu Kitabevi tarafından basılmış çalışmaları da okunmayı, feyz alınmayı bekliyor. Değil mi ki hepimiz aynı şeyi en yıkıcı eleştirmeni arıyoruz. O zaman son sözü de ilk söz gibi Albayrak’a verelim.

“Tekellerin ortaçağındayız, karanlıktayız. Yollar bozulmuş, insanlar arasında toplumsal ortaklıklar dağıtılmış, düşlerin uzak yıldızları karartılmış, çıkışı arıyoruz. Düşkıranlar’da, “düşkıranlara” karşı yirmi yıldan beri süren bir savaşın güncesini okuyorsunuz; edebiyat cephesindeyiz. Estetik kalkışmanın en köklüsünün yolundayız. Devrimcilere ulaşmaya, devrimi aramaya yazgılıyız.
Düşkıranlar’ı alt etmek için en yıkıcı eleştirmeni, Devrim’i arıyoruz.” (Düşkıranlar; Sayfa 15)
(http://kitapeki.com/ 2 Mart 2016)

Tekellerin ortaçağına karşı bir manifesto: Düşkıranlar – Evin Okçuoğlu
2015 İstanbul Kitap Fuarı TÜYAP fuar alanında yeni kitaplarla okurları buluşturdu. Dokuz gün boyunca fuar çeşitli söyleşiler, imza günleri ve kalabalık öğrenci ziyaretleri ile dolup taştı. Yazarlar yeni kitaplarını okura ulaştırma heyecanı yaşarken, okurlar da aldığı kitabı yazarına imzalatabilme sevinci yaşadı. Bu yıl ben de yazarlarına imzalatabildiğim kitaplar edindim. Bunlardan birisi de B. Sadık Albayrak’ın “Düşkıranlar” adlı edebiyat inceleme/eleştiri kitabıydı. İlk baskısı on beş yıl kadar önce yapılan bu kitaba yeni eklenen yazılar var. Eski yazılar ise bir türlü eskimiyor. Keşke eskiselerdi diyeceğimiz yazıları kitap tanıtımı çerçevesinde sunmak istiyorum.

Öncelikle dil ve anlatımın duru, edebi ve coşkulu olması dikkatimi çekti. Düşlerimizi kıranları bütünsel ve bilimsel bir bakışla, eleştirel gözlemle belirleyen yazar, onları, “toplum denizindeki ileriye atılışları kıran dalgakıranlara” benzetiyor. Yine de ve her şeye karşın her bölümde noktayı koyan, direngen bir coşku ile edebiyat cephesinde yürüme kararlılığı oluyor. Bu kararlılıkla yazar bizi, gerçeğe dayanan bakışla, sıradan gözlemleri soyutlayarak felsefi, sosyolojik, gerçekçi değerlendirmelere ve saptamalara vardırıyor.

Bu kitabı kimler okumalı diyecek olursak; eleştiri yöntemi örnek alınarak eleştiri yazarları okumalı. Edebiyat ve sanat ile uğraşanlar, eserlerinde neleri gözetmeleri gerektiğini belirlemek için okumalı. Gençler ve iyi okur olmak isteyenler de bir eseri derinlemesine anlama yetilerinin gelişmesine katkısı olacağı için okumalıdır.

Yazarın kullandığı dili özellikle özgün tamlamalar ve tanımlar nedeni ile dikkat çekici buluyorum. Kitap boyunca bol bol karşımıza çıkan bu tanımlara birkaç örnek vermek istiyorum:

“Kompartımanlı bilinç”: emperyalizmin böl parçala yönet taktiğinin toplumsal bilince yansımasına verilen isimdir. Olaylar ile olguları birbirinden kopararak kavrayışımızın önüne bariyerler çekmeye yarar kompartımanlı bilinç. Devrimcinin işi de bu tuzağa düşmemek, koparılan bağlantıları bütünsel bakışın ışığında görmek ve göstermektir. Yazar kitap boyunca bu ilkeyle ilerliyor. Buna bir örnek, film eleştirileri bölümünde yer alıyor. “Aşk ilişkisi, süreç, göz ardı edilirken; sürecin bir parçası, sevişme mutlaklaştırılıyor. (…) bütünün birbirinden ayrılmaz öğelerinden işine geleni almak ve mutlaklaştırmak. Sevişmeyi aşktan, bireyi toplumdan, makineyi insandan, anı süreçten kopartmak.” (s. 177) Kitabın bu bölümünde benzer düşünce ile postmodernizmin değişmez yöntemine eleştiri için yazdığım kopuk şiirim aklıma geliyor:

Kopuk

işte böyle söküyor

anlamını özünden
isim, edimsiz
kök, bağlamsız kalıyor

sonuç bir başına, nedensiz.

Nasıl soyuyor bak;

soyutlandıkça

Görünmüyor insan

Yara kabuk tutuyor ama

Kabuk

kopuk yaradan.

Tanımlara devam edelim.

“Fetişist sanat”: gerçekliği açıklamada, yansıtmada fetişlerden yola çıkarak, gerçeği gizemlileştirmesi.

“Repertuar eleştiri”: Ezber birtakım kavramların kalıplaşmış bir kompozisyonda ardı ardına sıralanmasına deniyor. Bu ekolden bazıları yazar B. Sadık Albayrak’a yönelik eleştiriler yöneltince polemik kısırlığına düşmeden, bütünsel bakış ve soyutlama ile, repertuar eleştiri tipini kavramlaştırıp sistemleştirerek rayına oturtuyor. (s. 142) Böylece “dedikoducu”, “tashihçi”, “despotik”, “bulamaç” eleştiri yöntemlerini kullanan repertuar eleştirmen tiplerini tanıyoruz.

Kitap okurken önemsediğim, hoşuma giden yerlerin altını çizmeyi seviyorum. Düşkıranlar’da da altını çizdiğim yerlerdeki tamlamalar dikkatimi çekti. Bu çok özgün tamlamalara da birkaç örnek vereyim: “gerçekliğin dönüştürücü darbeleri”, “tekellerin sponsorluğunda evcilleştirilen sanatçı”, “çoksatar yazıcı”, “insanın bütün kazanımlarının çöpe atıldığı çürüntü sistemi”, “tekelci kapitalizmin temsili ‘demokrasi’ tiyatrosu”, “tekellerin para kasaları ve memur depoları olarak inşa edilen gökdelenler”.

Kitaptaki bölümlerde burjuva kültürü, sinema eleştirileri, mizah üzerine yazılar ve yol yazıları yer almakta… Sinema eleştirileri bölümünde ansızın aramızdan ayrılmış olan değerli insanımızı; Yavuzer Çetinkaya’yı, onunla ölmeden önce yapılan son röportaj ile daha iyi tanıdım ve yitirişimize bir kez daha üzüldüm. Bu günleri ne kadar net ve doğru bir şekilde o zamanlardan görmüş. Ve o görüşlerin hiçbiri eskimemiş. Hollywood filmlerini boykot eden fikirdaşımız Yavuzer Çetinkaya, “üretmenin, paylaşmanın, doğayı tüketerek değil, doğayı yeniden üreterek yaşamanın insanoğluna da, evrensel dengelere de en yakışan ve uyan doğru olduğunu herkes anlayacak” diyor.

B. Sadık Albayrak’ın yazıları neden eskimiyor. Bizim Sadık dürtülerle değil, toplumsal bir sorumlulukla yazdığı için… “Önemli olan ‘yorumlayarak’ rıza göstermek değil, anlayarak ‘değiştirmektir’.” dediği için… En önemlisi de doğru bir ideolojik bakış ile sanata edebiyata baktığı için. İşte bu bakış ile bakınca görülen şudur: “Bir zamanların demokrat sinemacıları tekelcilerin sanatkârlığına geçiyorlar.” “Demokrasi kapitalist devletin bir durumu; tekelleşme sürecinde demokrasi son derece kısa süreli ve geçici bir durum.” “Çünkü demokrasi kapitalizmden kopmamayı anlatıyor. (…) Demokratlar, devrimci bir dönemde yanlışlıkla sürüklendikleri emekçi saflardan egemen sınıfın hizmetine, asıl saflarına geçiyorlar.” Ve günümüzdeki dönek sözünün açıklaması da böylece verilmiş oluyor. Bizim Sadık’ın yazıları bu bakışın sağlamlığı nedeni ile de eskimiyor. Tekellerin ortaçağı sürdükçe, Sait Faik’in kitapta da değinilen öyküsünde dediği gibi “yazmazsam ölürüm” diyeceğiz ve tekellerin ortaçağından çıkana, o hakkında daha hiç yazılıp çizilmemiş olan; birlikte üretmekten doğan güzele erene kadar eskimeyecek olan yazılarımız, Düşkıranlar’a karşı durmaya devam edecek.
(http://www.abcgazetesi.com/ 13.04.2016)

Kitabın Künyesi
Düşkıranlar
B. Sadık Albayrak
Yayıncı: Doğu Kitabevi
11 / 2015
304 Sayfa