Olağanüstü yaratıcılık ve ustalıklarıyla eşiği geçen kimi edebiyatçılar tüm zamanlarda okurun gönlünde şenlik ateşleri yakmayı başarır. Böylece yüzyıllara direnerek hayal bile etmedikleri kuşaklar tarafından da heyecanla okunurlar. Aralarından kimileri de âdeta dâhi gibi görünür. Onlar belki sonraki yüzyıllar boyunca da büyük yaratıcılıklarıyla anılarak okunacak. Edebiyatın pek çoklarınca benimsenen dâhileri kimlerdir?
Cem Akaş: “Dâhi yazar olmak isteyenlere ipuçları…”
Herhangi bir alanda –fizik, resim, tıp, vs.– nasıl dâhi olunur? O alanın teknik yanlarını çok iyi ve çok özgün bir biçimde (yoksa yalnızca çok zeki olursunuz) kavrıyor olmak gerekir tabii, ama ayrıca evreni kavrayışınızın da çok özgün olması gerekir (yoksa yalnızca çok yetenekli olursunuz). Sırf insanı ya da toplumu ya da doğayı değil, evreni. Dâhi yazarlar için de geçerli bu bence. Böyle bakıldığında “dâhi yazar” sayılması gerektiğini düşündüğüm kimler var – ilk aklıma gelenler: Laurence Sterne, Miguel de Cervantes Saavedra, Shakespeare, James Joyce, Fyodor Dostoyevski, Laurence Durrell, Italo Calvino, Julio Cortázar, Jorge Luis Borges, William Faulkner, Thomas Pynchon, Samuel Beckett, Kurt Vonnegut, Virginia Woolf, Franz Kafka, Thomas Mann.
İnci Aral: “Shakespeare, Dostoyevski, Tolstoy, Nâzım, Çehov.”
Bana göre, dünyanın en büyük yazarları; yapıtlarının ve dillerinin zenginlik ve sağlamlığı, insan hallerini yansıtmadaki derinlikleri, insani ve vicdani bakışlarının üstün niteliğiyle zamanlarından çok sonraya kalan, klasikleşen yazarlardır.
Dâhi olup olmadıklarını bilemem. Ama kendi büyüklerimi şöyle sıralıyorum: William Shakespeare, Fyodor Dostoyevski, Lev Tolstoy, Nâzım Hikmet, Anton Çehov, Gustave Flaubert, Nabokov, Charles Dickens.
Burhan Sönmez: “Dante, Cervantes, Shakespeare, Kafka…”
Marx’ın ölümünden sonra yakın arkadaşı Engels, “Bizler birer yeteneğiz, ama Marx bir dâhi,” demişti.
Yetenek ile dehayı ayıran çizgi belki şuradaydı: Yetenek, kimsenin göremeyeceği kadar uzağı görebilmek iken; deha, kimsenin bakmayı akıl edemediği yöne bakmaktı. Deha, kurucu bir rol üstlenir. Yeni bir şeyi yetkince kurar. Dante, Cervantes, Shakespeare, Dostoyevski ve Kafka gibi yazarlar, o güne kadarki edebi ve kültürel birikimi kimsenin görmediği yeni bir kanala akıtarak, bize düşünülmemiş dehai bir bakış verdiler. Dünyaya ve kendimize başka türlü bakmamızı sağlayarak, hayatımıza yeni bir ufuk sundular.
Behçet Çelik: “Rimbaud, Çehov, Cervantes, Refik Halid…”
“Deha” kelimesi sözlüklerde, “İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey” olarak tanımlanıyor. Edebiyatta, yazarın zekâsının ve kişiliğinin pek de önemli olduğunu sanmıyorum. Bir edebiyat eseri gücünü zekâdan çok yazarın hissediş, görüş, kavrayış ve hiç kuşkusuz bunları edebi bir dil ve kurgu içerisinde ifade etme yeteneklerinden alır. Bunların da zekâ gibi doğuştan gelmeyip çalışmakla edinildiğini düşünüyorum. Nerede okuduğumu hatırlamadığım şu sözü önemserim: “Deha yoktur, çok çalışmak vardır.” Bununla birlikte, hiç umulmadık biçimde, mesela çok genç yaşta çarpıcı eserler vermiş yazar ve şairler için deha kelimesini kullanmak çok yanlış olmaz. Rimbaud’nun 17 yaşında yazdığı şiirler buna örnek verilebilir. Aynı biçimde, çok genç yaşta güçlü eserler veren ve Yahya Kemal’in deyişiyle “Türkçeye çeşni katan” Refik Halid Karay, ya da içinde yetiştiği sözlü kültürün anlatım biçimlerini hayli başarılı biçimde evrensel edebi formlara nakleden Osman Cemal Kaygılı’nın verdikleri eserler için de “umulmadık” sıfatını kullanabiliriz. O zamana dek, daha çok süslü söz söyleme sanatı ve gösterişli insanların maceralarının anlatılması olarak görülen edebiyata sıradan insanların yaşantılarının alabildiğine yalın biçimde aktarılması anlamını kazandıran Çehov’u ve roman türünün öncüsü sayılan Don Quixote’yi yazarken, yüz yıllar sonra tartışılacak üst-anlatının da ilk örneğini veren Cervantes’i de bu anlamda deha sayabiliriz.
Ethem Baran: “Cervantes, Dostoyevski, Balzac, Tolstoy, Woolf…”
Cervantes: Gerçeklik testini reddeden kahramanı Don Quijote ile hiçbir yazarın olamayacağı kadar yakın olmayı başarmıştır. Kahramanı, bizim sıkıcılığımız ve hayallerden uzak duruşumuz nedeniyle bizim için, bizim yerimize aklını kaybetmiş, bilgelerin bilgesi olmuştur. Don Quijote, kâğıt üzerine düştüğü günden beri yüzyıllardır hakiki romanların içinde at koşturmakta, has yazarların zihinlerinde dolaşa dolaşa kendini çoğaltmaktadır.
Dostoyevski: “Bizlerin ancak yarıya kadar getirme yürekliliğini gösterdiğimiz şeyleri o sonuna kadar götürmesini” bilmiştir.
Balzac: Bir kasabayı dolduracak kadar kahraman yaratabilen bir yetenektir. Toz zerreciğinden sonsuza ulaşabilen büyük bir zekâ.
Tolstoy: Kapısı evrene açılan bir edebiyatın yaratıcısıdır.
Virginia Woolf: Bir ânı sayısız zaman parçasına dönüştürerek birbiri içinde eritirken dilin genişliğini bizlere gösteren eşsiz bir beyin.
Márquez: Geçmiş, şimdi ve geleceği tek bir âna sıkıştırabilen, üstelik bunu baş döndürücü bir hızla gerçekleştirirken hiçbir şeyi döküp saçmayan büyük yetenek.
James Joyce: Benzeri olmayan bir kelime ustası.
Bahri Vardarlılar: “Jules Verne, Amicis…”
Dâhi yazar denince –ki bana biraz sorunlu bir tanım gibi geliyor– her zaman sözünü ettiğimiz ve daha da edeceğimiz “büyük yazarları” anlamak istemiyorum. Bence bu bağlamda anılması gerekenler, bizi edebiyat olgusuyla ilk tanıştıran yazarlar. Şöyle ya da böyle bütün ömrümüz boyunca okuduğumuz o ilk şeylerden bize geçen büyüyü aramaya devam ediyoruz. Kırk yılın başı da olsa onların bizdeki haklarını teslim etmenin yerinde olacağını düşünüyorum. Bu anlamda dâhi yazarlar, haklarının bu kadar yenmesini kesinlikle hak etmeyen dahi yazarlar; Kemalettin Tuğcu’dur, Muzaffer İzgü’dür, Selma Mine, Aziz Nesin, Jules Verne, Agatha Christie’dir. Pal Sokağı Çocukları’nın, Siyah İnci’nin adını hatırlayamadığım yazarlarıdır, Çocuk Kalbi’nin yazarı Edmondo de Amicis’tir. Dâhi yerli öykücü otuz beş yıl önce Milliyet Çocuk dergisinde çıkan “Sarı Köpek” adlı öykünün adını ne yazık ki hatırlayamadığım yazarıdır. En dâhice deneme, yine aynı derginin 1979 Şubatı’ndaki sayılarından birinde, çocukluğunda seyrettiği King Kong filminden nasıl etkilendiğini muhteşem bir biçimde anlatıp beni hayranlıktan ağzım açık bırakan Vedat Türkali’ye aittir.
Hazırlayan: Duygu Bayar Ekren
http://www.notosoloji.com/