Ekonomistlerin Gözünden Mutluluk: Neden Para Değil, Ruhumuz Eksik?

Sosyal Adaletin Göz Ardı Edilen Maliyeti ve “Acının” Yanlış Ölçümü

Yazar: Âkil Bîçare (Psikologlar Sosyal Değişim İçin Nasıl Harekete Geçmeli?)


Aziz İnsanlar, Ey Hükümetlerin Mutluluğunu Hesaba Katanlar!

Şimdi size, dünyaca ünlü ekonomistlerin hazırladığı ve psikologların hışmına uğrayan “Mutluluğun Kökenleri” (The Origins of Happiness) adlı o meşhur raporun ahvalini anlatacağım. Bu rapor, büyük verilerle (data) gelip diyor ki: Beyler, yanıldınız! İnsanları mutsuz eden yoksulluk, işsizlik değil; asıl dert, akıl hastalığıdır!

Lakin bizim Sosyal Değişim Psikologlarımız bu teze karşı öyle bir feryat koparıyorlar ki, haklılıkları insanın vicdanını sızlatır. Çünkü mesele, mutluluğu ölçmek değil, acının kökenini inkâr etmektir!


I. Ekonomistin Yanılgısı: Akıl Hastalığı Mı, Toplumsal Sefalet Mi?

Raporun en çarpıcı ve en tehlikeli bulgusu şudur:

  • Yanlış Tespit: Gelir artışının mutluluk üzerindeki etkisi, akıl hastalıklarının veya ilişki sorunlarının etkisinden çok daha azdır. Rapor, yoksulluğu gidermenin maliyetinin, akıl hastalıklarını tedavi etmenin maliyetinden daha yüksek olduğunu iddia eder.
  • Psikologların İtirazı: Sosyal Değişim Psikologları (Psychologists for Social Change), bu mantığı kökten reddediyor. Diyorlar ki: “Siz, Akıl Hastalığı’nı, yoksulluktan ve toplumsal eşitsizlikten ayrı, bireysel bir sorun gibi görüyorsunuz!” Bu, hem kavramsal bir saflık hem de sınıfsal bir ihanettir!
  • Gerçeklik: Akıl hastalığı dediğiniz şey (misery/sefalet), yeterince kötü şeyin yaşanmasının veya şiddetli toplumsal baskının bir sonucudur. Yoksulluk, güvensizlik, toplumsal dışlanma ve eşitsizlik, bireyin ruhunu ezdikçe, semptomlar (akıl hastalığı etiketleri) ortaya çıkar. Yani akıl hastalığı, sefaletin kendisidir; sebebi değil!

II. Bireysel Çözüm Tuzağı: Bandajla Köprü Kapatmak

Raporun politika önerileri de bu bireyci yanılgı üzerine kuruludur.

  1. Bireysel Terapiye Sığınmak: Rapor, çözümü çoğunlukla bireysel terapilerde ve çocuklara yönelik “dayanıklılık eğitimi” (resilience training) gibi yöntemlerde arar.
  2. Sınırlı Etki: Psikologlar, bu terapilerin faydalı olduğunu kabul etse de, sınırlarını net olarak bilirler: “Bireysel tedaviler, yoksulluk ve sosyal eşitsizlik devam ettiği sürece, en iyi ihtimalle kısa ömürlüdür!” Bandaj, köprüyü tutmaz.
  3. Göz Ardı Edilenler: Rapor, suçluluk, çocuklukta yaşanan şiddet ve toplumsal baskı gibi sefaletin kökenini oluşturan konuları istatistiksel analizden kasten dışlamıştır. Çözüm önerileri, sosyal eşitsizliği, güvensizliği ve toplumsal ayrışmayı hedef alan politikalar yerine, bireysel psikolojik müdahalelerle sınırlıdır.

III. Siyaset ve Etik: Mutluluğun Tek Ölçütü Yeterli mi?

Psikologlar, sadece metodolojiye de itiraz eder:

  1. Basit Ölçümün Kibri: Rapor, mutluluk gibi çok katmanlı ve karmaşık bir kavramı, sadece tek bir soruyla (“Hayatınızdan ne kadar memnunsunuz?”) ölçmeye çalışır. Bu, çok disiplinli bir gerçeği, ekonomistlerin dar mantığına sıkıştırmaktır.
  2. Teknokrasi Tehlikesi: Raporun asıl amacı, mutluluğu “teknokratik” ve merkezileştirilmiş bir politika aracı haline getirmektir. Bu durum, bizi Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünyasına benzer bir sonuca götürür: Hükümet, vatandaşlarını mutlu olmaya zorlar, zira mutluluk, politika yapmanın tek hedefi haline gelir.

Sonuç: “Mutluluğun Kökenleri” raporu, modern kapitalist sistemin sorunları bireyselleştirme eğilimini yansıtan tehlikeli bir örnektir. Rapor, toplumsal adaletsizliğin yarattığı sefaleti görmezden gelip, bireyin ruhunu tedavi etmeye odaklanarak, aslında sistemin çürümüşlüğünü örtmeye çalışmaktadır.

Gerçek mutluluk, psikolojik terapiyle değil; yoksulluğu, eşitsizliği ve sosyal adaletsizliği kökünden söken toplumsal eylemle mümkün olacaktır!