Freak Orlando ve Queer Tarihyazımının İmkansızlığı Üzerine

Ulrike Ottinger’ın 1981 yapımı Freak Orlando filmi, Virginia Woolf’un Orlando romanından esinlenerek, transgender bir kahramanın tarih ötesi yolculuğunu anlatır. Film, queer tarihyazımının lineer ve normatif anlatılara meydan okuyan doğasını, kaotik ve parçalı bir estetikle performe eder. Bu metin, filmin, tarihsel anlatının sabitliğini sorgulayan, kimliklerin akışkanlığını vurgulayan ve toplumsal normların dışına çıkan bir anlatı sunduğunu savunur. Aşağıdaki paragraflar, filmin bu imkansızlığı nasıl inşa ettiğini, farklı disiplinlerden beslenerek çok katmanlı bir şekilde ele alır.

Normların Çözülüşü

Freak Orlando, toplumsal normların sabitliğini sorgulayan bir estetik sunar. Film, 1981 Batı Almanya’sında, queer kimliklerin henüz birleşik bir hareket oluşturmadığı bir dönemde çekilmiştir. Bu bağlamda, transgender kahraman Orlando’nun yolculuğu, cinsiyet ve kimlik kategorilerinin tarihsel olarak nasıl inşa edildiğini açığa vurur. Ottinger, Weimar dönemi kabare estetiğini ve faşist baskının izlerini bir araya getirerek, normatif kimliklerin hem özgürleştirici hem de baskıcı tarihsel süreçlerini gözler önüne serer. Orlando’nun sürekli değişen kimliği, cinsiyetin sabit bir özden ziyade performatif bir akış olduğunu vurgular. Film, bu akışkanlığı, tarihsel dönemler arasında keskin geçişler yapmadan, kolaj benzeri bir anlatıyla güçlendirir. Bu yapı, queer tarihyazımının lineer anlatılara hapsolamayacağını gösterir; çünkü queer kimlikler, sabit kategorilere direnir. Orlando’nun “freak” olarak tanımlanması, norm dışılığı kucaklayan bir kimlik önerir ve toplumsal kabul arayışını reddeder.

Tarihin Parçalı Aynası

Freak Orlando, tarihin düzgün bir anlatı olarak sunulmasına karşı çıkar. Film, Orta Çağ’dan modern döneme, Engizisyon’dan Weimar liberalizmine uzanan bir zaman yolculuğu sunar, ancak bu yolculuk kronolojik değildir. Ottinger, tarihsel dönemleri birbiriyle çarpıştırarak, queer kimliklerin tarih boyunca nasıl görünmez kılındığını veya çarpıtıldığını ifşa eder. Örneğin, filmde Nazi baskısı ile S&M estetiği arasındaki görsel bağlantılar, cinsel kimliklerin politik baskıyla nasıl iç içe geçtiğini gösterir. Bu parçalı yapı, queer tarihyazımının imkansızlığını performe eder; çünkü tarih, heteronormatif bir mercekle yazıldığında, queer deneyimleri ya silinir ya da marjinalize edilir. Orlando’nun yolculuğu, bu silinmiş anlatıları yeniden hayal etmeye çalışır, ancak bunu yaparken tutarlı bir hikaye sunmaz. Bu, tarihin birleştirici bir anlatı olmaktan çok, çelişkilerle dolu bir mozaik olduğunu kabul eder.

Kimliğin Akışkan Dili

Filmin dilbilimsel yapısı, queer kimliklerin sabit kategorilere direncini yansıtır. Ottinger, diyaloglar ve görsel imgeler aracılığıyla, dilin kimlikleri tanımlama ve sınırlama gücünü sorgular. Orlando’nun cinsiyet geçişleri, dildeki ikili cinsiyet kategorilerini bozar; ne “erkek” ne de “kadın” olarak sabitlenir. Film, bu akışkanlığı, Weimar kabaresinin abartılı estetiği ve grotesk imgelerle güçlendirir. Örneğin, “Freak City” sakinleri, normatif dilin dışında bir varoluş sergiler; onların bedenleri ve davranışları, dilin normatif sınırlarını aşar. Bu, queer tarihyazımının, heteronormatif dilin dayattığı kategorilere hapsolamayacağını gösterir. Ottinger’ın dili, hem görsel hem de işitsel olarak, sabit anlamlar üretmekten kaçınır ve izleyiciyi kimliklerin sürekli yeniden inşa edildiği bir alana davet eder.

Toplumun Sınırlarında Var Olmak

Freak Orlando, queer bireylerin toplumsal normların dışında var olma mücadelesini ele alır. Film, 1980’lerin başında, AIDS krizi ve queer hareketin henüz kristalleşmediği bir dönemde, toplumsal dışlanmayı radikal bir şekilde kucaklar. Orlando’nun “freak” kimliği, yalnızca cinsiyet normlarını değil, aynı zamanda fiziksel ve zihinsel normları da sorgular. Filmde, engelli bedenler, farklı fiziksel özellikler ve norm dışı davranışlar, toplumsal kabulün sınırlarını zorlar. Ottinger, bu karakterleri, Antik Yunan’dan Nazi Almanyası’na kadar uzanan bir tarihsel çerçevede sunarak, “freak” kavramının evrensel bir dışlanma mekanizması olduğunu gösterir. Bu, queer tarihyazımının, yalnızca cinsel kimlikleri değil, tüm norm dışı varlıkları kapsayan bir anlatı gerektirdiğini vurgular. Orlando’nun yolculuğu, bu dışlanmışların tarihini görünür kılmaya çalışır, ancak bunu yaparken normatif bir “kurtuluş” anlatısı sunmaz.

Bedenin Özgürleşmesi

Film, bedenin toplumsal kontrol mekanizmalarından kurtuluşunu araştırır. Orlando’nun sürekli dönüşen bedeni, cinsiyetin ve kimliğin biyolojik bir özden ziyade kültürel bir inşa olduğunu gösterir. Ottinger, bu dönüşümleri, grotesk ve abartılı görsel imgelerle vurgular; örneğin, “Freak City”deki bedenler, normatif estetik anlayışını altüst eder. Film, bedenin özgürleşmesini, Weimar dönemi kabare estetiğiyle bağdaştırarak, bu özgürleşmenin tarihsel bir bağlamda nasıl mümkün olduğunu sorgular. Ancak, Nazi baskısının ve modern tüketim kültürünün imgeleri, bedenin özgürleşmesinin her zaman kırılgan olduğunu hatırlatır. Queer tarihyazımı, bu bağlamda, bedenin tarih boyunca nasıl hem özgürleştirildiğini hem de kontrol altına alındığını anlamaya çalışır. Orlando’nun bedeni, bu çelişkili tarihin bir aynası olarak işlev görür.

Anlatının İmkansızlığı

Freak Orlando, queer tarihyazımının anlatısal imkansızlığını performe eder. Film, geleneksel hikaye anlatımını reddederek, kolaj benzeri bir yapı benimser. Bu yapı, queer kimliklerin tarihsel anlatılarda nasıl parçalandığını ve yeniden birleştirilemediğini yansıtır. Ottinger, tarihsel dönemleri ve kimlik kategorilerini bir araya getirirken, tutarlı bir anlatı sunmaktan kaçınır. Örneğin, filmde modern bir mağaza ile Orta Çağ sahneleri yan yana gelir, ancak bu geçişler açıklanmaz. Bu, queer tarihyazımının, heteronormatif anlatıların sunduğu “başlangıç-orta-son” yapısına uymadığını gösterir. Orlando’nun yolculuğu, bir sonuca ulaşmaz; aksine, sürekli bir akış içinde kalır. Bu, queer kimliklerin tarihsel olarak sabitlenemeyeceğini ve anlatıların her zaman eksik kalacağını kabul eder.

Özgünlüğün Yeniden İnşası

Film, queer kimliklerin özgünlüğünü yeniden inşa etme çabasını ele alır. Ottinger, Orlando’nun yolculuğunu, tarihsel ve kültürel bağlamlardan bağımsız bir “öz” arayışı olarak sunmaz; aksine, kimliklerin sürekli yeniden üretildiğini vurgular. Filmde, “Freak City” sakinleri, normatif toplumun dışında kendi topluluklarını oluşturur. Bu topluluk, queer tarihyazımının, bireysel kimliklerden ziyade kolektif direniş anlatılarına odaklanması gerektiğini önerir. Ottinger, bu kolektifliği, Weimar kabaresinin kaotik enerjisiyle ve faşist baskının gölgesinde şekillenen direniş imgeleriyle güçlendirir. Film, özgünlüğün, sabit bir kimlikte değil, sürekli değişim ve direnişte yattığını savunur. Bu, queer tarihyazımının, kimlikleri sabitlemek yerine, onların akışkanlığını ve çoğulluğunu kutlaması gerektiğini gösterir.