Gladyatörler, Roma İmparatorluğu’nda eşitlik ve özgürlük arayan isyancıların Spartacus liderliğindeki efsanevi hikâyesini anlatıyor.

Arthur Koestler Gladyatörler’de geleneksel değerlerin çöküşü, ekonomik bozukluklar, işsizlik, yolsuzluk ve yozlaşmış bir yönetici sınıf yüzünden büyük karmaşa içindeki Roma İmparatorluğu’nda yaşanan bir ayaklanmayı ele alıyor: 70 gladyatörün başlattığı isyanın kısa süre içinde 100 bin kişilik bir halk hareketine dönüşerek İtalya’nın önemli kısmında hâkimiyet kurmasını; isyanın lideri Spartacus’ün bir “ütopya”yı, “Güneş Devleti”ni arayışını çarpıcı ve ustalıklı biçimde aktarıyor.

Devrimlerin doğasını ve başarısız olma nedenlerini incelemenin yanı sıra siyasi ahlâk meselesini de temel alan, Türkçede daha önce Spartacus adıyla yayımlanan Gladyatörler düşündürücü, sürükleyici, epik bir eser.

“Arthur Koestler, özel ve siyasi ahlâkın en zor ve rahatsız edici konularına saldıran ve ciddi sorular ortaya attıktan sonra bizi asla hazır veya kaçamak cevaplarla tatmin etmeye çalışmayan çok az romancıdan biridir.”
Saul Bellow


Tarihte Köle Savaşı ya da Gladyatörler Savaşı olarak bilinen olaylar MÖ 73-71 yılları arasında yaşanmıştır.


OKUMA PARÇASI

GİRİŞ
Yunuslar
Hâlâ gece.
Horozlar ötmedi hâlâ.
Ama Pazar Mahkemesi’nin Birinci Kâtibi Quintus Apronius,
kâtiplerin horozlardan erken kalkması gerektiğini biliyordu.
Ayak parmaklarıyla pis ahşap zeminde sandaletlerini aranırken sızlandı. Sandaletler yine ters duruyor, ayak uçları yatağa bakıyordu: İşte yeni günün ilk aksiliği; kim bilir daha neler görecekti?
Ayaklarını sürüye sürüye pencere kenarına gitti, aşağıya, avluya baktı, beş katın ortasında derin bir kuyu. Bir deri bir kemik kalmış, ihtiyar kadın yangın merdivenini çıkıyor: Kâhyası
ve tek kölesi Pomponia kahvaltı ve bir kova sıcak su getiriyor.
Onun dakik olduğunu söyleyebilirdi Apronius. Dakik, ihtiyar
ve bir deri bir kemik.
Su ılık, kahvaltıysa berbattı: Günün ikinci can sıkıntısı. Sonra birden aklına Yunuslar geldi, gününün muhteşem zirvesini düşününce yüzüne bir gülümseme yayıldı. Pomponia odada telaşla sağa sola koştururken çene çalıp söyleniyor, kâtibin
kıyafetinin karmaşık katlarını düzeltmeye yardım ediyor, giysilerini fırçalıyordu. Apronius yangın merdivenini endişeli bir
ağırbaşlılıkla indi, etekleri basamakları süpürmesin diye toga-
sını ihtiyatla yukarı topladı; Pomponia’nın elinde süpürgesiyle
camdan onu izlediğini biliyordu.
Şafak söküyordu. Apronius hâlâ togasını tutarak evlerin kenarından ilerliyordu, çünkü dar yoldan büyük gürültüler ve
deh sesleri arasında arkası gelmez bir öküz ve at arabaları silsilesi geçiyordu: Gündüz Capua Caddelerinde Taşıt Kullanmak
Kesinlikle Yasaktır.
Balık pazarıyla parfüm ve merhem tezgâhlarını ayıran caddeden bir grup işçi ona doğru geliyordu. Bunlar kent köleleri, tıraşsız suratlarından feri kaçmış gözlerini ona diken kabadayılardı. Canı sıkılan Apronius iyice duvar dibine girdi, pelerinini
tuttu, küçümsemeyle homurdandı. Köleler yürüyüp geçti, ikisi ona sürtündü, umursamadılar, özür de dilemediler. Kâtip öfkeyle titredi ama bir şey demeye cüret edemedi: Adamlar zincire vurulmamıştı –lanet yeni moda bir gevşeklikti bu–, şefleri de
güruhun epey gerilerinde oyalanıyordu.
Sonunda geçip gittiler, Apronius artık yoluna devam edebilirdi ama günü berbat olmuştu bir kere. Devir tehlikelerle doluydu, Büyük Diktatör Sulla öleli beş yıl olmuş, dünya yine zıvanadan çıkmıştı. Sulla tam bu işin adamıydı, düzenin nasıl
sağlanacağını, alt tabakanın demir yumrukla nasıl ezileceğini iyi bilirdi. Yüzyıllık devrim kargaşasının ardından gelmişti:
Çılgın reform planlarıyla Gracchi’ler, Sicilya’daki korkunç köle ayaklanmaları, Marius ve Cinna Roma’nın kölelerini silahlandırıp Aristokrat Parti’yle savaşa yolladığında başıboş kalan
güruhun yarattığı dehşet. Dünya medeniyeti köklerinden sarsılmıştı: Köleler, körelmiş, pis kokulu yığınlar, iktidarı ele geçirmekle tehdit etmiş, yarının efendileri havasına girmişlerdi.
Ama işte kurtarıcı, Sulla gelmiş, dizginleri eline almıştı! Sonra
onlar için Halkın Tribünü’nün1
çenesini kapatmış, en isyankâr
kelleleri uçurmuş, Halkın Partisi liderlerini İspanya’ya sürgüne
yollamıştı. İşsiz güçsüz takımının mükâfatı olan karşılıksız tahıl dağıtımını iptal etmiş, halka daha binlerce yıl, zaman dur

1 Roma’da cumhuriyetin ilk yıllarındaki Pleb-Patrici mücadelesinden sonra ortaya çıkan, Pleb Tribünü de denilen, ayrıcalıklı sınıf olan Patricilerin dışında
kalan vatandaşların, Pleblerin hakkını koruyan kamu görevlileri – yay.haz.n.

dukça yaşayacak yeni, katı bir anayasa vermişti; ondan sonra
ne yazık ki Büyük Sulla bitlenmiş, bitler onu yiyip bitirmişti.
Bu duruma Phthiriasis deniyordu.
Aradan sadece beş yıl geçmişti – ama şimdi o güzel zamanlar
ne kadar da uzaktı! Dünya yine tehlikelerle dolu ve sorunluydu, aylaklara yine bedava tahıl vardı; Halkın Tribünleri ve demagoglar kan dondurucu sözleriyle yine sonu gelmez nutuklar
atabiliyordu. Lidersiz kalan soylular taviz veriyor, kararsız kalıyor ve ayaktakımı bir kez daha başını kaldırıyordu.
Pazar Mahkemesi’nin Birinci Kâtibi Quintus Apronius gününün tam anlamıyla berbat olduğunu hissediyordu; Yunuslar’ı,
gününün muhteşem zirvesini düşünmek bile onu neşelendiremedi. Sonra ahşap ilan panosu gözüne ilişti; yazıcılar panoyu yeni bir ilanla donatıyordu. Epey büyük bir ilandı bu, yazıcıların işi bitmek üzereydi: En üstüne, kolları her yöne dimdik
uzanan kıpkırmızı bir güneş çizilmişti. Onun altında, kentin
en büyük gladyatör okulunun sahibi ve müdürü olan Lentulus
Batuatus, zarif Capua halkını müthiş bir gösteriye davet etmekten gurur duyuyordu. Hava nasıl olursa olsun şenlik ertesi gün
gerçekleştirilecekti, çünkü müdür Batuatus muazzam masraflara aldırmaksızın yüce halkı olası yağmurdan, hatta güneşten
korumak için tüm arenanın üzerine tente gerdirecekti. Ayrıca
aralarda tüm oditoryuma parfüm sıkılacaktı.
“Ey şenlik oyunlarını sevenler, Capua’nın muhterem vatandaşları acele edin; ey yüz altı dövüş kazanan Pacidejanus’un
başarılarına tanıklık edenler, bir zamanların yenilmez Carpophore’unun hayranları, Lentulus Batuatus’un ‘dövüş ve öl’ okulunun meşhur dövüşçülerini göreceğiniz bu eşsiz fırsatı kaçırmayın…”
İlanın devamında dövüşecek takımların uzun listesi vardı,
bu listede en göze çarpansa Galyalı gladyatör Crixus ile Trakyalı2
arena lideri Spartacus arasındaki dövüştü. Duyuru, yüz elli
aceminin AD GLADIUM yani adam adama dövüşeceğini, ayrı

2 “Traklar, Antikçağ’da günümüzdeki Doğu Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan’da yaşamış, MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender’in, topraklarını ele geçirmesiyle asimile olmuş bir kavimdir.” (wikipedia) – yay.haz.n.

ca yüz elli de AD BESTIARIUM yani adama karşı hayvan dövüşü olacağını ilan ediyordu. Öğle arasında ve arena temizlenirken cüceler, sakatlar, kadınlar ve palyaçolar arasında şakadan
dövüşler düzenlenecekti. Biletler üç astan elli sestertiusa kadar
değişen ücretler karşılığında Titus’un fırınından, Hermios’un
açık hava hamamlarından ve Minerva Tapınağı’nın girişindeki
yetkililerden önceden alınabilirdi.
Quintus Apronius küçümsemeyle homurdandı; Roma’da
hırslı politikacıların seçim kampanyaları sayesinde bedava
oyun düzenine geçileli çok olmuştu. Ama bu geri kalmış taşra kenti Capua’da herkes küçük eğlencesinin bedelini ödemek
zorundaydı. Apronius simaen tanıdığı müdür Lentulus Batuatus’tan bedava bilet istemeye karar verdi. Capua’nın en seçkin
vatandaşlarından olan oyunlar müdürü, aynı zamanda Yunuslar’ın müdavimlerindendi; Apronius daha önce defalarca onunla tanışmaya niyetlenmişti.
Bu kararıyla keyfi birazcık yerine gelen Apronius yoluna devam etti; az sonra Kent Pazar Mahkemesi duruşmalarının yapıldığı Minerva Tapınağı Salonu’na vardı.
Güneş yükseliyor, meslektaşlar birer birer boy gösteriyordu; önce oturaklı aksi tavırlarıyla uykulu küçük memurlar geldi. Davalı iki taraf çoktan gelmişti, pazardaki bir tezgâh üzerine
kavgaya tutuşan balık satıcılarıydılar; mübaşir çağırana dek dışarıda beklemeleri söylenmişti. Memurlar salonda uyuşuk uyuşuk dolanıyor, sıraları itiyor, mahkeme başkanının masasındaki evraklarını düzenliyordu. Quintus Apronius’un meslektaşları arasında belli bir itibarı vardı, bu itibar kısmen on yedi yıllık hizmetinden, kısmen de bir Yardımlaşma ve Cenaze İşleri
Cemiyeti’ndeki Fahri Sekreter konumundan kaynaklanıyordu.
Şu anda bile genç bir meslektaşını kendi “Diana ve Antinous
Müritleri” cemiyetine çekmek için uğraşıyor, tenezzül edip cemiyet yönetmeliğini iyi niyetle açıklıyordu. Yeni üyeler yüz
sestertius giriş ücreti öder, yıllık üyelik aidatı on beş sestertiustur ve aylık beş as taksitler halinde ödenebilir. Öte yandan cemiyet fonu, ölen her üyenin yakılması için üç yüz sestertius
öder; intiharlar da buna dahildir. Cenaze konvoyu için elli ses-
tertius düşülür ve ölünün yakılacağı odun yığınına varıldığında bu para aralarında bölüştürülürdü.
Toplantılarda tartışma çıkaran, dört sestertius para cezası
öder, kavga başlatan on iki, başkana sataşan yirmi sestertius ceza öder. Ziyafetlerle her yıl değişen dört üye ilgilenir; bu üyeler kanepeler için uzun yastıklar, kilimler, sıcak su ve tabak çanak, ayrıca iyisinden dört küp şarap ve her üye için iki aslık bir
somun ve dört sardalya tedarik etmekle yükümlüdür. Quintus
Apronius ona güzel güzel anlatmıştı, oysa meslektaşı bundan
şeref duymak yerine sadece düşüneceğini söyledi. Hayal kırıklığına uğrayıp keyfi kaçan Apronius saygısız gence sırtını döndü.
Diğer memurlar da gelmeye başlamıştı, daha üst düzey ve
nüfuzlu olanlar arkadan geldi, en sonunda da yargıçlık görevini üstlenen Kent Konseyi üyesi girdi. Nazikçe maiyetindekilerden ayrıldı, onun sandalyesi ve evrakları için koşuşturmakla meşgul Apronius’a başıyla mağrur bir selam verdi. Davalılar
ve halk içeri girdi, duruşma ve onunla birlikte Apronius’un işi,
mesleği ve hobisi başlamıştı: Yazmak. Solgun yüzü aydınlandı;
güzel temiz parşömen kâğıdına her bir kelimeyi itinayla ve hazla yazıyordu – hiç kimse o kadar süslü yazamaz, hiç kimse dakikaları on yedi yıllık hizmetiyle üstlerinin üstü kapalı güvenini kazanan Apronius kadar verimli kullanamazdı. Davalılar çileden çıkar, avukatlar konuşur, tanıklar sorguya çekilir, bilirkişiler dinlenir, evraklar yığılır, yasalar yüksek sesle okunur –
ama tüm bunlar Apronius’un tutanak yazma sanatını sergilemesi için birer bahanedir; bu aşamanın gerçek kahramanı odur,
ötekiler kuru kalabalıktır. Güneş tepede parlayıp mübaşir davanın ertelendiğini ilan ettiğinde Apronius davanın neyle ilgili
olduğunu çoktan unutmuştur. Ama davalının konuşma kaydına noktayı koyan ve onu güzelleştiren olağanüstü parlak süslemesi, gözkapaklarının ardında inip çıkmaya devam eder.
Apronius tutanakları ve evrakları titizlikle üst üste koydu,
Konsey Üyesi’ni saygıyla, meslektaşlarını samimiyetle selamladı; kıyafetinin katlarını beline toplayarak resmî faaliyetlerinin
sahnesini terk etti. Uzun adımlarla Oscian Mahallesi’ndeki İkiz
Kurtlar Tavernası’na yürüdü, burada Diana ve Antinous Mü-
ritleri’ne bir masa ayrılmıştı. Son yedi yıldır, yani Pazar Mahkemesi’nin Birinci Kâtipliği’ne terfi ettiği günden beri öğle yemeklerini burada yiyordu, taverna sahibi bu yemeği belirli bir
perhize göre özel olarak hazırlıyordu, çünkü Apronius’un midesi rahatsızdı; bunun için ek ücret de almıyordu.
Yemek bitti. Apronius, kendine özel içki kupasının iyi yıkanıp yıkanmadığını kontrol etti, giysisindeki kırıntıları silkeledi,
İkiz Kurtlar Tavernası’ndan çıkıp Yeni Hamam’ın yolunu tuttu.
Burada da görevli, düzenli misafiri saygıyla karşıladı, Apronius’a ayrılan dolabın anahtarını verdi, iki as bahşişi hoş gören
bir gülümsemeyle kabul etti. Ferah mermer salon her zamanki
gibi tıklım tıklımdı, gruplar dedikoduyla vakit öldürüyor, karşılıklı iltifatlar ediliyor, havadisler paylaşılıyordu; hatipler, hevesli
ozanlar ve diğer fırsatçılar kemerli yolda vaaz veriyor, konuşmaları halkın araya girmesiyle, alkış ve kahkahalarla bölünüyordu. Apronius hamamların sayısız fiziksel hazlarından önce bu
zihinsel heyecandan hoşlanıyordu. Önce bir gruba, sonra ötekine katılıyor, bir kulağıyla kürtaj ve düşen doğum oranlarıyla ilgili birkaç söz işitir gibi oluyor, sonra biri yakası açılmadık
bir hikâyeyi bitirmek üzereyken öfkeyle sırtını dönüyor, ileriye,
üçüncü bir gruba doğru aylak aylak yürüyordu. Bu grubun ortasında şişman bir emlakçı ve simsar vardı. Oscian Mahallesi’nin
bir yerlerinde pek bilinmeyen küçük bir banka işletiyor, Bruttium’daki yeni reçine rafinerisinin hisselerini methederek yeni
müşteriler avlamaya çalışıyordu. En saf ve temiz hayırseverliğiyle dinleyicinin vakit geçirmeden satın almasında ısrar ediyordu,
reçine iyi bir fırsattı, reçinenin geleceği vardı. Apronius yüzünü
ekşitti, küçümsemeyle söylendi ve yoluna devam etti.
Elbette, bir meclis bile denebilecek en çok izleyici kitlesi yine
o şaibeli avukat ve yazar, tehlikeli kışkırtıcı Fulvius’un etrafında toplanmıştı. Apronius, bu kel kafası yumrularla dolu, minyon, silik görünümlü adam hakkında pek çok hikâye dinlemişti; söylentiye göre vaktiyle Demokratik Parti’de hatırı sayılır biriydi, sonra herkesçe bilinen aşırı duyarlılıkları yüzünden partiden uzaklaştırılmıştı. O gün bugündür burada, Capua’da şu
ya da bu sefil tavan arasında yaşıyor, insanları Sulla’dan kalan
düzene karşı kışkırtıyordu. Ufak tefek avukat, yemek tarifi verir gibi yavan ve kayıtsız konuşuyor ama görünüşe göre bu aptallar yine de konuşmayı şevkle dinliyorlardı. Apronius içerleyerek ve katlı togasının eteklerini kaldırarak dinleyici kalabalığına sızdı; meraktan yapmadı bunu, hamamdan önce öfkenin
sindirimine iyi geldiğini biliyordu.
Roma Cumhuriyeti lanetlenmiştir, diye ilan ediyordu avukat,
yavan bir gerçeği belirten âlimane tavrıyla. Roma vaktiyle bir tarım devletiydi, artık köylülüğün içi boşaltıldı, tabii devletin de.
Bu esnada dünya büyüdü, tüm memleketlerden ucuz tahıl ithal edildi, çiftçiler tarlalarını satıp sadakayla geçinmek zorunda kaldı. Dünya büyüdü, tüm memleketlerden ucuz köle emeği
ithal edildi: Zanaatkârlar açlıktan öldü, işçiler dilenmeye başladı. Roma tahılla dolup taşıyordu, bu tahıl ambarlarda çürüyüp
gitti ama yoksullar için ekmek yoktu. Roma işgücüyle doluydu
ama istenmediler; işçilerin elleri ya dilenmek için açıldı ya da sıkılıp yumruk yapıldı. Dağıtım planı hatalıydı, Roma’nın ekonomik sistemi dünyanın büyümesine uyum sağlayamadı, günbegün yerinde saydı; sağduyulu insanlar köklü bir değişim gerektiğini neredeyse yüz yıldır görüyordu. Ama bu fikir her dillendirildiğinde, onu ortaya atan kişiyle birlikte öldürüldü.
“Biz,” diyor Fulvius ve yamru yumru kafasını vakarla sıvazlıyor, “başarısız devrimler yüzyılında yaşıyoruz…”
Duydukları Kâtip Apronius’a yetmişti artık. Bu kadarı da fazlaydı. Açıkçası bu konuşma tarzı medeniyetin temelini baltalıyordu. Öfkeyle titreyen ve gizli memnuniyetini saklayan –çünkü öfkenin beklenen etkiyi göstermeye başladığını hissedebiliyordu– Quintus Apronius sonunda içeri, hazzının ilk durağına
girdi: Yunuslar Salonu’na.
Burası iyi aydınlatılmış, hem hoş hem de fazlasıyla sade bir
odaydı. Mermer duvarlar boyunca dizilmiş, amaca uygun yapıdaki yüksek mermer oturakların kolçakları usta elinden çıkmıştı ve yunus biçimindeydi. Bunlar fikirler yüksekten uçarken bağırsakların rahatladığı, komşular arasındaki basiretli
sohbetlerde alelade fikirlerin paylaşıldığı yerlerdi. Çünkü Yu-
nuslar Salonu’nun amacı bu iki faaliyetin ahenkle bir araya getirilmesiydi.
Kâtip Quintus Apronius’un can sıkıntısı yerini bir bayram havasına bırakmıştı; iki yunus arasındaki tahta kurulmuş meşhur,
besili çehreyi gördüğündeyse keyfi ikiye katlandı: Apronius’un
bedava bilet isteyeceği, gladyatör okulunun sahibi Lentulus Batuatus. Yanındaki mermer oturak boşalmıştı; Apronius giysisinin katlarını bir merasim havasıyla kaldırdı, mutlulukla homurdanarak oturdu ve yunus başlarını iki eliyle şefkatle okşadı.
Şu devrimci onda gerçekten de çok etkili bir öfke uyandırmıştı. Apronius yunusların payını ödüyor, bir yandan da göz
ucuyla komşusunu izliyordu. Ama müdürün yüzü asılmıştı,
anlaşılan bedensel çabaları sonuç vermiyordu. Apronius cesaretini topladı ve samimiyetle iç çekerek sonuçta hayatta her şeyin başının iyi bir sindirim olduğunu, uzun zamandır bu konuda bir kuram geliştirmekle meşgul olduğunu söyledi: Bütün isyankâr hoşnutsuzluklar ve devrimci bağnazlıklar büyük ölçüde
düzensiz sindirimden, hatta daha açık ifadeyle kronik kabızlıktan kaynaklanıyordu. Aslına bakılırsa bunu vakit bulur bulmaz
yazmayı umduğu felsefi bir kitapçıkta ele almayı düşünüyordu.
Emprezaryo3
ona kayıtsız bir bakış attı, başıyla onayladı, somurtarak bunun son derece mümkün olduğu cevabını verdi.
“Sadece son derece mümkün olmakla kalmıyor, ispatlanmış
bir gerçek bu”, dedi Apronius hararetle. Sonra sadece bu kuramla açıklanabilecek pek çok tarihsel olayı, fitneci filozofların
ölçüsüzce abarttığı olayları sayıp dökmeye koyuldu.
Ne var ki, tüm bu coşku komşusunu canlandırmayı başaramamıştı. Müdür, adamlarını hep elinden geldiğince iyi beslediğini, fiziksel durumlarını ve perhizlerini en iyi hekimlere takip
ettirdiğini mırıldandı. Ama tüm bunlara rağmen sefiller onun
bu pahalı zahmetlerine en adi nankörlükle cevap vermişti.
Apronius, sevecenlikle Lentulus’a endişelerinin işle ilgili
olup olmadığını sordu; bedava bilet umutları ne yazık ki, suya düşüyordu.

3 “Bir sanatçının çalışma programlarını ve anlaşmalarını belli bir yüzde karşılığında düzenleyen kimse.” (TDK) – yay.haz.n.


KÜNYE
Gladyatörler
Arthur Koestler
İletişim yayınları
Çeviri: Şahika Tokel
1. baskı – Ekim 2022
340 sayfa


İÇİNDEKİLER
GİRİŞ Yunuslar…………………………………………………………………………………………………………………..9
BİRİNCİ KİTAP
İsyan
I Appian Yolu’ndaki Han……………………………………………………………………….23
II Haydutlar…………………………………………………………………………………………………………….37
III Ada……………………………………………………………………………………………………………………………..43
IV Krater………………………………………………………………………………………………………………………53
V Kabak Kafalı Adam…………………………………………………………………………………68
İKİNCİ KİTAP
Çapraşık Yollar Yasası
ARA PERDE Yunuslar………………………………………………………………………………………………………….85
I Toplantı…………………………………………………………………………………………………………………93
II Nola’nın Yıkılışı…………………………………………………………………………………………104
III Düz Yol……………………………………………………………………………………………………………….118
IV Capua’nın Gelgitleri……………………………………………………………………………..124
V Çapraşık Yol…………………………………………………………………………………………………..131
VI Avukat Fulvius’un Maceraları……………………………………………………143
VII Avukat Fulvius’un Tarihçesi………………………………………………………..153
ÜÇÜNCÜ KİTAP
Güneş Devleti
I Thuriumlu Yurttaş Hegio………………………………………………………………165
II Kente Giriş………………………………………………………………………………………………………174
III Yeni Yasa……………………………………………………………………………………………………………180
IV Ağ……………………………………………………………………………………………………………………………..184
V Yeni Gelen……………………………………………………………………………………………………….193
VI Dünya Siyaseti…………………………………………………………………………………………….205
VII Özlem…………………………………………………………………………………………………………………..214
VIII Küçük Kırmızı Damarlar……………………………………………………………….221
IX Metapontum’un Yıkılışı………………………………………………………………….. 228
X Yüce Sebepler………………………………………………………………………………………………..233
XI Dönüm Noktası………………………………………………………………………………………..240
XII Güneş Kenti’nin Sonu………………………………………………………………………..248
XIII Kalma Arzusu……………………………………………………………………………………………..256
DÖRDÜNCÜ KİTAP
Çöküş
ARA PERDE Yunuslar……………………………………………………………………………………………………… 263
I Gargano Savaşı…………………………………………………………………………………………..267
II Yokuş Aşağı………………………………………………………………………………………………….. 280
III Mezar Taşları………………………………………………………………………………………………. 288
IV Görüşme……………………………………………………………………………………………………………294
V Silarus Savaşı…………………………………………………………………………………………………311
VI Çarmıhlar………………………………………………………………………………………………………..323
SONSÖZ Yunuslar……………………………………………………………………………………………………………..331
İNGİLİZCE BASKIYA NOT / ARTHUR KOESTLER…………………………………….337


Arthur Koestler
5 Eylül 1905’te Budapeşte’de doğdu. Ticaretle uğraşan babası Birinci Dünya Savaşı’nda iflas edince aile Viyana’ya göç etti. 1922’de Viyana Politeknik Üniversitesi’nde mühendislik öğrenimi görmeye başladı, ancak okul harcını ödeyemediği için okuldan ayrılmak zorunda kaldı. 1926’da çalışmak üzere Filistin’e gitti. 1927’de Berlin’e gelerek Revizyonist Parti sekreteri olarak çalışmaya başladı. Çeşitli gazeteler için Ortadoğu muhabirliği yaptı. 1931’de Almanya Komünist Partisi’ne üye oldu. 1936’da İspanya İç Savaşı’nda gazeteci olarak gözlemde bulunmak amacıyla Franco’nun merkezini ziyaret etti. 1937’de İspanya’da milliyetçiler tarafından yakalanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Sistem yanlıları tarafından rehin alınmış önemli bir şahısla takas edilerek kurtuldu. Burada yaşadıklarını Dialogue with Death (Ölümle Diyalog) kitabında anlattı. 1937 yılında İspanya’da Ölüm Güncesi isimli otobiyografik bir kitap yayımladı. 1938’de Komünist Parti’den istifa etti. Aynı sene Gladiators’ı (Gladyatörler) yazdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında toplama kampına gönderildi ve 1940’ta İngiliz hükümetinin baskısıyla serbest bırakılana kadar burada kaldı. 1941’de en çok tanınan eseri Gün Ortasında Karanlık yayımlandı. Aynı yıl, Scum of the Earth (Ayaktakımı) isimli otobiyografi kitabı yayımlandı. Savaştan sonra İngiltere’ye yerleşti. 1942’de İstihbarat Bakanlığı’nda propaganda yayınları ve filmleri üzerine çalışmaya başladı. Bu sırada Geliş ve Gidiş’i yazdı. 1944’te The Times adına Filistin’e gitti ve Thieves in the Night (Gece Hırsızları) için malzeme topladı. 1948’de ABD’ye gitti. Dönüşünde, yeni kurulan İsrail devleti ile komşu Arap ülkeleri arasında çıkan savaşı izlemek üzere gazeteci olarak İsrail’de bulundu. 1951’de Spartaküs adlı romanını yayımladı. İki bölümden oluşan otobiyografi eserlerinden, 1905-1931 yıllarını anlattığı Arrow in the Blue: The First Volume of an Autobiography (Hüzündeki Ok: Bir Biyografinin İlk Cildi) 1952’de; 1932-1940 yıllarını konu alan The Invisible Writing: The Second Volume of an Autobiography (Görünmez Yazı: Bir Biyografinin İkinci Cildi) 1954’te yayımlandı. Bu sırada uzun süredir beklediği İngiliz vatandaşlığını aldı. 1960’ta prestijli bir edebiyat kurumu olan Royal Society of Literature’a seçildi. Otobiyografi ve roman türlerinin dışında, 13. Kabile ve Uyurgezerler’in de aralarında olduğu otuzun üzerinde kurgu dışı eseri bulunan yazar, 1968’de Sonning Ödülü’ne layık görüldü. 1976’da Parkinson, 1980’de ise lösemi olduğu anlaşıldı. 1 Mart 1983’te Londra’daki evinde, eşiyle birlikte intihar ederek hayatına son verdi. Eşi Cynthia Koestler ile birlikte kaleme aldığı Stranger on the Square (Meydandaki Yabancı) isimli otobiyografi kitabı ölümünden sonra, 1984’te; 1934’te kaleme aldığı Die Erlebnisse des Genossen Piepvogel in der Emigration (Yoldaş Piepvogel’in Sürgünde Yaşadıkları) romanı ise 2013’te yayımlandı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Tom Amca’nın Kulübesi veya Ezilenlerin Hayatı – Harriet Beecher Stowe

Next Story

Şık ve Fonksiyonel Mutfak Halılarıyla Mutfaklarınıza Estetik Bir Dokunuş

Latest from Romanlar

Sarsılmak – Zafer Köse

Sarsılmak, derin ve katmanlı bir roman. Gündelik dilin nüanslarını yansıtan akıcı bir dille yazılmış olması da önemli.Zafer Köse sadece bir depremi değil, toplumsal ve
Go toTop